Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, ben Ocak 1970 tarihinden beri Avustralya’nın Sydney kentinde yaşıyorum. 1975’de Avustralya vatandaşlığına müracaat ettim ve bu demokratik, cennet yaşamlı ülkenin bir vatandaşı oldum ve aynı yılda bu ülkenin İşçi Partisine, daha sonra da Komünist partisine üye oldum, ama en çok İşçi Partisinin her çeşit miting ve demokratik eylemlerinde bulundum. Tam 37 yıl bu Parti’nin resmi üyesi olarak, her Eyalet ve Federal seçim dönemlerinde görev aldım, 2008 yılında da emekliye ayrıldım, o günden, bugüne dek her Eyalet ve Federal seçimlerde, eşimle birlikte İşçi Partisine oy veririz. Buradaki seçimler, tam demokratik ve karşılıklı insani anlayış ve duygular içinde olur. İki taraf birbirlerine dostça, kardeşçe yaklaşır, ülkeye hizmette (onlara göre) yanlış buldukları bir uygulamayı dostça eleştirir, kendi projesini halka anlatmaya çalışır, katiyen yalan söylememeye özen gösterir. Ayrıca her seçim döneminde hile, hurda, sahtekârlık, oy çalma olayına rastlanmaz. Seçimde kaybeden lider, kazanan lidere dostça yaklaşır, gülerek elini sıkar, yeni görevinde başarılar diler, iki ebedi dost olur ve parti liderliğinden de istifa eder, yerine bir başkası seçilir. Seçim propagandalarında da hiçbiri, bir diğerine en ufak incitici bir söz söylemez. Partileri destekleyen halk da katiyen seçim günlerinde birbirlerini incitmez, birbirlerine rakip iki düşman gibi bakmaz. Seçim pusulalarını kapıda dağıtırlarken, birbirleriyle dostça konuşur ve şakalaşırlar. Kısacası her seçim bir kardeşlik, dostluk ilişkileri içinde geçer. Katiyen bağnaz, saldırgan kişi ve serserilere rastlanmaz. Her türlü sporda da durum böyledir. Yenen alkışlanır. Yenen yabancı bir takım, ya da örneğin bir güreşçi, boksör de olsa durum değişmez. Peki Türkiye’de durum böyle midir? Türkiye’de bütün siyasi partilerin liderleri birbirlerine selam bile vermezler. Spor kulüplerinin taraftarları da birbirlerine düşman. Bir Beşiktaşlı taraftar, bir Fenerbahçeli, ya da Galatasaraylıyı düşman görür. Hele de bir spor kulübü, ya da güreşçi, boksör Kürd ve yabancı olursa, durum daha da vahimleşir. Örneğin geçenlerde Bursa’da Ahmed Spor’a yapılan alçakça saldırı ve davranış.
Sevgili kardeşlerim, ben Türkiye’de ilk milletvekili seçimlerini, yanılmıyorsam 1946 yılının Mayıs ayında, bizim köye yakın ve okulu olan Şilk adlı köyde gördüm. Yani seçim sandığı orada kurulmuş, oy kullanan 6 köyün insanları da o köye gidip oy verecek kişi ve partiye oy verirdi. Bende o yılın Sonbaharında aynı köyde okula başladım. Okul üç yıl önce o köyde yapılmış, biz altı köyün çocuk ve delikanlıları o okula gidiyorduk Seçim gününde ise ben de annem ve babamla o köye gitmiştim. Seçmenlerin hemen hepsi kesinlikle Türkçe bilmez, oy vereceği kişinin kare yerine ıstampaya basılan parmakla olurdu. Yine yanılmıyorsam, o yılın Milletvekili kişilerden biri Nazmiyeli Hıdır Aydın, diğeri ise ya Mahmut Tan ya da Vahap Kışoğlu idi. Ben Hıdır Aydın’ı bizzat görmüştüm. Seçim öncesi bizim köye gelmiş, meşhur Kürt katili General Alpdoğan’ın yakın dostu ve Bamasur aşiret reisi Hüseyin Doğan’ın amcası Bay İwık’ın (İbrahim) torunu Sakine’yi kardeşine istemiş ve ben Sakine’nin düğününde bol-bol oynamıştım. Hıdır Aydın iriyarı, şişman, haşa yelli bir kişi idi ve biz ona “Xidê Hurr” diyorduk. O 1950 Kore savaşı döneminde tıpkı bugünkü Zivık Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir kişilikti. Kore’ye asker gönderme tartışmasında, mecliste: ”Gerekirse ben Tunçelli’nden (Dersim demiyordu) binlerce delikanlı gönderirim” demesine karşılık, ismini hatırlayamadığım bir Milletvekili “Ulan göndereceğin delikanlılar babanın koyunları mı” diyerek sert tepki göstermiş. Çünkü gerçekten de babası sürü sahibi binlerce koyunu vardı. O seçimden sonra 1950 seçimlerinde kimlerin seçildiğini pek iyi hatırlamam; çünkü köyde değil, Dep, Xelan adlı köye amcalarıma gitmiştim, seçim ve siyasetle ilgili bir bilgi sahibi değil 14 yaşında bilgisiz bir gençtim. Ama 1954 seçimlerini çok iyi hatırlıyorum O seçimde Zivık Kemo’nun aşiretinden, Lazvan köylü Binbaşı Aslan Bora, (Ordudan istifa etmişti) bizim İzol aşiretinden de Golan Köylü (Bu köy bugün Dep’e bağlı, Karakoçan) Aziz Ağa’nın oğlu Dava Vekilli Bahri Tuğrut Okaygün seçildiler.
Ben Bahri Beyi hiç görmedim, ama 1957 yılında Ankara’ya gidip, Aslan Bora’yı evinde ziyaret ettim. Bana iş bulma teklifinde bulundu, ben teşekkür ederek ayrıldım. Çünkü İstanbul’da bir gece kulübünde çalışıyor, Ankara’ya da bir köylü arkadaşımı görmek için gitmiştim. O köylüm de Bahri Tuğrut’un orada yapacağı birkaç katlı apartman inşaatında çalışıyordu. O günlerden sonra milletvekili seçimlerinden sadece Kemal Burkay’ın köyünden merhum Hasan Ünlü ve Mehmet Ali Demir’i hatırlıyorum, onlardan sonra kim Dersim Milletvekili olmuş bilemem. Bugün bile o Türk a..r Meclisinde kaç Kuzey Kürdistanlı Milletvekili var bilemem. Askerlik ve Kıbrıs’ta geçen yıllarımdan sonra İstanbul’a döndüğümde, 1965 seçimlerinde TİP’i destekledim. Zira o yıllarda bilgisiz ve anarşist bir Komünist idim, TİP’i de kendime yakın görüyor, bugünkü Rıza değildim.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, sözde Türk Ulusal Kurtuluş yalanından sonra, yani 23 Nisan, 1920 yılında bêbav Mustafa Kemal öncülüğünde, Ankara’da kurulan ikinci Mecliste, yanılmıyorsam Hasan Hayrı Bey’den başka, saqol sakallı Diyab Ağa, Miço Ağa, Remzi Bey gibi kişiler Dersim’i temsilen, parmak işaretiyle o Mecliste Milletvekili oluyorlar. Ayrıca Kuzey Kürdistan’ın tamamında kaç Kürd Milletvekili o Mecliste görev aldıklarını ve o günün yemin metninin de ne ve nasıl olduğunu bilemem. Ama 1924 Anayasa’sından ve Şêx Said katliamından sonraki Anayasa’ya konulan yemin, bugünkü bildiğimiz ırkçı ve faşist yemindir. Yani 99 yıldan beri yapılan bütün seçimlerde, o meclise giden sözüm ona her Kürd Milletvekili, o ne yenir ne yutulur ve ne de kokusundan durulur yemini, yüzbinlerce kendi halkının katili olan kişinin sözde devrim ve inkılâpları adına alacakları maaş için utanmadan, sıkılmadan ve vicdanları sızlamadan o yemini etmekteler.
Evet, geçmişte, yani 1920’den ve yakın bir zaman öncesine kadar, ben bir Türk Milletvekilinin maaşı ne kadardı, net olarak bilemem. Kesin olarak herhalde bir Öğretmen’in veya bir nahiye müdürünün maaşından on kat fazlası. Bugün ise tam 56 bin Türk lirası. Emekli oldukları zaman da 40 bin 300 lira maaş alacaklar. Reisicumhur maaşı ise 100 bin, 750 lira. Yani Zivık Kılıçdaroğlu Reisicumhur seçildiğinde yüz bin yedi yüz Türk lirası maaş alacak. İşte kutsal değerler bu maaşlarla satılacak.
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, şimdi sormak istiyorum, önümüzdeki 14 Mayıs Türk seçimlerinde, seçim hakkını kazanmış HAK-PAR, Hizbullah devamı sözüm ona HUDA-PAR, HDP’den seçilecek kişilerin temamı ve kendisine “Ben Kürdüm”diyen diğer kişiler, özelliklede Tilmun’daki Tanrı’nın yeğenleri Ömer ve Dilek Hanım yine aynı yemini edecekler mi? Bunlardan başka, eğer PSK, PAK, TKDP ve benzerleri birgün seçime girip seçildiklerinde o yemini etmeyecekler mi? Doğrusu bu bence merak konusu. Yani şu yemini:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılamayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim”.
Evet, yemin bu. Yani Türk Meclisine seçilecek her Kürd, işgal edilen ülkesini inkâr ederek, kendi halkının kasabı ve katili olan, bêbav kişinin ilke ve inkılâpları üzerine, 56 bin lira maaş için ve “Büyük Türk Milleti” (Ay sevsinler, ne kadar büyük bir milletmiş bu dünyaya nam salmış barbarlar. Doğrusu ne diyeceğimi bilmiyorum. Derler ya “Aslanın olmadığı ormanda çakal ve tilkiler fil kesilirler”) adına, utanmadan, sıkılmadan bu ırkçı ve faşizm kokulu yemini zemzem suyu gibi içecekler. İçsinler, zehir zıkkım olsun, kutsal değerleri satanlara; milyonlarca şehidin kemiklerini sızlatanlara lanet olsun. Yahu Kuzey Kürdistan’da yaşayan ve her 18 yaşını bitirmiş milyonlarca Kürd mecbur mu gidip oy kullanıp, para ile kutsal değerlerini satan birilerini seçip o büyük milletin meclisine göndermeye? Kanımca o milyonlarda kutsal değerlerin ne olduğunun bilincinde değiller. Olsalardı, bugünkü durumda olmazlardı. Çünkü bu milyonlar, dost kim, düşman kim olduğunun bilincinde değil. Bir korkağı Rüstem, bir küfürbaz ve demagogu Karl Marks ve Albert Einstein gören bir toplum. Hatta birileri de ona “ENEL APO” diyor. Örneğin eski TKP’li, Veysi Sarısözen. Yeni Özgür Politika. Çok yazık, çok yazık. Saygılar