Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, “İnsan” denen biz insanlar acaba kaç yüz bin, kaç milyon, ya da kaç milyar yıl önce bu dünyamızın kara toprağının üstünden, ya da içinden nasıl çıktık? Anne ve babalarımızın anne ve babaları nasıldı, kimlerdi? Nasıl bebeklikten çıkıp iki ayak üstünde yürümeye başladık? Bebeklikte anne ve babalarımız bizi nasıl soğuk ve sıcaktan, yırtıcı aç hayvanlardan; örneğin aslan, kaplan, kurt, tilki ve çakallardan korudu? Anne ve babalarımız bizi nasıl büyütüp kendileri gibi hale getirdiler? Onlar nasıl birbirleriyle, bir arada yaşayıp, birbirleriyle konuştular? İlk konuştukları dile ne ad verdiler? Bugünkü tarihçilerin dediği gibi ilk insanlar bundan iki yüz bin yıl önce Afrika kıtasından çıktığını söylüyorlar, peki o zaman koca Asya, Avrupa, Amerika ve Atlantik’te insanlar yok muydu? Eğer ilk iki insanın (erkek ve kadının) sevişmesinden meydana gelen bugünkü insanlar neden dört renkli? Bu dört renkli insanlar nasıl bir anne ve babanın torunları olabilirler? Diğer bir soru: Gerçekten bütün kâinatı ve dünyadaki bütün canlı varlıkları, dağları, denizleri, yaratanın insanüstü bir varlık, “Tanrı” olduğu söylenir; peki bu Tanrı’yı gören kim? Eğer kimse görmemişse, görünmeyen bir şeye ad verilir mi? Matematikte sıfır nedir? Yokluktan varlık çıkara bilinir mi? Bu mümkün mü? Ama ne yazık ki bugün mavi gök kubbesi altında yaşayan 7 milyar insanın en az 6 milyarı, görünmeyen, bilinmeyen bir yoka inanmakta ve bu yok için akla gelen her türlü canavarlığı yapmaktadırlar. İnsanlık tarihinde, insanlar, kendileri için görülmez, bilinmez bir canavar, bir düşman yaratmış, onun için hem birbirlerini öldürmüşler ve hem de zavallı konuşmayan, yaratıcı beyni olmayan bazı hayvanları kurban etmişler. Örneğin, koyun, keçi, inek, öküz, deve ve bunların yavruları. Peki insanların hayâli olarak yarattıkları bu yüce Tanrı, eğer koca bir kainatı yaratmışsa, onun yarattığı canlıları niye ona kurban etsin diğer bir canlı yaratık? Yani insan. Onun kurbana, ete ne ihtiyacı var? Zaten koca kainat bütün varlığıyla onun malı. Peki insanlık tarihinde ilk dini yaratan kim? Elbette “İnsan” denen bizler. Peki bizim Tanrı’ya, ya da onun bize ne ihtiyacı var? Onun için günde beş vakit namaz kılmamıza, senede onun için otuz gün oruç tutmamıza ne ihtiyacı var? Oysa ne bizim hayâli olarak yarattığımız Tanrı’ya bir ihtiyacımız var ve ne de onun bize. Çünkü yok, görünmez, bilinmez. Ama biz insanların birbirimize ihtiyacımız var. Yemede, içmede, giyimde, sevinç ve kederde ortağız biz. Tarihte ilk dini yaratan kişinin kim olduğunu kesinlikle bilemeyiz. Rivayetler çok. Bilmem 24 bin Peygamber, birinci Zerdeşt’ten, Êzîdîxan, Musa, Buda, İndu, İsa, Mekkeli Muhammed ve Abdul Baha’ya kadar. Kanımca ilk dini yaratan, kötülükten insanları biraz korkutmak, uzak tutmak için birtakım şeyler söylemiş, nasihat etmiş. Daha sonraki dinler hep birbirine karşı tepki temelinde oluşmuş ve toplumları birbirine düşman etmişler. Örneğin Hıristiyan dinin kurucusu Yahudi İsa değil, ondan sonra onu seven 12 Havarisi. Peki Hıristiyan dini koca Avrupa kıtasında ne yaptı? “Dünya dönüyor” diyen kişiyi, yani GIORDANO BRUNO’yu, 1600 yılın başında kilise ateşe attı. Sonra Galileo’da (1564-1642) ateşe atılacaktı, ama o: “Ben dünya dönmüyor desem de, gerçek değişmez” derken kurtuldu. Yani bu din yüzyıllar boyunca koca Avrupa kıtasını ve dünyayı kana boyadı. Ya İslâm dini? Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren Mekkeli Muhammed’in dini? Bugün iki milyara yakın bir insan topluluğu bu din için koca dünyanın diğer bütün toplumlarını düşman ve katli vacip görüyor. Örneğin günümüzde 7’inci asrın Muhammed’in canavar militanları hortlamış, Ortadoğu’yu, ülkemiz Kürdistan’ı kana boyamışlar. Peki niçin bu canavarlığı yapıyorlar? Çünkü şartlanmışlar, beyinleri yıkanmış, birer, iki ayaklı canavar olmuşlar. Yani dünyadaki bütün insanları İslâm dininin Sünni mezhebini kabullenmeye zorlamak; kabullenmeyenleri de kesmek, öldürmek. Kısacası din konusunda zavallı, eğitimsiz, yoksul insanlar, varlıklı ve eğitimli egemen sınıfın insanları tarafından şartlandırılıyor ve canavarlaştırıyorlar. Örneğin günümüzdeki İŞİD İslâm canavarları. Hatırlayın, Şengal’de, Kobani’de bu İslâm canavarları halkımıza ne yaptı.
Sevgili okuyucular, bu tür şartlanmalar, sözüm-ona yalnız din de değil, siyasette de bu tür şartlanma çok. Örneğin Çekoslovakya’da ki sözde Sosyalist Devrim (1960) sırasında, aynı halktan emekçiler “Burjuva” dedikleri kişilerin ağzına para doldurarak yüzlerce kişiyi Prag’da boğdular. Stalin 20 milyon kişiyi öldürttü siyaset adına. Kimlerin eliyle? Şartlandırdığı kendi yoldaşlarının eliyle. Çünkü kendisi komünist bir rejim için şartlanmış, insan sıfatında bir canavardı. Tıpkı Hitler gibi. Ya bizim sözde büyük kurtarıcı, yarı Tanrı Abdo Bey’e karşı sevgi şartlanmışlığına ne diyeceğiz. Bu şartlanmışların yanında Abdo’yu eleştirmek, ölümü, linç edilmeyi göze almak demektir. Abdo, bunlar için yarı Tanrı değil, yaratıcı büyük Tanrı ve Mekkeli Muhammed. Kısacası şartlanma insanları doğruya değil, hep yalana, iftiraya, ölüm ve öldürmeye yöneltir. Abdo için yüzden fazla kişi kendini yaktı. Yani kurtarıcı Tanrı bildikleri için. Oysa o kendini bile dayılarından kurtaramadı ve ayrıca başlarında Tanrı gibi durduğu genç Gerilla ordusundan 17 bin kişiye ajan diyerek yok ettirdi, yüz bine yakın genci de dayılarının ordusuna kurban etti. Ya onun için yakılan, yıkılan 4200 köy, tahrip olan koca coğrafya ve yerinden, yurdundan göç eden 6 milyondan fazla kardeşlerimiz? Ama, bütün bu gerçeğe rağmen, onu kurtarıcı Tanrı bilenler, onun öyle bir güç olmadığın kendi gözleriyle görenler, yakalandığında, yakalayanlara karşı nasıl davrandığını, neler söylediğini kulaklarıyla duyanlar, ona “Bir bildiği var Serok’un, kandırmaca bir taktiği var” dediler. Yani şartlananların gözü kör, kulakları da sağır olur.
Sevgili Kürd okuyucu kardeşlerim, bunları size niçin yazıyorum? Elbet bir sebebi olmalı. Sebep gıyaben, bir sitede yazılarını okuduğum, kitaplarından tanıdığım, üniversite okumuş, eğitimli, yazar bir Kürd kardeşimle devlet meselesi. Bu eğitimli, üniversite okumuş yazar Kürd kardeşimiz her gece rüyasında, gündüzleri de hayâlinde gördüğü cennet misali bir devlet istiyor ve bu günkü bütün dünya devletlerini de zalim, korkunç, öcü görüyor ve bana “Rıza abi, senin istediğin Kürd devletinde Türk polisinin yerini Kürd polisler almış olacak. Bu şu demektir: Bana Türk dayak atacağına, varsın Kürd polis dayak atsın. İşte bu seni irkilten zalim devlettir. Ben bana dayak atacak, zindanlarda çürütecek bir Kürd devleti değil, bundan önce de söylemiştim, olacaksa demokrat bir devlet isterim. Ben, bizler (onlar kimlerse) burjuvalar gelip devletin tepesine çöreklensin ve ülke zenginliklerini yağmalasın diye mi sömürgecilerin zindanlarında çürüyeceğiz? Olmaz Rızo abi, olmaz. Gider evimizde otururuz, o burjuvalar buyursun kendi devletini kursunlar. Devlet burjuvaların devleti mi, yoksa halkın devleti mi olacak? Bende mesele budur” diyor ve Barzani ailesine de ateş püskürterek, bu ailenin Türkiye’deki gayrimenkulleri dudak uçuklatıyor. Kürdler Nêçirvan Barzani krallar gibi yaşasın diye mi onca kan döküyor Rızo abi. Diyelim ki, kuzeyde bir devletimiz oldu ve başına da zorba bir Kürd geçti; orada ne kadar özgür oluruz? Takdir edeceğin gibi Kürdler insanca yaşamak için bunca bedel ödediler, ne yazık ki ödemeye devam edecekler. Sömürgecilerin talan ve sopasının yerine, Kürdün talan ve sopası geçecekse, halk için ne değişmiş olacak? Sen böyle bir Kürdistan’a gelmek ister misin? Stalin’in kurşuna dizdirdiği sosyalistler, yaşasın (Stalin’i, ben ona bahsetmiştim) Stalin diye slogan atarak son nefeslerini veriyorlarmış. Böyle kör bir inanç olabilir mi? Bu nedenle diyorum ki Rızo abi; her millet gibi Kürdlerin devlet kurma hakları vardır ve bu hak tartışma dışıdır. Ama bu devlet egemenlerin devleti değil, halkın devleti olmalıdır diyor. Bir başka yazar da “Mesud Barzani’nin 50 milyar, Nêçirvan’ın ise 20 milyar servetinin olduğunu yazarken, Sayın Nêçirvan Barzani’ye “Cahil, boş-beleşin biri” diyor. Tabi bu yazar, Barzanilerin hangi bankada bu denli paraları olduğunu ve hesap numaraları nedir yazmıyor. Onun yerine bunu ona söyletenler var, ki biz onları biliyoruz. Abdo’nun mürit ve kalemşorları. Yazar kardeşimize gelince, O’da Avdo gibi hayâl ve renkli rüyalar görüyor. İllaki “Demokratik Cumhuriyet, Ortadoğu Konfederalizmi ve Ekolojik Toplum”. Yahu kim istemez ki böylesine bir isteği, adalet dağıtan bir devleti? Kürd hâlâ devlet kurmamış; eğer sen Kürd isen, önce kendi devletini iste, kur, demokratik yapısını da, demokratça, dürüstçe, insani sevgiyle çalış, tam demokratik, adalet dağıtan, eşitliği sağlayan bir kuruma dönüştür. Bu arkadaş bunu düşünmeden, bunu yapmadan, çobanlardan devlet kuracak, o devlet de demokratik olacak. Hadi be sende. Hayatında hiçbir okul kapısından içeri girmeyen, şeş’e “Beş” diyen, eğitim görmemiş, matematik, tarih, felsefe, gerçek insani yaşam için bütün eğitim kurumlarından ders almayan, bu kurumların ders kitaplarını okumayan kişi ve toplumların kurdukları devlet nerede? Tarihte yalnız Spartaküs (M.Ö 73-71) böyle bir devlet kurdu, ancak kısa bir zaman diliminden sonra, okuyan egemen güçler tarafından yıkıldı ve kuranlar başkanlarıyla birlikte çarmıha gerildiler. Bu Kürd kardeşimiz herhalde bu hikâyeyi okumuş ve biliyor, ama nedense gerçeği kabul edemiyor. Kanımca dünyada aklı başında, her insan sever kişinin istediği demokratik ve gerçek adaleti dağıtan bir devlet. Peki o devlet nerede? Yani zenginin, fakirin olmadığı, herkesin yaşam konusunda eşit olduğu bir ülke dünyanın neresinde???
Evet, bence bu kardeşimiz bir gerçeği hep göz ardı ediyor, ki O’da, “Zorba” dediği Kürd’ün devletiyle, Kürdün düşman devletini aynı kategori ve aynı tasın içinde görmesidir. Çünkü Türk solunun zehriyle zehirlenmiş ve şartlanmıştır. Oysa Kürdün zorba devleti, kendi Kürd vatandaşlarının dilini, müziğini, tarihini, bütün örf ve adetlerini yasaklayamaz. Kimseye “Sen Kürdçe konuşamazsın, sen Kürd değil, dağ Türküsün” diyemez. Bütün ülke çocuk ve gençlerine, Kürd okul ve üniversite yerine, Türkün, Fars ve Arab’ın okul ve üniversitesini açamaz. O dilleri kendi halkının dili yerine koyamaz. Dayak atarken “Pis, vahşi, şaki, kuyruklu, bölücü terörist,” diyemez. Ayrıca bu arkadaş Kürd’ün Kürd’e şamarını da düşman şamarı gibi algılıyor. Oysa, kardeş şamarı incitse de kardeşi, düşman şamarı, şamar değil, öldürücü bir silahtır. Top, tüfek, Atom gibi.
Ne ise sevgili okuyucu kardeşlerim, konuyu daha fazla uzatıp başınızı ağrıtmayayım. Şartlanma gerçekten insanları insanlara düşman, gözleri kör, kulakları sağır eden lanet bir eğitim ve yöntem biçimidir, ki dünyamızda bu konuda biz Kürdler şampiyonlar şampiyonuyuz. Eğer böyle olmasaydık, yüzyıllar öncesi bizde bir devlet sahibi olur, zalim Türk, Arap ve Farsların köleleri durumuna düşmezdik. Dünyamızın bütün toplumları devlet sahibi oldular, biz Kürdler düşmanların bütün yalanlarını doğru bilerek, onların kulu, kölesi ve öldürücü silahı olduk. Eğer varsa insanüstü bir güç, bu tür Kürdlere, daha doğrusu bütün biz Kürdlere akıl versin diyorum. Böylesine bir dilekle. Saygılar.