Sevgili okuyucu kardeşlerim, çocukluğumda, yani 16 yaşıma kadar doğup büyüdüğüm, Dersim Beldesi’nin “Kupık” adlı köyümde hem çobanlık ve hemde reçberlik yaptım. Beş yaşımdan sonra oğlak, kuzu ve danalara, daha sonraki yıllarda ise köyün 16 evinin tüm davarlarını sıra bize geldiğinde götürüp otlatırdım. Yani 16 ev nöbetleşerek bu işi yapardık. Köyün diğer iki kısmı, onlar ayrı ayrı bizim gibi nöbetleşerek hayvanlarını götürüp otlatırladı. Ben ise her 16 günde nöbet sırası bize gelince koca sürüye çoban olurdum. Tabi ben yalnız değildim. Bazen ablam, bazen annem ve bazen de babam ile birlikte bu işi yapardık. Köyümüz 6 mahalleden oluşuyordu. Bu 6 mahallenin evlerinde istisnaların dışında her evin tavuk ve horozları vardı, ki çoğu zaman köylüler tavuklar için kavga ederdi. Çünkü tavuklar bostanlarına giriyor, bostana hasar veriyorlardı; kavga da bunun için oluyordu. Kavganın bitme zamanı bostanların sararıp yok olmaları, ekinlerin biçilip herkesin harman sonrası zahirelerini ambarlara doldurmaları dönemi geldiğinde oluyordu. Yani artık tavuklar o zaman tam özgürlüklerine kavuşuyor, sabahtan akşama kadar bostan ve ekini biçilmiş ev önündeki tarlaları dolaşıp gagalarıyla bir şeyler bulup karın doyuruyorlardı. İşin ilginç tarafı, tavuklar bazen de Kürdçe “Huli” dediğimiz, Türkçesi Kartal olan yırtıcı kuşun havada uçtuğunu gördüklerinde, gözlerini kapatıp gıdaklayarak sağa, sola kaçmaya çalışıyorlardı. Tabi Kartal da öyle boş uçup gitmezdi. Aniden, yıldırım hızıyla saldırır, tavuklardan birisini kapıp götürürdü.
Sevgili okuyucular, bu tavuklar hikâyesini size niçin anlatıyorum? Elbet bir sebebi olmalı.
Sebep, inanın, bazı insan-topluluklarının kümeste ve dışarda otlayan tavuk topluluğuna benzedikleri için söylüyorum. Biliyorsunuz tavuklar uçmaz. Hatta tavukların uçmamalarının sebebini şöyle bir uyduruk hikâye ile anlatırlar: Efendim, Tanrı bütün kuşları yaratırken, bütün kuşlar “Yarın Tanrı’nın izniyle uçacağız” dediklerinde tavuklar: “Tanrı izin verse de, vermese de uçacağız” demişler. Ertesi gün bütün kuşlar uçmaya başlamış, tavuklar ise bütün çabalarına rağmen uçamamışlar. Yani onlar Tanrı’ya karşı geldikleri için, Tanrı’da onlara ceza olarak uçmama cezasını vermiş.
Evet konuya dönersek, tavuklar havadaki Kartal’a doğru değil, çünkü uçamazlardı. Zavallılar gözlerini kapatarak, var güçleriyle bağırıp sağa, sola kaçıyorlardı. Yani onlar kendi içgüdüleriyle Kartal’a doğru
koştuklarını zannediyorlardı. Tilkiye gelince, inanın, tavuklar tilkiyi gördüklerinde, gözlerini kapatıp, var güçleriyle bağırarak tilkiye doğru koşarlar. Tilki hepsini teker teker boğduktan sonra birini alır gider. Eğer tavuk sahipleri tilkinin boğduğu tavuklarını görmezse, tilki tekrar gelir, başka bir tane alır götürür. Kısacasıtavuklar düşmanı olan tilkiye kendi iradeleriyle kurban olurlar. İşte bunun için “Tilkiye Doğru Koşan Tavuklar” başlığını bu yazıma uygun gördüm. Ha unutmayayım eril eşeklerde kurdu her gördüklerinde, onlarda anırarak kurda doğru koşarlar. Bu olaya defalarca şahit oldum, köy sürüsüne çoban olduğum günlerde.
Değerli okuyucu kardeşlerim, sizce dünyamızda tavuğun bu tavır ve alışkanlığını kendine ilke yapan hangi insan topluluğu var? Tabi bu sorum aklı başında olan, dünyayı iyi tanıyan, her söze -küfür, hakaret hariç- kızmayan, hoşgörü sahibi kişi ve toplumlar içindir, ki sizleri de bu kategori içinde görüyorum.
Evet sevgili kardeşlerim, yüzyıldan beri, düşmanını dost bilen Kürd toplumunu tavuklara benzetirsem, bana kızar mısınız? Alın size Türkiye Cumhuriyet tarihi. -Geçmiş yüzyılları bir yana bırakalım- Bu tarih süreci içinde Kürdler ne kadar dost ve düşmanını tanıdı? Koçkiri’de, Piran’da, Ağrı, Zilan ve Dersim’de öldürülen yüzbinleri kim öldürdü? Kürd bu soruyu kaç kez kendine sordu?
Ya kaç gün önce “Türkiye” denen zalimler ülkesinde sözüm ona yapılan seçimde, Kürdlerin çoğunluğu kimlere oy verdi? Oy verdiği kişi ve parti değil miydi, iki yıl önce sekiz on şehir ve kasabamızı yerle bir
eden, on binden fazla insanımızı barbarca öldüren? Hele bir bakın seçim sonuçlarına. HDP 2014 genel seçiminde 80 Milletvekili ile Türk’ün zalim meclisine girmişti, ki o zaman yukarıda bahsettiğim barbarca zalimlik Kürdün başına gelmemişti. Ya dünkü seçimde kaç kişiyle o meclise girdi? Kürdü imha eden parti eğer Urfa gibi bir şehrimizde 8, Şırnak 1, Batman 1, Bayburt 1, Van 3, Siirt 1, Muş 2, Mardin 2, Maraş 6, Malatya 4, Kars 2, Hakkari 3, Gümüşhane 2, Antep 8, Erzurum 4, Erzincan 2, Diyarbekir 3, Bitlis 2 ve Elazığ’da 4 milletvekili çıkarıyorsa, Kürdün oturup derin derin düşünmesi gerekiyor. Peki ben düşman kişi ve partilerine oy veren bu toplumu tilkiye doğru koşan tavuklara, benzetirsem haksızlık mı ediyorum? Hani Kürdler artık AKP’ye eskisi kadar oy vermeyeceklerdi? Hani Kürd toplumu artık dostunu, düşmanını tanıyordu? Hani düşman hapishanesinde esir olan Selahaddin Demirtaş, Kürdistan’da Gürcü faşist Erdoğan’dan daha fazla oy alacaktı? Hatta bazı kişi ve yazarlar, Erdoğan’ın gidici olduğunu söylediklerinde ben, gülerek: “Kesinlikle Erdoğan birinci turda çoğunluğu elde ederek, yeni bir Osmanlı padişahı olacağını” söylediğimde beni sert bir dille eleştiren ve kızan çok şaşkınlar olmuştu yaşadığım bu güzel şehirde. Yani Sydney’de. Ben onlara hep şunu söylemeye çalıştım: “Beyler yaşım 83, ben TC tarihinde Erdoğan gibi, tavuk beynine sahip Türkiye ve Kürdistan bölgesinde yaşayan toplumun nabzına göre sersemleştirici morfin şerbetini ve qût dağıtan bir başka kişi görmedim ve tanımam” dediğimde, adamlar bana: “Sen bir şey bilmiyorsun Rıza Çolpan. Bak göreceksin Erdoğan gidecek” diyorlardı, -Memo kardeşimde-ama gitmedi ve birinci turda yüzde 53’e yakın ezici bir çoğunlukla Başkan oldu. Adam annesinin gözü. Şeytan’a ters papuç giydiren kişi. Reco, ülkede yaşayan bütün tavuklara şekerli qût, yani yem yedirir, şekerli şerbeti içirir ve o tavuklara kocalık görevini yapan horozlara da bin bir odalı kocaman bir kümes yaptı, kendisi de bütün tavuk ve horozlara Kral oldu. O ve horozları her istedikleri zaman tavukların üstüne çıkarak şeylerine osurur, fıs yapar, onlara civciv yapacak yumurta yumurtlatır, ama kör gözler bunu görmez. Evet sevgili okuyucular, aynen böyle, ama bu durumu anlayan ve gören çok az sayıda insan var. Özellikle de Kuzey Kürdistan da yaşayan, dostunu ve düşmanını tanımayan biz Kürdlerin acıklı durumu bu. Kısacası biz Kürdler hep tilkiye doğru koşan tavuklar, kurda anırarak koşan şey olmaktan bir türlü kurtulamadık. Ne zaman tilki, ne zaman kurt olacağımız da meçhul. Yani bir türlü aklımız başımıza gelmedi. Hep düşmanlara kul köle, onları koruyan silah olduk. Savaşlarda onları koruduk, yüzbinlerce öldük, barışta ise İslâm ve onun Ümmet anlayışı, solculuğun da yoldaşlık ve halkların kardeşliği, et ile tırnak, kız alıp, kız verme, masallarıyla uyutulduk; ne zaman da uyanıp dostu düşmandan ayıracağımız meçhul. Dilerim bu meçhullük uzun zaman almasın.
Böylesi bir dilekle, birde bir iki sorum olacak. Birinci sorum, Edirne’de düşman hapishane ve zindanında yatan, yaşam tüketen, hatip ruhlu, genç, dinamik, fakat özgür beynini başkalarına ipotek eden Selahaddin’e sormak istiyorum. Selo Can, hani sen Kasımpaşalı Devşirme Gürcü Roco’ya “Seni Başkan yapmayacağım, yapmayacağız” diyordun? Ama adam önce senin dokunulmazlığını kaldırarak seni diğer 10 arkadaşınla kotese koydu; -100’e yakın Belediye Başkanları ve diğer binlerden bahsetmiyorum- 24 Haziran baskın seçimin sonunda da, alavere, dalavere ile de olsa adam Başkan oldu, sen ise iki yıldır onun kotesinde esir olarak yatıyorsun; ama 2014 genel seçimde sana ve partine oy veren 7 milyona yakın insan senin esirliğine seyirci. Peki neden sen ona “Seni Başkan yapmayacağım” dedin? Sana ne Türk’ün Başkanlığı, Arab’ın Halifeliği, Şeyhliği ve Fars’ın Şahlığı? Unutma o hendekler kazma ve küreklerle kazılmadı canê min. Neden mani olmadın o yanlış durum ve harekete? Sen: “Benim PKK ile bir bağım yok, eğer olsa onu söyleyecek cesarete sahibim” diyorsun. Peki senin bu dediğine düşman inanır mı? Ağabeyin dağda, küçüğün Avrupa’daki PKKlılarla ilişki içinde. Bunu düşman bilmiyor mu? Zaten düşmanın yüzlerce casusu var bu parti içinde; onlar seni pirüpak olarak mı devletine tanıtırlar? Elbette hayır ez gori, ez qurban. Selo Can, inan senin için çok üzülüyor, seni bir oğlum ve kardeşim gibi de seviyorum, ama yanlış yerde yer aldın ve birçok kişi içten sana düşman, dışta ise sana dost görünene kurban oldun. Birde İmralı’da sana Başkanlık nasıl olur? diye ders veren kişiyi düşün…………………
İkinci sorum da 2014 yılında HDP’ye oy veren 7 milyona yaklaşık kişilere. Neden Başkanınız esir alındığında bir ses çıkarmadınız? Hani siz ölümden korkmuyordunuz? Hani halkların kardeşliği? Hani siz bir daha Türk’ün ırkçı ve faşist partilerine oy vermeyecektiniz? Oysa MHP gibi faşist bir parti Kürdistan’da 2,5 milyon oy alıyor. Neden bunun ve Başkan’ınız için sokaklara çıkmıyorsunuz? Neden sesiniz, sedanız çıkmaz? Kısacası siz ne dostunuzu tanıdınız ve ne de düşmanın kim olduğunu. Siz atalarımızın bize miras olarak bıraktıkları şu önemli nasihati unuttunuz lo. Miras bırakılan söz ve nasihat şu: Kürdçesi: “Çermê beraz nabe post, Tırk jı me ra nabın dost”. Türkçesi: “Domuz derisinden post, Türk’ten dost olmaz” sözünü bir türlü hatırınıza getirmediniz. Çok yazık, çok yazık. İnanın uzak bir diyarda, refah ve özgür bir toplum içinde yaşamama rağmen, sizlerin tavuk misalı durumuna çok üzülüyorum. Dilerim artık bu tavuk alışkanlığını bırakır, dostu düşmandan ayırt eder, tavuk değil, Kürdistan’ın kutsal dağ, tepe ve ovalarının Şêr Pılıngî olur, bütün çakal, tilki ve domuzları o topraklar üstünden yok edersiniz. Böylesi bir dilekle, konuyla ilgili ana dilimle 26-6-2018 günü yazdığım bir kaç dörtlükle son vereyim.
Şîyar be Kurdo Şîyar be.
Hezar sal e dîl, xulam î
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Tu ne ajal, tu zilam î
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Rabe tu li xewa giran
Ku tu nebî nêç’ra guran
Nekev dewsa mî û keran
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Bes e evqas lo bindestî
Kêr goşt birrî gîhîşt hestî
Çira bira bê helwestî?
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Çavan veke li cîhanê
Binêr naske tu jîyanê
Bibêj “Kurd im” li meydanê
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Ji dijmin ra nebe heval
Nede biran xeser, zewal
Tirk, Ereb ra nebêj “Heval”
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Dijminek jî har Faris e
Ew ne genim, qût garis e
Bêbext e, zalim e, teres e
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Ew dijmin in, ew neyar in
Gurên birçî hov û har in
Çira em Kurd li bin bar in?
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Tevbigere wekî mêran
Wekî piling, wekî şêran
Piştê bide pişta biran
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Dost û dijmin hev cihê ke
Kî yar, neyar lo rind seke
Ji xulaman bawer neke -şîrikên dijmin-
Şîyar be Kurdo, şîyar be
Riza dibê “Kurdo bes e
Tirk, Ereb, Faris teres e
Teşîya wan tu nerêse
Şîyar be Kurdo, şîyar be”.
Not:
Sevgili okuyucular, biliyorum, bu dörtlüklerimi okuyan bazı kişiler kızacak ve bana “Ne diyorsun be adam, biz meydanlarda, savaşıyor, dostu ve düşmanlarımızı da tanıyoruz” diyeceklerdir, ama bence yanılıyorlar. Çünkü düşmana karşı tek bir gurubun savaşını kimse yeterli bulamaz. Önemli olan bütün ulusal güçlerin birlikte düşmana karşı yekvucüt olarak savaşmaları bir zorunluluktur diye düşünüyorum, ama biz Kürdlerde ne böylesine bir birlik var ve ne de birbirimize karşı kardeşçe bir yaklaşım. Bütün ulusal güçler birbirlerine düşman. Bazılarıda düşmanlarla can-ciğer. Kör olmayan gözler bunu rahatlıkla
görüyor.
Saygılarımla.
rizacolpan@gmail.com