Sevgili okuyucu kardeşlerim, bana göre her ana bir Tanrı’dır. O ana ki seni dokuz ay karnında bir yük olarak taşır, derin acı ve sancı çekerek doğurur, kundaklar, kucağına alarak sütüyle emzirir, altını temizler, sonra seni beşik ve ya salıncağa koyarak ninni söyleyerek sallar, uyutur ve bin bir güçlükle seni her çeşit hastalıklardan, kaza ve belalardan, aşırı sıcak ve soğuklardan korur, yüzüne, gözlerine bakarak sevinçle yanaklarını öper, parmaklarıyla dudaklarını okşar, seni güldürmeye çalışır ve her gülüşünde de tekrar içten öpücükler kondurur yanaklarına, seni alıp bağrına basar ve en derin duygularıyla, konuştuğu dil ile “Ben sana kurban olayım, benim sevgili oğlum, kızım, tatlı bebeğim” der ve her an sana kendi diliyle seslenir, o sesi senin kulakların vasıtasıyla beyin hücrelerine gönderir ve sen o sesi duyar, sözcükleri bir bilgisayarın olan beyninde saklarsın. Sonra süreç içinde senin bedenin geliştikçe anne, baba ve varsa kardeşlerine bakarak; yine annenin gayretiyle önce el ve ayaklar üstünde yerde sürünür, daha sonra iki ayak üstünde gezen anne, baba ve kardeşlerini görerek, sende yavaş yavaş ayağa kalkar yürümeye başlarsın. Annen senin her adım atışında son derece sevinir, göğe uçan bir kuş olur. Kısacası annen bin bir güçlükle seni besler, büyütür, dil öğretir, şarkı, türkü söyletir, seni adam gibi adam etmeye çalışır, sen geliştikçe evde ve içinde yaşadığın toplumun konuştuğu dili öğrenir, şeklini önce anne, baba, kardeş evinde, sonrada içindeyaşadığın toplumdan alırsın. Bu kural bütün dünya insan topluluklarının kuralıdır. Her insan bir anadan doğar, birde babası olur. Anne, baba, ne dili konuşuyorsa, çocukları da o dili öğrenir, o dili konuşur. Dil olmazsa, insan bir hayvandır. Yunan filozofu Plato boşuna dememiş “İnsan konuşan hayvandır”. Zira biz insanları hayvanlardan ayıran bizim dil ile konuşmamız, beynimizle yaratıcılığımızdır. Ayrıca eğer çalışan beynimiz olmasaydı, biz insanların da hayvanlardan ayrı bir farkımız olamazdı. Kısacası insanlık tarihinde bütün dinleri, Tanrıları yaratan dildir. Peki dil ile konuşmayı çocuğuna öğreten kimdir? Elbette anadır. Bunun içindir ki ben anaya “Tanrı” diyorum. Zaten Tanrı’yı yaratan da biz insanoğullarıyız. Yani Tanrı bizzat çıkıp kendini biz insanoğluna göstermemiştir. Biz bu koca dünyayı, uçsuz, bucaksız evreni “Kim yarattı?” demişiz, ama o kimî görmeden kendi konuştuğumuz dil ile ona bir isim koymuşuz. Biz Kürdler “Xwedê” Persler “Xuda” Araplar “Allah” Türkler “Tanrı” İngilizler “God” demiş. Yani her halk kendi diliyle bir Tanrı yaratmış. Dolaysıyla Tanrı’yı yaratan “İnsandır” diyebiliriz, ki dilin yaratıcısı de anadır. Kürd dilini yaratan da yine Kürd anasıdır, o dilin Tanrıçasıdır. Bu nedenledir ki ben yazının başlığını “Ana Dili Nedir?” diye koydum. Kastım anamız Kürd dilidir.
Sevgili okuyucu kardeşlerim neden ben yazımın başlığına “Ana Dili Nedir?” diye sordum. Çünkü bu son günlerde, kendisine “Evliya” dediğim büyük insan, biz Kürdler için hayatını ortaya koyan, bizlerin hakkı için 17,5 yıl zalimlerin zindanında yatıp acı çeken, Sayın İsmail Beşikçi Hoca’nın iki yazısını okuduğum için. Onun birinci yazısı “Selahaddin Demirtaş’ın Şarkısı” ikinci yazısı da “Mahallenin Arkadaşları”. Hoca, bu iki yazısında ana dilin ne kadar öneme sahip olduğunu dile getiriyor ve biz Kürdleri her zaman yaptığı gibi, bu konuda uyarıyor. Çünkü biz Kuzey Kürdleri ne yazık ki anamızı unutan, onu inkâr eden Kürdler olmuşuz. Peki anamızı bize yabancılaştıran, unutturan kim ve kimler? Bence gerçek düşmanlarımızdan önce Serok ve liderlerimiz. Çünkü her evimizde zalim Türk’ün jandarma ve polisi yoktu ve bugün de yoktur. Boşuna dememişler “Balık baştan kokar” ki o balık da halkı örgütleyen Serok ve liderlerimiz.
Evet, hiç şüphesiz 1960 öncesi, anamız bizim için bir Xızır, bir Düzgün Baba ve kainati yaratan Xwedê idi. Ama 1960 ve 65’ten sonra bu toplum içinde yeni bir hava esmeye başladı. Bu hava Moskova’dan, Pekin’den ve Tiran’dan, yani Doğu’dan, Kuzey’den, Batı’dan geldi, Kuzey Kürdistan’ın bütün coğrafyasına yayıldı ve bu üç değişik hava Kürdü hem sersemleştirdi ve hemde kendisine yabancılaştırdı. Bu yabancılaştırmanın içinden sözüm ona Kurtarıcı Seroklar, Liderler çıktı, ki bu kurtarıcı Seroklar, Liderler önce birbirlerini düşman görerek, kitlelerini de birbirlerine karşı tepki temelinde örgütlediler. Bilinçsiz zavallı kitleler Serok ve liderlerin fermanıyla birbirlerinden binlerce beyin insanını öldürdü. Sonra yine Serok ve Liderlerden her biri yeni bir teori ile zavallı halkımızı kandırarak, binlerce yıllık örf, adet ve tüm değer yargılarımıza karşı düşman haline getirip, Şehy’i Seid’i, Ağa’yı da aynı kefeye koydular. Onların ve kendi ana dillerini makas ile keserek, onun yerine düşman tabiplerinin vasıtasıyla, düşman dilini şekerli bir ameliyatla ağızlarına alarak, ana diline “Kaka ve Kıx” demeye başladılar. Hele kendini en büyük kurtarıcı lanse eden kişi “Biz Özgür ve Bağımsız Bir Kürdistan Kursak da, Kırk Yıl Düşman Dilini Kullanacağız” dedi ve gerçekten de müritleri onun fermanını yerine getirerek, ana dillerini ilkel bulup, düşman dilini kendi yaşamının bir güvencesi saydılar ve bugünde aynı duygu ile saymaktalar. Çünkü büyük kurtarıcı, büyük Şehy Musa ve benzerleri “Dil önemli değildir” demişlerdi. Eğer, Şehy Musa ve benzerleri “Bir ulusun iki önemli ögesi olmazsa, o ulus, ulus sayılmaz” deseydiler, bugün ne “Evliya” dediğim Sayın İsmail Beşikçi böylesi bir şikâyette bulunurdu ve ne de ben böylesine bir yazı yazardım. İşin çok ilginç yanı, küçük Güneydeki -yeni adı Rojava- ve Kafkas eski Sovyet Cumhuriyetlerde yaşayan soydaşlarımız da, büyük Serokumuzun sayesinde düşman dilini düşmandan daha düzgün kullanmaya başladılar. Örneğin çok sevdiğim, Kızıl Kürdistanlı merhum Eskerov’un oğlu Hejarê Şamîl.
Evet, büyük kurtarıcılarımız, zavallı halkımıza bir ulusun dört ögesinden bahs ederlerdi. Bir: Dil birliği. İki: Coğrafik birlik. Üç: Ekonomik birlik. Dört: Kültür birliği. Ama dedikleriyle yüzde yüz çelişiyorlardı. Dil birliğinden bahsedenler, kesinlikle kendi halkıyla kendi ana dilini konuşmuyor, hayatın her alanında düşman diliyle konuşuyor, propaganda yapıyordu. Coğrafik birlikten bahsedenler, ben gibi kendi coğrafyasında yaşamıyor, başka coğrafyalarda yaşıyorlardı. Ekonomik birlikten bahsedenler, sofralarında pirzola, levrek, havyar, viski, votka, rakı, likör eksik olmazken, zavallı halkımız zulüm altında ayran ve ekmek ile karın doyuruyordu. Kültür birliği diyenler, Şam’da ve Avrupa’nın çeşitli gece kulüplerinde Caz müziği eşliğinde dans eder, sözüm ona modern Avrupalı gibi kravat ve papyon takar, govend’î, def û zurne’yi unutmuş ve onu küçümsüyorlardı. Sahip çıkan yine zavallı halkımızdı.
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim, aynen böyle. Bana göre Serok ve liderlerimiz, onların hocalarının bir ulusun dört ögesinin hangilerinin çok daha önemli olduğunu halkımıza anlatmıyorlardı. Yine bana göre bir halkın ekonomik birliği olamaz. Köyde yaşayan bir Kürd’ün ekonomik durumu, şehirde yaşayan bir Kürd’ün ekonomik durumundan çok çok farklıdır. Kültür birliğine gelince; yine bana göre her nesil kendine göre bir kültür yaratır. Mesala ben Kürd’üm ama, köydeki kardeşim gibi değilim. Onun hayâl bile edemediği bir kültür içindeyim. Bu gerçek Kürd şehir ve köylerinde de böyledir. Bence en önemli unsur ve bir halkı somut şekliyle belirleyen ve tanıtan iki öge vardır. Bir: Dil birliği. İki: Coğrafik birlik. Eğer dil birliğin yoksa, bir ulustan bahsetmen doğru olmaz. Eğer bir evin, yani içinde yattığın bir kulüben, üstünde yaşadığın sana ait bir coğrafyan yoksa, sen bir evsiz, barksız, coğrafyasızsın “Evim var, coğrafyam var” diyemezsin. İşte Evliyam İsmail Beşikçi Hoca, bu gerçeğe parmak basıyor ve bu hususta biz Kürdleri uyarıyor. O, “Ananıza, sizin olan evinize sahip çıkın” diyor ki yerden göğe kadar haklıdır. Avdo Efendi milyonları peşine taktı ve onun için bütün insanlık tarihinde görülmeyen yüzden fazla insan kendini yaktı. Eğer o, “Düşman dilini evinizde, kendi aranızda kesinlikle yasaklayın, her evinizi bir okul yapın” deseydi, bugün ne ben bu şikayetimi yapardım ne de Evliya Hocam İsmail Beşikçi öylesine bir uyarıda bulunabilirdi. Yani bütün Kuzey Serok ve liderleri, kendilerini dinleyen üyelerine, arkalarında giden ve onlara inanan kitleye bunu söylemedikleri gibi, kendileri de ne çocuklarıyla ana dillerini konuştular ve ne de eşleriyle. -Ben gibi ana dili Türkçe olan hanımlarla evlenenleri ayrı tutuyorum- Mesela Kesire Yıldırım Kürdçe biliyordu. Annesi benim annemin dayısının kızıydı; ama Avdo onunla Türkçe konuşuyordu. Selahaddin Demirtaş, hem Zazacayı ve hemde Kurmanc lehçesini biliyor ve milyonlar onu seviyor. Ama O’da sevenlere bunu söyleyemedi. Hatipliği Türkçe idi ve gerçekten de güçlü bir hatip ve Gürcü Reco’nun minder güreş rakibi sayılırdı. Onun için de Reco onu kotese koydu. Selahaddin hapiste bir kitap yazdı Türkçe öyküler. Kitabın ismi “Seher” okudum, ama beğendiğimi söyleyemem. Çok bilinen ve basit öyküler, edebi yanını da görmedim. Tabii bu bana göre. Ayrıca bir Türkçe şiirini -Kürdçe şiir yazdığını duymadım- besteleyerek türkü yapmış, “Kızları çalmış, eşi de seslendirmiş” diyorlar, ki Evliya Hocam’ın da sitemi bu Türkçe türkü ve onun onu seven Kürdlere “Her evinizi bir Kürd okuluna dönüştürün” dememesi, ki bu sitemi yerden göğe kadar haklı. Ayrıca Sayın Selahaddin kardeşimin kendi evinde çocukları ve eşiyle hangi dili konuştuğunu da bilemem.
Evet sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim; ben bu ana dil için çok acı çektım. Eşimin Kürdçe bilmemesi, üç çocuğumla hiç Kürdçe konuşmamam, ben çocuklarımla annemin arasında çelikten bir duvar örmüştüm. –babam ben 16 yaşımda iken ölmüştü- Eğer ölmezsem gelecek yazım Kürdçe olacak ve ben bu konuya değineceğim. Yani Anne, baba ve torunlarının acı hikâyesini. Hem benim ve hemde ölen ağabeyim ve eşi yengemin acısını.
Öyle bir yazıda buluşmak umuduyla, dil için -kastım Ana Dilim- Kürdçe yazdığım iki dörtlükle yazıya son vereyim.
Zimanê Dayîkê Çî ye?
Ziman dê ye, ziman bav e
Ziman roj e, ziman tav e
Te dijînî xwedî dike
Oksîjen, hewa, nan û av e.
Ziman ku nebe tu ne mirov î
Li ser deşt û çîyan wek hirç û hov î
Nizanî tu kî yî, bê dê û bê bav î
Ajalê bê hiş î, tenê xudan guhan û çav î.
21-7-2018 Sydney.
Not:
Duydum ozan Şivan Perwer’in babası vefat etmiş. Bu vesileyle ona ve onun bütün aile fertlerine başsağlığı diler, babası Xelil’in “Toprağı bol, Kürdistan doğasının rahmeti o toprak üstünden eksik olmasın” diyorum. Hepimiz o yolun yolcusuyuz. Saygılarımla.