Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, birkaç kez yazdım. “Ben bir siyaset yorumcusu değilim” dedim. Bu benim gerçeğim, ama zaman zaman ben de siyaset yapıyorum. Zaten yaşamın her alanı siyaset ve sen de o alanın içindesin. Kısacası siyaset yapmak başka, siyaseti yorumlamak başkadır. Yani ben siyaseti yorumlayacak kişi değilim. Çünkü onun okulunu okumadım. Bu yazımda, başlıkla ilgili Irak coğrafyasının ve 23 Ağustos 1921’ de devlet olan Irak’ın kısa tarihinden ve 5 Haziran 2014’te bir bela olarak çıkan canavar, günahsız insanların başını kesen, kadın, genç gelin ve kızları ganimet olarak alan, tecavüzü meşru ve sevap olarak bilen, onlar gibi İslâm’ı yorumlamayan, ayrıca tüm gayrı Müslimleri düşman ve katli vacip telakki eden, sapık, vahşi, kan emici Irak Şam İslâm Devleti’nin çıkış nedenine değinmek istiyorum.
Önce Irak’ın yakın tarihine bir göz atalım diyorum. Bence bu önemli.
Evet, Irak’ın içinde bulunduğu Mezopotamya bölgesi dünyanın ilk önemli yerleşim merkezlerinden biridir. M.Ö.7. yüzyıla kadar Sümer-Akad, Babil ve Asurların elinde kalan bölge, daha sonra Med ve Perslerin eline geçmiştir. Burası, İslâmiyet’ten önce o topraklarda yaşayan Araplar (tarihe göre) Main, Sebai ve Himyeri adlı devletleri kurmuşlar. Daha sonra, yani Arap, Mekkeli Muhammed tarafından kurulan Arap İslam Devleti ve onun 632 yılında ölümünden sonra, dört Halife arasındaki taht ve iktidar kavgası, ki o dönemde Irak, Arap İslâm Devleti’nin bir parçası. Dördüncü Halife Ali, Ocak 661 yılında öldürülünce, onun yakın akrabası ve azılı düşmanı Maviye (602-680) Halife Olur. Maviye ölünce, Halife makamı oğlu Yezit’e (647-683) kalır. O Halife olunca bu kez Halife makam sürtüşmesi nedeniyle önce Ali’nin oğlu Hasan, (625-669) eşi tarafından zehirlenerek öldürülür, ardından, Yezit’in ordusu Hüseyin’i de (626-680) Kerbela çölünde öldürür. Kısacası iki akraba, güçlü kabile bireyleri ve bunlara kul, köle olan, biat eden iki ayrı topluluğun düşmanlığı, miladın 500 yılından önce başlamış, 680 yılında doruk noktaya çıkarak günümüze kadar gelmiştir. Yani İslâm’ın Sünni kesimi ile Şia kesimi arasındaki canavarcasına düşmanlık. Eğer biz bu düşmanlığı 680 yılında öldürülen Hüseyin’in ölüm tarihiyle hesap edersek tamı-tamına 1341 yıllık canavarca düşmanlık. Hiç kuşkusuz, başlangıçta bu düşmanlığın merkezi Mekke ve Medine arasında iken, Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra, farklı merkezler meydana geldi. Özellikle 750 yılında Emevi Devleti Abbasiler tarafından yıkılınca, Irak coğrafyasında bulunan Bağdat, yeniden imar edilerek, o günkü İslâm dünyasının başkenti olur ve dünyanın da en önemli kültür merkezlerinden biri haline getirilir. Deniliyor ki, 786-809 yılları arasında Halifelik yapan Harunürreşit ve oğlu Me’mun zamanında dünyanın en parlak ilim merkezi haline getirilir.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, dünyaca ünlü Fransız filozofu Victor Hugo (1802-1885) “Türk’ün geçtiği yerde ot bitmez” demiş, ki bu bir gerçek. Bağdat o yıllarda böylesine bir kent ve kültür merkeziyken, 1258 yılında, vahşi, canavar Cengizhan’ın torunu, yani barbar Timur’un oğlu, Moğol hükümdarı Hülagu’nun canavar ordusu bu kenti yakıp yıkar, her şeyi yağmalar talan eder. Ondan sonra bu kent ve coğrafya sırasıyla, Cezayirliler, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin hakimiyeti altına girer. Tarih 1515’te Kuzey Irak, yani bugünkü Güney Kürdistan, Osmanlı toprağına katılır. 1534 yılında ise Irak toprağının bir bütünü, yani 438 bin, 317 kilometre-karelik Irak toprağı Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına girer ve 1914’te birinci cihan savaşı sonucu, her yerde mağlubiyet alan Osmanlı ordusu, 500 yıla yakın egemenliği altında tuttuğu bütün Arap toprağından mağlubiyet sonucu çekilir, ki bu İngiliz ve Fransızların yardımı ile olur.
Evet, birinci cihan savaşından sonra, Büyük Britanya Devleti, biz Kürdler için de devlet sahibi olmamızı ister, fakat, Şêx Mahmut Berzenci ve Simko Ağa’nın yanlışları, Şeytan, zalim Mustafa Kemal’e kanmaları sonucu, o şans hem o gün ve hem de Lozan’da kaybedilir. İngiliz, Mustafa Kemal’e Osmanlı Devleti’nin temelinin üstüne yeni Türkiye Devleti’ni kurar. Hem de birçok Kürdün istek ve yardımıyla. 72 imzalı mektup Lozan’a uçarken…
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, asıl konu, Irak ve IŞİD meselesine dönersek; Irak 25 Nisan 1920’de Osmanlı denetiminden kopup, İngiliz denetimi altına girer. Gün 23 Ağustos, 1921’e geldiğinde, İngilizler, o günkü Mekke Şerifi Hüseyin Bin Ali’nin oğlu Faysal’ı Irak Kralı yaparak, Kral tacını başına takarken, diğer oğlu Abdullah’ı da Ürdün’e Kral yaparlar ve 3 Ekim 1923’te Irak resmen bağımsız bir devlet olur. Tabi Mekke’yi ve Suudi topağını da unutmayalım. Orada da baba Şerif Kral. Bu tarihten otuz beş yıl sonra, yani 14 Temmuz 1958’de, Tümgeneral Abdülkerim Kasım ve Yüzbaşı Abdülselam Muhammed Arif tarafından düzenlenen bir darbeyle, Kraliyet sistemine son verilir, Irak cumhuriyeti ilan edilir, Arif Başbakan olur. 8 Şubat, 1963’te Abdülkerim Kasım, Irak Baas Partisi’nce düzenlenen bir darbeyle görevinden alınır, Muhammed Arif devlet başkanı seçilir. Aynı yılın 18 Kasım’da Arif ve bir grup subayla birlikte Baas hükümetini devirir. 13 Nisan 1966’da Arif bindiği helikopterin düşmesi sonucu ölür. Yine aynı yılın 17 Nisan günü Arif’in ağabeyi General Abdülrahman Muhammed Arif, Devlet Başkan’ı olur. 17 Temmuz 1968’de, Baas Partisi’nce düzenlenen bir darbeyle devrilir. Onun yerine General Ahmed Hasan El Bakr devlet başkanı olur, yardımcısı da 31 yaşındaki Saddam Hüseyin olur ve daha sonra, yani, 16-Temmuz 1979’da Devlet Başkan’ı Bekr’in sağlık gerekçeleriyle istifası üzerine, onun yerine Saddam başkan olur.
Evet, o tarih ve o günlerden önce, yani 1960’tan, 1970’e kadar neler olduğunu bir tarafa bırakalım. Saddam Başkan olduktan sonra, (Kürd otonomi meselesine değinmek istemem, zira uzun hikâye) 16 Mart, 1988’de Halepçe’de halkımıza karşı kimyasal silah kullandı, 5 bin ölü, on bin yaralı. Enfal olayında 182 bin kardeşimizi götürüp çölde diri diri kuma gömdü ve daha bir sürü barbarlıklar. Bütün bu kadar vahşetten sonra Saddam bütün dünyanın gözlerinin önünde 2 Ağustos, 1990’da Kuveyt’e girerek işgal etti ve 17 Ocak 1991’de Amerika ve diğer müttefiklerin baskıcı sonucu (İngiltere, Fransa, Avustralya, Norveç, Almanya ve Kanada) Kuveyt’ten çekilirken, dünya kapitalist devi Amerika’daki George W. Bush yönetimi de Büyük Orta Doğu Projesiyle meşguldü. Bu proje 21’inci yüzyılın ilk on yılında, özellikle Müslüman dünyasından İran, Türkiye, Afganistan ve Pakistan, hatta Güney Kafkasya ve Orta Asya’daki çeşitli ülkelerde bu projenin kapsamı içindedirler.
Evet, Saddam Irak’ta Kürdlere karşı, bir soykırımı uygularken, Irak nüfusunun yüzde 60’ını teşkil eden Şia İslâm mezhepli Araplara da aynı zulmü uyguluyordu. Yani 1341 yıllık düşmanlık unutulmamış, iki mağdur halk, Kürdler ve Şia inançlı Arap toplumu Saddam zulmüne karşı dost olmuş, bir çıkış yolu arıyor ve sık sık bir araya gelerek, Saddam yönetimini nasıl devireceklerini düşünüyor, bu konuda konferanslar düzenleyerek, ne yapılması gerektiği konusunda fikir yürütüyor, Mehdi gibi bir kurtarıcı bekliyorlardı. Arap Şii toplumun o günlerdeki liderlerinden biri Ahmet Çelebi iken, Kürd tarafını da temsil eden Hüseyin Sincari ve diğer isimlerini bilmediğim Kürd yurtsever kişilerdi. (Mayıs, 2001 yılında Hewlêr’in Çar Çıra otelinde yapılan üç günlük bir konferansın son gününde bende bulundum) Tarih 20 Mart 2003 günün sabahında Amerika ordusu Irak’a girip işgal edince Saddam kaçtı. Aynı yılın 17 Nisan’ında ise yönetim Şii kadrolara teslim edildi. 5 Kasım’da Saddam bir fare gibi saklandığı mezar gibi bir çukurda yakalandı, 30 Aralık, 2006’da asılarak idam edildi. Burada bir gerçeğin altını çizmek lazım. Saddam yakalandığında katiyen düşmanlarına karşı boyun eğmedi, yalvarmadı ve yargılayan hâkim kadrolara bağırarak “Ben Irak’ın meşru başkanıyım, siz beni yargılayamazsınız” dedi ve bizim Abdo gibi düşmana yalvarıp, “Hizmete hazırım” demedi. Başı dik idam ipine doğru yürüdü.
Evet, Irak devlet yönetimini ele alan Şii kadrolar, Saddam döneminde Irak devlet çarkını çeviren bütün bürokrasi kadrolarını, ordudaki bütün Saddam yanlısı Sünni General ve subayların işine son verdiler, bu kez de onların her biri birer Saddam olunca, o eski deneyimli Saddam kadroları gizli gizli örgütlenerek, 15 Haziran, 2014’te savaş meydanına çıkıp, bir gecede Musul’u işgal ederek, oradaki ordunun bütün modern silahlarını da alarak, önce, Şiilere dost olan Kürdlere yöneldiler. Hewlêr’e girmediler ama Şengal’deki Êzidi Kürd kardeşlerimizden binlerce insanı, çoluk, çocuk demeden barbarca öldürdüler, kızlara, gelinlere tecavüz ederek onları götürüp eski köle pazarlarında sattılar. Sonra Güney Batı’ya yönelerek Kobani Kürd kasabasını çembere alarak, on binden fazla Kürd kardeşlerimizi öldürdüler. Pêşmergelerin kafalarını keserek, sosyal medya vasıtasıyla dünyaya gösterdiler. Bereket yine Amerika ve diğer Avrupalı müttefik devletlerin ve kahraman Kürd Pêşmergelerin yardımıyla o zalimler oralardan uzaklaştırıldı, ama onları yok edemediler ve yok etmeleri de imkânsız. Çünkü onlar küçücük bir gurup değil, yüzbinler ve milyonlar. Ayrıca onların yok olmasını istemeyen büyük kurtlar var. İnsanı öldüren silahları yapan zalimler, silahlarını kim ve kimlere satacaklar? Milyonlarca yıldır insanlar birbirlerini öldürüyor, bu silah yapan zalimlerin silahlarıyla. Bana göre Ortadoğu’daki bu canavarlığı ortadan kaldırmak için, ivedilikle:
- Irak’ta Saddam yanlısı Sünnilere devlet hakkı verilmeli ve uygun bir Kent onlara Başkent olmalı. Çünkü IŞİD Saddam’ın fedai yavruları. Savaşı başlatan onlar.
- Şiilerin yaşadıkları yerlerde bir Şii devleti ve başkent de Bağdat olmalı.
- Biz Kürdlere de on bin yılın ötesinden bugüne dek, üstünde yaşadığımız Kürdistan toprağı üstünde bir Kürdistan devleti kurulmalı. Başkent Hewlêr, Amed, fark etmez.
- Suriye, yine üçe bölünmeli. Çoğunluk Sünni kesimine, Nusayrı Alevi azınlık toplumuna ve Kürdlere devlet hakkı tanınmalı ve bu halk ve ayrı inanç kesimleri birbirleriyle dost ve komşu olmalı.
Filistin sorunu kesinlikle çözülmeli ve Filistin halkı devlet sahibi olmalı ve tüm Arap devletlerinin de İsrail devletini tanımaları ve İsrail halkını dost bilip saygı duymalı. Sünni Araplar, Şii Arap kardeşlerine ve tüm dünya Şii devlet ve toplumlarına saygı duymalı. Türk, Arap ve Farsların da artık biz Kürdleri dünyada yok etme anlayışından vazgeçmeleri ve bizim de onlar gibi bir halk ve 50 milyonluk bir nüfusa sahip olduğumuzu, öldürmekle bizi bitirmeyeceklerini, “Devlet” denen kurum ve organizasyonun, bizimde hakkımız olduğunu kabul etmelerinin zamanı gelmiştir diye düşünenlerden biriyim. Yani o kadim coğrafyada, yan yana, dostça, gerçek insani anlayışla, barış içinde yaşayabileceğimizi kabul etmeleri gerekir. Yoksa Ortadoğu’da yüzyılların savaşı bitmez ve o coğrafya kızıl insan kanıyla daha da kızıllaşır. Bu benim şahsi görüşüm ve IŞİD canavarlarının çıkış nedenlerinin de, bu olduğu kanısındayım. Ayrıca biz binyıllar ötesi insanlar değiliz. Birbirimizi öldürmek bizim ayıbımız. Çünkü düşünen ve yaratıcı güce sahip bir sosyal ve canlı varlığız. Hem de kesinlikle öleceğini bilen bir varlık. Peki ölümümüzü bilmemize rağmen, neden birbirimizi öldürüyoruz? Dilerim insanlık dünyası bu soruya bir cevap bulur, savaşı, kavgayı bir gayrı- insani davranış olarak kabul eder, kavgasız, savaşsız bir dünya yaşamı yaratır. Böylesine bir dilekle yazıya son verirken, şimdiden, yani daha yeni yıla girmeden, en derin hislerimle, bütün okuyucularımın ve dört parçadaki bütün Kürt yurtsever kardeşlerimin yeni yılını kutlar, hepsine başarılar dilerim. Dilerim 2022 yılı bütün dünya halkları için, barış, demokrasi, savaşsız bir yıl, halkım Kürd halkı için de kardeşlik, birlikte güç doğar anlayışı egemen, Özgürlük ve Bağımsızlık yılı olur.
Bi a Xwedê