Merhum arkadaşım Hakkı, Kiği’ye bağlı Coneg adlı bir köyün insanıydı. Bir doksan beş boyunda, uzun ve narin, fidan gibi bir vücuda sahip, yakışıklı bir adam. Delikanlılık döneminde kendi yakın akrabası olan Güzel adlı bir bayanla evlenir, ki bugün doksan yılını aşmış Güzel bacı bu yaşına rağmen halen adı gibi güzel. Herhalde Hakkı ile evlendiğinde, bir dünya güzeli kadar da güzeldi. Hakkı, daha sonra eşi Güzel ve yedi çocuğuyla birlikte Dep, yani zalim devletin ismini değiştirdiği bugünkü Elazığ’a bağlı Karakoçan’a gelip yerleşir, oranın postanesinde postacı olarak işe başlar. Yani Dep ile ona bağlı köyler arasında mekik dokuyarak mektupları ve diğer önemli haberleri köy muhtarlarına götürüp iletir, herkes ona “Postacı Hakkı” der. 1971 yılında göçmen olarak Avusturalya’ya eşi ve çocuklarıyla birlikte gelen küçük kardeşi merhum Ekrem’in isteği üzerine, Hakkı’da yedi çocuğuyla birlikte 1972’te buraya gelerek, ben gibi Sydney’e yerleşti. Onunla o yılın aralık ayında tanıştık. Hakkı’nın büyük oğlu Dersim öğretmen okulundan mezun olduktan sonra direk Sydney’e geldi ve O’da burada devlet postanesinde işe başladı. Diğer küçük kardeşleri ise okula başladılar. Büyük oğlundan üçüncü ve dördüncü sıradaki iki oğlu burada okudu, ikisi de üniversiteyi başarıyla bitirip mühendis oldular. Özellikle en son küçük oğlu Haluk, Başkent Kambera üniversitesinin elektrik bölümünü başarıyla bitirip, mühendis olarak Avusturalya donanmasında dört yıl çalıştıktan sonra, o günlerde PKK’ya sempati duyan büyük abisine: “Abi Avusturalya bana dar geliyor, ben Bolivya dağlarına gitmek istiyorum” demesine karşılık, abisi: “Bolivya dağlarına gideceğine, kendi ülkenin dağlarına gitsen daha iyi olmaz mı?” demesi üzerine Haluk buradaki işini bırakarak direk Avrupa’daki PKK’lı Apocuların yanına giderek, ilk defa mesleği gereği Belçika’da MED TV’yi kuruyor. Çünkü o işin uzmanı ve süper zekâlı bir kişilikti Haluk. Med TV’yi kuran Haluk Sayan, demokratik bir ülkede okuyup büyüdüğü için, süreç içinde PKK içindeki anti demokratik davranışları ve başka bir çok olumsuz işleri fark edince, önce kardeşçe o davranış ve kötü işleri eleştirmeye, bir müddet sonra da oturup konuyla ilgili bir kitap yazmaya başlar. Onun bu demokratik anlayışına saygı duymayan, sözüm ona yoldaşları ulu öndere “Bu İngiliz Britanya Ajanıdır” diye rapor edince, gelen emir üzerine hemen onu tutuklayıp dağa gönderip daracık bir mağarada hapsederler. Haluk o daracık ve rutubetli mağarada altı ay çömelerek kaldıktan sonra, bu kez onu oradan çıkarıp Kandil’e cephane taşıyan katırlara gözetim altında çoban yaparlar. Haluk’a aylarca o işi yaptırır, daha sonra bu kez onu gerillaya yemek pişirilen mutfakta bulaşıkçı. Haluk orada bir iskelet haline gelince o süper beyinli kişiyi yok ederler. Ben Duhok ve Hewlêr de, PKK’dan ayrılan bir yeğenimin baldızı, ki bu bayan bir tıp doktoru ve dokuz yılda dağda hem gerilla olarak ve hem de doktor olarak görev yapan biri. Ben ona Haluk’u sorduğumda o bana bu gerçek hikâyeyi anlattı. Bana “Abi Haluk’u nasıl yok ettiler, nereye gömdüler bilmiyorum” dedi. Dönüşümde abisine olayı anlattım; abisi benden birkaç adres istedi, ben o zaman Hewlêr emniyet müdürü olan merhum Ömer Botani ve Kültür Bakanı Nasır’ın telefon numaralarını verdim, ki o dönem Apo’nun kardeşi Osman Öcalan ve Kani Yılmaz’da orada sözüm ona bir parti kurmuşlardı. Haluk’un abisi oraya gidince, önce gidip Osman Öcalan’dan kardeşi Haluk Sayan’ı sorunca, Osman: “Kandil’de onu bir televizyon aletini almak için Hewlêrê gönderdiler, fakat KDP onu tutukladı, ne yaptığını bilmiyoruz” demesi üzerine, bu kez abisi direk Özgür Kürdistan’ın genel emniyet teşkilatının başkanı, bugün de Başbakan olan Mesrur Barzani’ye gidip sorduğunda Mesrur: “Kardeşim, biz böyle bir delikanlıyı kısa bir zaman için tutukladık, sorduk, soruşturduk, ifadesini aldık ve hemen serbest bıraktık. Eğer biz onu tutuklamış olsak, ya da öldürmüş olsak sana hiç çekinmeden söyleriz. İnan biz senin kardeşine en ufak bir hakaret etmeden serbest bıraktık.
Ama daha sonra onun başına ne gelmişse onu bilemiyoruz” diyor, bu kez tekrar Osman Öcalan’a gidince, Osman: “Herhalde Doğu Kürdistan’dadır” deyince abisi geri geldi, bu kez Doğu Kürdistanlı Kamran isminde biriyle Doğu Kürdistan’a gitti, bulmayınca oradan Kandil’deki Karayılan’a telefon ediyor, mevsim de kış, Karayılan tehditkâr bir sesle, “Buraya gel görüşelim” deyince Kamran, “Aman abi delilik yapma. Biz gidersek, bizi de yok edip, fırtınada öldü diyecekler” deyip engel olunca abisi dönüyor, İstanbul’a gelince Sabah gazetesinin aracılığıyla “Ben Apo ve PKK’dan kardeşimi istiyorum. Çatışmada ölmüşse, “Çatışmada öldü” desinler. Yok hastalanıp ölmüş ise, nereye gömdüklerini lütfen bize söylesinler” diyen abisi, gazete de bunu manşet olarak yayınlayınca, PKK kurmayları ve buradaki müritleri kardeşini soran kişiyi hain ilan ettiler, ki zavallı doksanlık anne tüm olanlardan habersiz ve hâlâ oğlu Haluk’un gelecek gününü beklemektedir. Yine ne yazık ki 17 bin iç infazın annelerinden hiçbir tepkinin gelmemesi ve sadece devlet destekli 33 beyaz tülbent ve türbanlı annenin çağrıları ve bir soysuzu da aralarına almaları utanç verici. Bir diğer utanç verici olay, 30 milyonluk bir halkın kaderinin, bilinmeyen gizli bir senaryo sonucu düşman elinde esir görünen birine bağlanması ve bütün Kürd Parti ve kurumlarından buna karşı birlikte bir tepkilerinin olmaması. Kısacası PKK binlerce süper zekâlı gencin beyinlerini Dehaq’ın yılanlarına yedirdi; ne o gençlerin analarından bir tepki aldı ve ne de babalarından. Sed yazık, hezar mixabin. Em in ev gela.