Sevgili okuyucular, şu anda 88 yaşın içindeyim. Önümüzdeki Ekim ayında 89’a adım atarak gireceğim. Bu 88 yaşımın 17 yılı doğup büyüdüğüm Dersim’deki köyüm Kupık’te, 2 yılı Adana, 14 yılı İstanbul, üç yılı da Kıbrıs’ta geçti, geri kalan 52 yılından bugüne kadar dünyamızın Güney Kutbu, Avustralya kıtasının Sydney kentinde yaşıyorum. Bu kıtaya 21 Ocak, 1970 de gelip yerleştim. Bu kıta beni dünyanın dört kıtasını dolaştırdı. Bunun için ben bu kıtaya minnettarım. Ülkem Kürdistan ve düşman ülke Türkiye’de kalsaydım, kesinlikle, ya resmen faşist Türk Devleti’nin polis ya da askeri tarafından öldürülecektim ya da 17 bin faili-meçhullerden biri de ben olacaktım. Tabii burada da faşist Türk Devleti’nin Elçilik ve Konsoloslarındaki gizli casusları ve MHP’li bozkurtları iki kez bana suikast düzenlediler, ama başarılı olamadılar. Bu konuda Avustralya’nın Federal, Eyalet ve Commonwealth polis teşkilatına şükran borçluyum; hep beni korudular. Kısacası bu güzel, güzel olduğu kadarda demokratik ülke hem bana babalık yaptı korudu ve hem de bana dünyanın dört kıtasını dolaşma imkanını sağladı. Ben dünyanın dört kıtasını dolaşırken, her tanıyıp konuştuğum insanı kendime öğretmen yapıp, ondan bir şeyler öğrenirken, diğer taraftan da o insanların diliyle, kültürleriyle, tarihleriyle tanışma olanağı buldum. Tabii ben bu olanağı gezdiğim ülkelerdeki çoğu Kürd ırkdaşlarımdan öğrendim. Çin hariç, diğer bütün ülkelerde, Kürd kardeşlerime misafir oldum, onlar beni gezdirdiler, yaşadıkları ülke hakkında bana değerli bilgiler verdiler ve onların dost edindikleri o ülkelerin insanlarının da evlerini ziyaret etme olanağını buldum, dilleri, tarihleri ve kültürleri hakkında kısa bilgiler alırken, kafamı hep kurcalayan “Türk” denen, insan kisvesini taşıyan toplum geliyordu. Tabii Arap ve Fars toplumu da, bu canavar toplumdan pek geri kalan yanı yoktu ve yoktur da. Kısacası bütün İslâm ülkeleri birbirlerinin benzerleri, ama Türk biraz daha farklı. Yani canavarın, canavarı. Bu toplumun canavar asker, polis ve her ırkçı kişi öldürdüğü kadın ve kızın ırzına geçip, memelerini kesip atan sadist canavar, aç kurtturlar. Türkün bu canavarlığını 1915 Ermeni soykırımı döneminde, Koçkiri, Şeyh Seid, Ağrı, Zilan ve Dersim jenositti döneminde yaşayan, sağ kalan Ermeniler, Kürd ana babalarımız ve insani vicdana sahip birçok yabancı ülkelerin Elçilik ve Konsolosluklarında çalışan insanlar, namuslu yabancı gazeteciler görüp yazdılar. Bugünde Türkün askeri, polisi Kürd’e bu canavarlığını yapıyor. Canavar askeri öldürdüğü Kürd Gerillanın kafasını kesip, kanlı kafayı kaldırıp resim çekmekte, öldürdüğü Gerilla kızın ırzına geçmekte, canavar subay da yaşlı seksenlik Kürd’e insan dışkısını yedirmeye çalışmaktadır. Kısacası, “Türk” denen kavmin ve insanın işi ve mahareti budur. Ama ne yazık ki Kürd bu canavarı kendi isteğiyle, İslâm dini uğruna kendi ve komşusu Yunan toprağına getirip yerleştirdi. İlginçtir, o İslâm dininin orduları yedinci yüzyılda Kürdistan toprağına canavarcasına geldiklerinde, o zamanki atalarımız o canavarlara “Siz bizim ülkemiz Kürdistan’a hoş geldiniz” demediler. Çünkü ne dillerini biliyor ve ne de onları tanıyorlardı. Onlar hem fiziki yapılarıyla ve hem de giyim kuşamlarıyla farklı, insan sıfatında kan döken, kelle kesen, onların “Hadi, Eşhedü-enla de” dediklerini hem anlamını bilmedikleri ve hem de aynı kelimeleri telaffuz edemedikleri için, önce dillerini, sonra da kafalarını kesip diğer Kürd şehir ve kasabalara giden yollarda kazığa çakıyorlardı. Böylesine bir canavarlıktan sonra Kürdlerin büyük kısmı İslâm’ı kabul etti, diğerleri ise, zalim İslâm ordularının yetişemedikleri Kürdistan’ın Kuzey dağlarına kaçtılar. Örneğin bugünkü Kürd Alevi ve Êzîdî Kürdler.
Sevgili kardeşlerim, ben dünyada “Türk” denen halk kadar ırkçı, faşist, barbar, kan emici, her işkence metodun ustası toplum görmedim. Türk gerçekten aç bir kurt, beyni ırkçılıkla kirlenmiş, insan sıfatında vahşi bir varlıktır. Türkün bu vahşi meziyetini Kıbrıs’ta gördüm ve onlarla aynı insan sıfatını taşıdığımdan utandım.
Hiç unutmam, yıllar önce, eşimle onun memleketi Kıbrıs’a giderken, burada, yani Sydney’de 1974’te tanıdığım ve aynı yılda birlikte kurduğumuz Türkiyeli Emekçiler Birliği Başkanlığını yapan eğitimci ve hukukçu, Kıbrıslı Merhum Mustafa Yalçın yoldaşım, yıllar sonra eşi ve dört çocuğuyla İngiltere’ye gidip Londra’ya yerleşmişti. Giderken de tüm arkadaşlarına küs olarak gitmiş, adresini de kimseye vermemişti. Ben ise onu bir yoldaştan ziyade, benden küçük bir kardeşim gibi severdim. Yıllar sonra eşimle onun memleketi Kıbrıs’a gittiğimde, bir vesileyle Mustafa’yı tanıyan birinden, onun Londra’daki telefon numarasını alarak, bacanağım Halil Süleyman ismindeki adamın evinden Mustafa yoldaşıma telefon edip onun tatlı yoldaşça sesini duyunca, duygulanarak ağladım. Telefonu kapadıktan sonra, polislikten emekli olmuş bacanağımla konuşurken, konu insanlığa ve yapılan vahşi savaşlara değindiğimde, bacanağıma: “Halil abi, biz insanız, savaş, birbirimizi öldürmemiz, bizim ayıbımız. Biz sorunlarımızı insani diyalogla çözebiliriz, niye birbirimizi öldürelim” dediğimde bacanağım, hiddetle, bağırarak “Bana bak, benimle böyle konuşma, Ben İnsan Değil, Ben Türküm” deyince şaşırdım ve onun insani sıfatını taşıdığımdan binlerce kez utandım. Oysa o köken olarak yüzde yüz değil, yüzde milyon Türk değil, faşist, ırkçı bir Türk edilmiş bir başka halkın çocuğuydu. Yani Osmanlı döneminde oraya gönderilen Türk olmayan bir ailenin torunu idi; ama Türk faşist ve ırkçı şırınga onu insanlıktan çıkarmış, vahşi bir kurt yapmıştı. Onun içinde “Ben İnsan Değil, Türküm” diyordu. Ki Türkiye’de de kendine “Türküm” diyen herkes aynen Halil gibi Kürd’e ve Türk olmayan herkese aynı şeyi söyleyecek cinstendiler, bugünde eskiye oranla bunlar daha da vahşileşmişlerdir, ama hâlâ Kürdler bunlara: “Türk İslâm kardeşlerimiz, halkların kardeşliği” demeleri, beni ve binlerce ben gibi Kürdleri şaşırtıyor.
Evet, sevgili okuyucu kardeşlerim em in ev gela. Dostunu, düşmanını tanımayan bir halk. Düşmanlarına “Kardeş” diyen bir halk. Dosta giden yolu bilmeyen ve şaşıran bir halk. Düşman için savaşıp yüzbinlerce evladını şehit eden bir halk. Düşmanlarının her yalanına “Gerçek” diyen bir halk. Bu halkın içindeki, konuyla ilgili şampiyonun birincisi Selahaddin î Eyûbi, Saidî Nûrsi, benzerleri Şêx, Seid, Hacı, Hoca ve Kürd aşiret ağaları, birde, “Halkların kardeşliğini” savunan sözüm-ona bazı Kürd şaşkın solcular ve parti başkanları. Bu söylemin de iki Kürd şampiyonu var Kuzey büyük parçada. Biri Tilmun adasındaki Tanrı Marduk, ikincisi Sabaş Selo. Ha, bunların bir-hayli da müritleri var, onları da unutmayalım.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, bunları size niçin yazıyorum? Elbet bir sebebi olmalı. Yukarıda dedim, “Kürd dostunu, düşmanını tanımayan, kanlı ve haksız savaşlarda düşmanlarının kılıcı olan, dosta giden yolu bulamayan, düşmanın her dediğini kayıtsız şartsız kabul eden, beyni kirli ve suji ile yıkanan bir toplum. Bu hal Kürdün İslâm’ı kabul ettiği günden günümüze böyledir. Kısacası kasap katiline tapan bir toplum. Yüzbinlerce atalarını öldürten kişiyi kendine Peygamber etmiş; onun yedi kat yer altındaki cennet, cehennem, sırat köprüsüne inanmış, buna inanmayana da “Kâfir, münafık, katlı vacip” deyip, gerekeni de yapmış. Kürdün bir kısmı da en büyük katil kasabına “Bin bir yerde baş gösteren Allah” demiş, onun iki oğlu ve diğer dokuz torununu onun mertebesine çıkarmış, her yıl onlar için 12 gün yas tutmuş, en büyük yeminlerini onların adlarını sayarak dile getirmiş. Özellikle de bu ayda. Ama 1937-38’de Dersim’de barbarca öldürülen 70.000 masum anne, baba ve kardeşleri için bir gün yas tutma değil, hatırlamak bile istemiyor. Bu çağa uygun olmayan inancı başka halklarda kabul etmiş, ama, onlar kendi kültür geleneklerine uyarlayarak kabul etmiş ve devlet sahibi olmuşlar. Kürdler ise bunu yapmamış, düşmanlarına köle olmuş, yedi kat yer altındaki cennet ve 70 Huri-Melek aşkı uğruna bugünkü hale gelmeyi kabul etmişler. Son bir uyanma sonucundaki 214 yıllık savaş ise, çoğu yine İslâm’ın ümmet anlayışı ve halkların kardeşliği uğruna yapılmış, Kürdlük ve tam bağımsızlık için değil. Günümüzde bunun somut örneği, Abdo’nun arzu ve demeçleri, birde ikinci Selahaddin î Eyûbi eski HDP Eş Genel Başkanı Selahaddin Demirtaş.
Evet, bizim gerçeğimiz bu. 1410 yıldan beri biz İslâm dinin kılıcı, üç İslâm halkın kölesi olmuşuz. Bu üç halk bizi insan diye bile kabul etmemiş; Şeytandan türediğimizi, dolaysıyla kendilerine düşman olarak kabul etmişler. Merhum Şerefxanê Bitlis’i de bizim bu halımızı Mekkeli Muhammed’in bedduasına bağlamış. Bakın geçen gün devşirme bêbav İyi Parti milletvekilli Yavuz Ağıralioğlu ne diyor. Bêbav, ne camêr, “Müslüman olmayan Kürd insan değildir” demiş, meşhur Cübbeli, sıfatı insana benzemeyen, başı külahlı, rıxlı sakallı Ahmet Mahmut Ünlü de buna destek vermiş, beyanatın doğruluğunu tasdik etmiş, buna karşın tüm Müslüman dinin kulu ve kölesi olan Kürdlerden yeterince bir ses ve tepki göremiyoruz. Ben sosyal medyada yalnız PAK’ın konuyla ilgili tepkisini okudum. Acaba öteki güçler, örneğin HDP, HAK-PAR, İslâm’ın xulamı HUDA-PAR ve benzerleri ne dediler? Bêbav, “İslâm olmayan Kürd, insan değildir” diyor, peki İslâm dinini kabul etmeyen, “Biz İslâm değiliz” diyen Aleviler buna ne cevap verdiler? Örneğin ben İslâm değilim, İslâm dinini Kürd’e düşman görüyorum, peki ben o bêbav gibi insan değil miyim? Hem de ondan bin kat insan ve insan sever. Ayrıca bu dünyamızda 8 milyara yakın insan var. Bunların en az altı buçuk milyarı Hıristiyan, Budist, İndu, Bahayi, Konfisyuççu ve Ateist. Peki bunlar insan değil mi? Yazık, insan ahmak olur ama bu kadar da olmaz. Üstelik bu bêbav faşo üniversite mezunu ve birde parlamenter, milletvekilli. Yine yazık Kürd insanları bu bêbav ahmakların kulu, köleleri. Eğer varsa gerçekten insanüstü bir güç, Kürd’e akıl versin, ki dost kim düşman kim olduğunu anlasın ve bir an önce de İslâm dininin ona ne verdiğinin bilincine varsın. Böylesine bir dilekle.
Saygılar.