Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, diğer insansever hümanist ve beni okuyan canlar; ben sık sık söylüyor ve yazıyorum. Diyorum ki “Ben bir Kürdistan çobanıyım, diplomasız bir kişiyim. Ama ben de her insan gibi düşünen, beş duyguya sahip, somut ve sosyal canlı bir varlığım. Gördüğüm her somut şeyin ne olduğunu, o şeyin isminin ne olduğunu, neye yaradığını merakla öğrenmek isteyen biriyim. Yani herhangi bilim dalının uzmanı değilim”. Dedim ya diplomasız bir Kürdistan çobanı ve düşünen, gören iki gözü, iki duyan kulağı olan bir insanım. Gözlerimle gördüğüm her şeyi bilincim oranında incelemeye alır, neye yaradığını anlamaya çalışırım. Kulaklarımla duyduğum şeyin, sesin ve söylenen lafın ne anlama geldiğini, beynimin süzgecinden geçirir, yorumunu yapmaya çalışırım. Yorumum doğru veya yanlış olabilir, ki bu da normal karşılanması gerekir. Çünkü biz insanlar diyalektik ve doğanın bir kanunu olan iki karşılıklı gerçeğin içinde yaşıyoruz. Yani doğrunun ve yanlışın olduğu bir dünyada varız biz. Eğer biz güneşin Batıdan doğduğunu söylersek, bu yanlış. “Doğu da doğuyor” dersek doğru. Kısacası biz ve bütün canlı varlıklar iki esaslı olgu ve somut varlık içinde yaşıyoruz. Yani şöyle: Üst ve alt, ön ve arka, sevgi ve nefret, savaş ve barış, açlık ve susuzluk, soğuk ve sıcak, yer ve gök. Bir başka deyişle biz insanlar zıtların birliği içinde yaşıyor ve bu kuralı da bozma gücümüz yok, bu doğanın değişmez kanunu ve kanunları. Siz buna “Tanrı’nın kanunlarıdır” de diyebilirsiniz, bu size bağlı.
Sevgili kardeşlerim böylesine bir girişi neden yaptım, sebep ne? Sakın bilgiçlik tasarladığımı sanmayın, öylesine bir bilge değilim ben. Kanımca hepinizin bildiği şeyleri yazıyor ve tekrarlıyorum. Yani ülkemiz Kürdistan’ın içinde bulunduğu durumu anlatıyor, onun kurtuluşu için yola çıkan sözüm ona lider ve siyasetçilerin doğru ve yanlışlarını bilincim oranında dile getirerek yazıya dönüştürerek siz okuyuculara sunuyorum. Konuyla ilgili düşüncelerime, yazdıklarıma “Doğrudur” diyen de olabilir, “Yanlıştır” diyende. Bu hem insanca ve hem de demokratik bir davranış. Dilerim bütün insanlar bu kurala saygılı olur, küfürle, tehditle, öldürmeyle sorunları halletmeye çalışmaz, gerçek bir insanı Kâmil gibi davranırlar.
Evet, bu uzun girişten sonra esas konuya gelmek istiyorum. Yani başlığa, duygularımın tavsiyelerine.
Canlar, ben siyaset uzmanı değilim, ama hayatın her alanı siyaset olduğunun bilincindeyim. Siyaset insanın insanları yönettiği, doğru ve yanlışlarıyla bir bilim dalının ismidir ve kutsal bir bilimdir. Yani siyaset bilimini yaratan insandır ve insanın kendisi de siyaset içindedir; Tanrı’yı yaratanda insandır. Dindarlar derler ya “Tanrı kendi cemalinde Adem’i yaratmış”. Yani dolaysıyla insan yarı Tanrı sayılır. Tanrı ise her şeyi bilendir. Dindarların bu gerçek saydıklarından yola çıkarsak kutsal davamız olan, ana yurdumuzun içinde bulunduğu somut durumu ve İslâm sonrasında günümüze kadar Kürd ve Kürdistan sorununa ve siyasetine baktığımızda bir sürü yanlışlar, çarpık, yalana dayılı yorum ve sözlere şahit oluyoruz. Sebebin birincisi ise Cennet Misali ülkemizin durumu. Dört yanını çevreleyen üç barbar ırk ve bu üç barbarla iş birliği yapan önce dini liderler, aşiret Axaları, Şeyh ve Seidler. Günümüzdeki dünya ise bir başka dünya, toplumlarda eski toplumlar değil. Avrupa’da Kilise giyotini kaldırdı, görevini siyasetten ayırdı, İsa dinini sevgi dini yaparak, İsa’ya da “Tanrı evladıdır, lütfen, onu sevin, şer, kavga ve savaştan uzak durun, Tanrı’nın kullarını öldürmeyin” dedi. Daha sonra, yani 1789 Fransa Burjuva devrimi sonrası modern ulus devletler kuruldu. Özellikle Avrupa devletleri kısmen de demokratik sisteme geçti, SOLON’NIN (MÖ 640-560) demokratik anlayışı modernleşti, insan hakları kutsallaştırıldı, anamız kadınlar kısmen de olsa özgürleşti, insanların idam edilmeleri yasaklandı ve bugüne gelindi; ama İslam çıktığı yedinci asırda kaldı, Kürdü ve diğer birçok halkı de köle yaparak. İşine devam etti ve ediyor.. Kısacası devletler eski devlet, insanlarda eski insanlar değil. Yani eski çağ, orta çağda, taş devri döneminde yaşamıyor insanlar. Dindar Musevi Haham, Hıristiyan Papaz, feodal Axa, Kont, Kral Avrupa’da demokratikleşip, insanı Kâmil olma yoluna adım attılar. İstisnaların dışında, insan gibi insan oldular. İnsanın insanı öldürmesini suç sayıldı. Ama İslâm’da hiçbir değişiklik olmadı. İslâm’da yaşam kan üzerinde kaldı ve bu kanlı coğrafyada bizde kan içinde kaldık ve kanı kutsadık. Çok yazık.
Evet sevgili kardeşlerim, son 200 yıldan beri biz Kürdler Türk’e, Arab’a Farıs’a kurbanlık koç ve kuzu olmuşuz. Siyası ve dindar liderlerimiz, yazar, çizer, entelektüellerimiz (beni de sayın, çünkü beni de yazar kategorisine koyanlar var) dünyamızda gelişen siyası olayları, ülkeler-arası çelişik olay ve ilişkilerini, dostunun, düşmanının kim olduğunu öğrenemediler ve hep İblislere kanıp kurban oldular ve kurban olmaya da devam ediyorlar. Yine çok yazık.
Canlar, defalarca yazdım, inanın bazen aynı yanlış ve aymazlığı tekrar eden kurum ve kişilerin, (kendi bakış-açımla) eleştirdiğime üzülüyorum. Çünkü bir değişim görmüyorum. PKK tam 40 yıldır, sözüm-ona Birleşik, Büyük Sosyalist Kürdistan şiarıyla zalim Türk’e karşı savaş açtı; bu savaşın bütün zarar, ziyanını defalarca yazdım ve benden fazla yazanlarda oldu, ama PKK hiç değişmek istemedi, kardeşçe çağrıya kulaklarını kapadı, eleştiriyi düşmanca karşıladı, yapanı ölümle tehdit etti, kendisine haşa huzurdan “Orospu çocuğu” dedi ve demeye de devam ediyor. Çünkü bu iğrenç sözcüğü liderlerinden duyup öğrendiler. Çünkü, yine haşa huzurdan Mesud Barzani’ye söylemişti ve müritlerden birkaç kişi, bana da söylediler. Onlardan biri bana: “Rıza Çolpan, seni lahmacuna kıyma yapıp köpek babana yedireceğiz” dedi. Bir başkası, “Kavat, pezevenk, alçak, şerefsiz, (tanımadıkları halde) ırz düşmanı deyip ölüm fermanımı çıkardılar. Yani karanlık bir güç bu Kürd kardeşlerimizi, kardeşlerine düşman haline getirmiş, yaşı-Kemali bulmuş, okur-yazar, entelektüel, Kürd sayılan bir kişi, Sayın Ahmet Kahraman, Veysi Sarısözen ve diğerleri, Barzani ailesine eleştirilerini dostça, kardeşçe söylemeleri gerekirken, hep o ailenin dedikodusunu yaparak, “Düşmanla işbirliği içindeler” diyerek, kardeşi, kardeşe düşman yapmaktalar. Kitleyi o özgür parçaya karşı tepki temelinde şartlandırıyorlar, ki bu da hiç doğru olmayan bir yaklaşım ve siyaset tarzı. Gözleriyle gördükleri beyaz renge “Siyah, kara” diyorlar. Barzanilerin dünya İmparatoru Amerika’nın Beyaz Sarayı’nda, İngiltere ve Fransa Parlamento Saray ve Köşklerde Ala Rengin bayrağımızla oturmalarına tahammül etmiyor, sevinmiyorlar. Peki neden bu kadar düşmanlık ve çirkef propaganda? Yakışır mı bu bir yurtsever Kürd’e ve bir Kürd siyası partinin merkez komitesindeki adamlarına, sempati duyan kitlesine, yazarına, çizerine, okumuş medeni insanına? Doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.
Sevgili kardeşler, bugünkü dünyamız ikinci dünya savaşı dönemi değil. Dünya çok değişti. 193 ülke bir şemsiyenin gölgesine girdi, bilgi çağı uzay yolunda. Koca dünya bir tütün kutusu gibi herkesin cebine girmiş. Teknoloji baş döndürücü. Yapay Zekâ, Tıp’taki yeni gelişmeler, ülkelerarası siyaset, sosyal, ekonomik ve ticari ilişkiler bugün dünden çok farklı, bunu görmek ve bilmek lazım; ama bizimkiler bir türlü bu gerçekleri görmek istemiyor. Dertleri hep Barzani ailesi ve o aileye düşmanlıkları, o özgür parçayı kötülemeleri. Sanki başka işleri yokmuş gibi.
Sevgili canlar, Kürd kardeşlerim 1923’te on bin yıllık ana yurdumuz Kürdistan Lozan’da dörde bölündü. (Detayları uzun) Güney, Irak’a, Güney Batı, Suriye’ye, Kuzey, büyük parça Türkiye’ye bağlandı. Yani iki emperyalist ülke, üç xulamları, Irak, Suriye ve Türkiye bizi sömürge de kabul etmediler, hep kendilerinden saydılar. Doğu parçası ise zaten 1639 yılında Kasrı Şirin antlaşmasıyla İran Safevi devletine verilmişti. Bu hikâye de uzun. Yani dört parçanın Kürdü, üç ayrı düşman dili ve kültürü içinde eritilmeye çalışıldı ve çalışılıyor. Parçalar arası öldürücü mayinler döşetildi. Ayrıca Kürd halkı dünyada dostsuz bırakıldı, etraf çevrildi, nefes kesildi, her şey çıkara dayalı işe geldi, ama Kürd bunu görmedi, yeni bir yol ve sağlıklı bir strateji peşine düşmedi, hep düşmana kandı. Düşman “Ümmet” dedi, ama Ümmet Kürdü öldürdü, yok etmeye çalıştı “Sosyalizm, Komünizm, Enternasyonalizm” dedi, kurşununu yedi, öldürüldü, geldi bugüne. Daha doğrusu 1960 sonrasına.
Sevgili kardeşlerim, kusuruma bakmayın, inanın bunları yazarken duygularım kabarıyor, gözlerim yaşarıyor, yaralı kalbim sıkışıyor, sizin de zamanınızı alıyorum, bağışlayın bu yaşlı keserkêş kardeşinizi. Hepiniz bilirsiniz yirminci yüzyılın başında bugüne kadar Türk Devleti’nin bize neler yaptığını. Koçkiri, Şêx Seid, Ağrı, Zilan, Dersim, yüzbinlerce şehit ve diğer üç kendine benzeyen devletle bizi yok etmeye çalışması ve birlikte kurdukları ittifak, Bağdat Paktı ve CENTO. Yani dört barbar devletin Kürdler için birlikteliği, imha politikaları. Bu bağlamda iki Nisan, 2024 Pazartesi günü Türkiye Reisicumhuru Gürcü Recep Tayyip Erdoğan, Irak Parlamentosu daveti üzerine Bağdat’a gitti. Yani birlikte nasıl Kürdleri yok edecekleri konusunu görüştüler. Tabii yapılan bütün antlaşmaların metnini bilmiyoruz. Kanımca kesin Kürd ve PKK meselesi ve belirli ekonomik ilişkiler. Erdoğan Bağdat ziyareti sonrası Güney Kürdistan Başkenti Hewlêr’e dönerken, uluslararası ilişki ve yasalara göre bir ülkenin bir Başkanı, başka bir ülkeye gittiği zaman, o ülke protokol ve nezaket icabı o Başkanı askeri törenle karşılaması gerek, ki Güney Kürdistan Reisicumhuru Sayın Nêçirvan Barzani ve Başbakan Mesrur Barzani onu Peşmerge Askeri Merasimle karşıladılar, ki peşmergelerin sol kollarında Ala rengin vardı. Ayrıca Erdoğan, Nêçirvan ve Mesrur’la otururken merhum ölümsüz Mele Mustafa Barzani’nin portresinin gölgesinde oturdu, Ala Rengin de oradaydı; bunu kör gözler bile gördü. Ayrıca Ahmet Bey ve onun gibiler, Kürd misafirperverliğini her halde unutmuşlar. Erdoğan bir düşman Başkanı da olsa, ki odur, o bir misafirdi. Ona “Lütfen sen bize gelme, biz seni kabul etmiyoruz” diyemezlerdi. Bu hem misafirperverliğimize yakışmazdı, hem de uluslar-arası ilişkiler bağlamında zedeleyici bir tavır olurdu. Kısacası protokol icabı belirli yerlere Türk bayrağını astılar, bu doğru, ayıplanacak bir durum yok. Dedik ya, nezaket, protokol ve iki ülke arasındaki ilişkiler icabı. Ayrıca bayrak meselesinde oradaki ırkçı, faşist devşirme Türkmenleri de unutmamamız lazım diye düşünenlerden biriyim. İlginçtir bunu Sosyal medyada gören Abdo’nun şartlanmış müritleri küplere binip, başladılar düşmanca hakaretlere. (Bu konuyu Dr. Adnan Güllüoğlu Nêrina Azad sitesinde tatlı bir dil ve bakış-açısıyla yazdı, sağ olsun) Ama bu beyler liderleri Abdo’nun Bekka vadisinde Mit ajanı Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’i Gerillanın askeri merasimle karşıladığını unuttular, ya da hatırlamak istemediler, Tanrıları kendilerine kızmasın diye. Çünkü çıkarları söz konusu. Yalakalar kalemi patronlarına kullanırlar bir lokma ekmeğe ve bir aferine satarlar en kutsal değerlerini
Evet, bakın 23 Nisan, 2024 günü Ahmet Kahraman Yeni Özgür Politika gazetesinde ne yazıyor. Yazının bütünü uzun ve manası da ona yakışmayan bir tarz. Yani yaşlı, başlı bir adam ve sözde yazar bir Kürd aydını. Bakın Ahmet Bey yazının bir yerinde ne yazıyor: “Ama bizler, işgal altında olanın bando müzik eşliğinde iki büklüm eğilerek yurt işgalcilerini karşılarken gördük. Bir diğer yerde de: “Caddelerinin iki yakasını birleştiren apok bezlerle elektrik direklerini, yol kenarındaki yüksek binaların ön cephelerini Türk bayraklarıyla süslemiş “Görüşlerine hazır” etmişlerdi, diye yazmış. Daha doğusu benim gönlüm de hiçbir zaman Türk bayrağını görmek istemez, ama o bir bez parçası da olsa bir ülkeyi temsil eden semboldür, saygı duyulur. Yani kişi için değil, bir devletin bütün fertleri için. Yani o bezi, o bezin üslündeki sembolü sevenler için diyorum.
Sevgili kardeşlerim ben Ahmet Bey’in bu yazısını okuyunca bir ata sözü aklıma geldi. Şöyle: “Kendi gözünün önündeki merteği görmüyor, başkasının gözünün önündeki iğneye kızıyor. Ahmet Bey, galiba Diyarbekir’in birçok caddesinde, baştan sona kadar Türk bayraklarıyla, Erdoğan’ın portrelerini hiç aklına getirmiyor. Ben Elâzığ’ın her yerinde, şehirden havaalanına kadar, iki şeritli olan caddenin orta yerinde dikilen direklerdeki Türk Bayraklarını, faşist, bêbav Mustafa Kemal ve Erdoğan’ın portreleriyle süslendiğini gördüm. Kanımca Bütün Kürd şehir ve kasabalarda durum aynı. Bir başka gerçek, bugün düşman meclisinde bulunan 57 sözüm-ona DEM parti milletvekillerinin yakasındaki bayrağı Ahmet Bey hiç aklına getirmiyor mu? Yine bir atasözü: “Önce iğneyi kendine batır, sonra çuvaldızı da başkasına. Bana göre kusurunu görmeyen kişi, başkasının kusurunu şikâyet etmesi doğru değil. Ahmet Bey gibi Kürd kişilere tavsiyem, birbirimizin yanlışlarını görelim, eleştirelim, ama küfürsüz, hakaret içermeyen sözcüklerle. Eleştiri insanı geliştiren bir metot ve yoldur. Lütfen o yolda insanca yürüyelim, etrafımıza gören gözle bakalım, rîxok î (Barut ağacı) kuşburnundan (Şîlan) ayıralım, kargaları Kartal görmeyelim, kediye “Kaplan” demeyelim. Bir başka tavsiye ve ricam bütün Kürd yurtseverler, aydın, yazar, çizerden, lütfen birbirinizle kavgadan uzak durun, düşmanlara karşı birlik olun, birlikten güç doğar; severken de ısırmayı unutun, sevgiyle, okşamayı öğrenin, birbirinizi üzmeyin, düşman görmeyin. Bir Kürd ırkdaşınız babanızı öldürmüşse, ortak düşmana karşı onunla kardeş olun, babanızın intikamını Kürd oğlundan almayın, unutun o olumsuz ve barbarca hissi, sırf anneniz Kürdistan’ın kurtuluşu, onun tatlı dili, kültürü, zengin müzik ve tarihi için çalışın; ölümünüz, şehit oluşunuz bunun için olsun. Böylesine bir dilekle.