Sevgili okuyucu kardeşlerim, mezarlığa adım adım yaklaşanlardanbiriyim. Orada kazılacak derin ve karanlık çukur beni bekliyor. Her insanın gideceği çukur o karanlık, iki metrekarlik yer. Orada ne “Cennet” denen bir yer var, ne katran kazanları, ne cehennem ateşi, ne
kıldan ince, kılıçtan keskin sırat köprüsü ve ne de 70 cihan güzeli, ince belli, sülün ciltli, nar dudaklı, mercan dişli, elma yanaklı, kaşları yay, kirpikleri ok misali, boy boy sarı ve siyah saçlı, mavi gözlü, hatta ceylanımsı, zeytin karası, reş-belek gözlü huri melekler.
Melekler karıncalar, zebaniler yılan ve fareler. Sırat köprüsü ise etsiz kalan kemikler ve o kemikler üstünde dolaşan, kemiren karınca ile fareler.
Dünyamızda bu gerçeği bilen ne kadar insan var?
Bir başka sorum.
Sahiden yeraltında cennet, cehennem ve sırat köprüsünü, kaynayan cehennemin katran kazanlarını, elinde demir balyozları bulunan ejderha gibi zebanileri ve yukarıda tarif ettiğim 70 cihan güzeli huri-meleğin yer altında bir ölü mümine verildiğini gören biri, bilen biri var mı?
İslam dünyasında yaşayan insan sayısı, bir buçuk milyardan fazla. Hıristiyan dünyasındaki insanların sayısı kanımca daha da kabarık. Alevi, Musavi, Hindu, Buda, Bahayi, bunların toplam sayısı ne kadar bilemem.
Bugün dünyamızda yaşayan bütün insan sayısının 7 milyara yakın olduğu söyleniyor. Bu 7 milyardan kaçtan-kaçı egemen sınıf insanlarının bu dünyadaki cennet’te yüzlerce huri-melek ile kuş tüyü yatakta seviştiğini, sofrasında kuş südü, levrek, stakoz, havyar, pirzola, kuzu kebap ile rakı, şarap, kanyak, votka, viski ve her çeşit likör içtiğini biliyor????????
Bu egemen sınıf, 7 milyardan kaçtan kaçıdır?
Bunların en güçlü silahları ne?????????????
Kanımca bu dünyanın sefasını süren bu asalak, kan emici, tüm insanlığın düşmanı egemen güçlerin sayısı bir kaç milyonu geçmez. Geriye kalan milyarlar açlığı, sefaleti, evsiz, barksız yoksulluğu bir Tanrı kaderi olarak bildikleri gibi, hep birbirine de yabancı ve düşman.
Kim bunları birbirine düşman etmiş ve düşmanlığın panzehiri ne?????
Bunların düşmanlığı kimin yararına?
Bunların kanını kendilerine kanyak, rakı, votka, viski, şarap ve likör yapan, vucütdaki etleri de levrek, stakoz, havyar, pirzola, kuzu kebabı yapıp köşk, saray, villa ve denizlerdeki yatlarda yüzlerce huri-melekle yaşayanlar kim?
Ahhhhhhhhh bu soruların cevabını dünyadaki ezilen sınıfın bilmesini ne kadar isterdim.
Sahiden bilenlerin sayısı kaç?????
20’inci yüzyılın başında Çarlık Rusya’da sözümona bir ezilenlerin devrimi oldu. Yani 1917, 17 Ekim devrimi?
Sahiden o devrim Sovyetler Birliğindeki tüm insanlara ne verdi?
Stalin ve Bırejnevler, kolhoz ağaları nasıl yaşadı ve halkın genel yaşamı nasıldı?
Bir cin pantoluna muhtaç erkek emekçi, bir cin eteğe ve naylon çoraba muhtaç emekçi bacılar. -bu gözler bunu gördü-
Kimdi bunlar, sayıları ne kadardı?
Ya bugün Çin ve Viyetnam da durum nasıl?
Küba bir cennetmiş. Sahiden öyle mi?
Fidel Kastro kimin dostuydu? Gördük, tanıdık.
Evet sevgili okuyucular. İnsanlık tarihinin başlangıç noktasında ve insanın “Xırç” yani ağaçtan sivri uçlu şiş ve tekeri yapmasından sonra, şiş ve tekeri yapan kişi ve kişiler, şişi ve tekeri güçlünün yararına kullandı. Yani birbirlerini öldürmek, güçlü bildiği efendisinden bir kemik ve bir de aferin almak. Çünkü fizikmen güçlü olan kişi, gücünü kullanarak bu iki insanın icadını zora dayalı olarak ellerinden aldı. İşte emekle fiziki zorbalığın insanlık tarihine çıkış noktası bu dönemde başladı ve güçlü, Şeytan zekâlı adam kendine bağlı xulamları bularak, günümüzde “İlkel” dediğimiz yaratılan bu iki icat ile insanlar arasına ilk düşmanlık nifakını soktu ve anaların her şeyi kendi aralarında paylaştığı dönem son buldu. Ana oldu bir köle, satılan bir meta. Çocukları bunu görmesine rağmen, onun yasalarını bir yana bırakarak, her biri güçlünün birer silahı oldu. Güçlüler çoğalıp, ticaret pazarları da kurulunca, bu kez güçlüler arasında önce rekâbet, sonra da savaş ve şer başladı.
Peki savaş ve şeri çıkaran kişiler mi birbirini öldürdü; ya da öldürüyor??????
İstisnalar dışında hayır. -Hele bugün hiç değil- Ölen, birbirlerini öldüren bir lokma ekmek ile satın alınan emek üreten, fakat bu emeği zorba, Şeytan zekâlı güçlüye verenler, bunu da bir kader ve Tanrı buyruğu telâkı eden emekçiler. Şeytan zekâlı zorbalar onları kendi yaşam zevkleri için birbirine karşı getirdiklerini bir türlü göremediler ve bu ahlaksız haksızlığa karşı güç birliğine gidemediler. Hayatın her alanında emek üreten emekçiler, “Emek sahibi biziz” deyip güçlerini Şeytan, zalim ve güçlü zorbalara karşı bir türlü birleştiremediler, geldiler bugüne.
Evet, dün dünyadaki durum bu idi. İnsanlar dünyada kaç kıta var, dünyanın yüzölçümünün ne kadarı deniz, ne kadarı kara toprak parçası; dünya güneş etrafında mı dönüyor, yoksa güneş mi dünya etrafında dönüyor bilinmiyordu; ama günümüzde dünyanın güneş etrafında saatte
108 bin kilometre hızla döndüğünü, dünyada kaç kara parça kıtanın olduğunu, insanların uzay yolculuğunda olduğu, her alanda bilimin çok geliştiğini, kısacası artık dünyanın küçük bir köye dönüştüğünü ve bu köyün de bütün coğrafik yapısının fotoğrafının bir kutu içerisinde ve
o kutunun da herkesin cebinde olduğu bir zaman birimi içinde yaşıyoruz.
Yaşıyoruz ama, ne yazıkki emek üreten dünyadaki tüm emekçilerin gözleri bunu net göremiyor, kulakları da sağır, ama kendi alınteri ile toprak altından çıkardıkları her türlü madenlerin pazardaki artıdeğerinin kime gittiğini, öldürücü silahların onların elleriyle
yapıldığını ve onlarla birbirlerini öldürdüklerinin farkında değil ve bu bilinçten yoksunlar.
İnsanlık tarihinde zalim ve barbar egemen güçler kölelerine yüzbinlerce insanüstü Tanrı yarattılar. Tanrılar onların koruyucusu, emek üretenlerinde celladı ve Azraili oldular.
Hele Semavi dinlerin çıkışıyla, Tanrı’nın bir olduğunu söyleyen egemen ve zorba güçler -İsa hariç- sözümona Peygamberlerin Tanrı’sı daha da gaddarlaşarak, emek üreten emekçi kesimini birbirine düşman etti. 3 bin yıldan fazla bir zaman dilimi içinde egemenlere kurban olan emekçilerin sayısı matematikte rakâmı bir hayli kabarık. Yani egemenlerin kurgu ve uyduruk olarak yarattıkları kandırmaca Tanrı, Peygamber ve bunlara dayalı tarikat ve mezheplerin zehirli şırıngalarıyla emek üretenlerin elleri uyuştu, beyinleri de canavarlaştırıldı, bu canavarların her biri egemen sınıfın birer kılıcı oldular, efendilerin emriyle birbirlerine kılıç çekerek birbirlerini boğazladılar. Şimdi de modern zehirli silahlarla. Yani tüfek, sten, ağırmakinalı tüfek, top, tank, Atom, Hidrojen, havada jet uçakları, denizlerde savaş gemileri ve denizaltılar.
Evet, işte bugün de bu gerçeği ve bu hakikatı tüm dünyamızda gözlerimizle görüyor, görmediğimizi de duyuyor ve sosyal medyada okuyoruz. Özelikle de Asya, Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında bu vahşet, bu barbarlık sürmektedir. Ne yazıkki bu vahşet ve barbarlığa sesini yükselten çok az insansever olduğu gibi, dünya emekçi kesimi de bu gerçeğini bir türlü göremiyor. Ölen o, öldüren o. Ağlayan ana, ağlayan baba onların ana babaları. İlginçtir birbirlerini öldürmek için karşı-karşıya gelen kişiler, birbirlerini ne için öldürdüklerinin farkında değiller. Anne ve babaları hakezza. Sorarsan “Vatan, Millet ve Bayrak” için derler. Oysaki çoğunun bir metrekare vatan toprağı, içinde barınacak kendine ait bir evi bile yok. Millet: Aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan, aynı coğrafyada yaşayan topluluğa denir. Ama ona benzeyen başka bir insani topluluğu, kendisine “İnsanım” diyen insan, saygılı olmalı, o topluluğu da kendi toplumu gibi bir insan topluluğu bilmeli. Şer, savaş, kavga, düşmanlık insanlar arasında olmamalı. Her kendine “İnsanım” diyen kişi bunu böyle bilmeli. Ayrıca ezen kim, ezilen kim, bunu bilince çıkarmalı ve her haksızlığa karşı olmalıdır. Ama ne yazıkki insanlar arasında bu tür saygı ve sevgiye dayalı davranışları göremiyoruz. Özellikle ezilenlerin gözü kör, beyinleri bulanık su ile yıkanmıştır. Onlar birbirini öldürürken, ezenler keyf çatıyor. Onların çocukları savaşlarda ölmez, ana babaları ağlamaz; “Evladım vatana kurban olsun” demez. Bayrak ise bir çaput. O çaptu da yapan yine emekçi.
İşte bakın ülkemiz Kürdistan’a. Yüzyıldır bizi öldüren Türk, Fars ve Arap egemen güçleri. Silahı bize çeken kim? Geçmişi bir yana bırakalım. Son 32 yıldan bu yana, Kuzey Kürdistan parçasında ölen gençler kimin çocukları? Kendisine “Türk’üm” diyen fakir Türk’ün ve fakir Kürd’ün çocukları. Hiç bir Türk General’in, üst Brokrat’ın, Milletvekili’nin ve bir holding sahibinin çocuğu değil. Kürd’ün ise yine aynı. Dün Cizre, Sılopi, Şırnak, Nuseybin, Ceylanpınar, İdil, Sur ve diğer yerlerde birbirlerine silah çeken, öldüren hep fakir ezilenlerin genç çocukları. Ayrıca haklı tarafın bebeklerine, kadınına, kızına, ihtiyarına silah çeken, tankla bomba atan yine aynı sınıfın çocukları.
Evet sevgili okuyucular, ezilenler bir koyun sürüsü, koyunları güdende elinde sopası bulunan bir çoban. Çoban sürüyü kaval ile suya götürür. Kaval’dan çıkan makam yanık ve çekicidir. Vatan, Millet, Sakarya’dır Türk emekçisi için.
Sahiden bu üç uğursuz kelime ve kavram için bir insanın ölmesi şart mıdır?
Türkiye gibi bir ülkede “Vatan” nedir bir yoksul için? Sakarya ise, kanlı bir yer.
“Millet” kavramına gelince. Sahiden 80 milyonluk bir ülkede kaç kişi o “Millet” dedikleri Moğol Türk’e benziyor?
Laz’ı mı, Çerkezi mi, Kürd’ü mü, Arabı mı, Boşnak’ı mı, Pomak’ı mı, Bulgar’ı mı, Arnavut’u mu, Sırp’ı, Romen’ı mı, Makedonu mu, Ermeni’si mi? Daha da sayayım mı?
Ahhh-ahhh, insanlar eşek değil ama insan kılığında eşekler çoğunlukta. Bunun için de suvarilarin elinde zext, yani başı iğneli sopa ile, vura-vura koşturturlar eşekleri.
Biliyorum bu dediklerime kızanlar çok olacak. Kızsınlar; gerçek gerçektir. Hani Türk’çe de bir ata sözü var: “Dost acı söyler” derler. Bu ata sözü bizim ana, baba lisanımızda da var. Şöyle: “Dost bi tûj î diaxife” dır. İşte bende bazen kişileri incitecek sözleri sarfederim, ki bu da kötü niyetimden değil. Güzel insani duygumdan kaynaklı. Çünkü “İnsan” denen biz insanların gözü var görüyoruz, kulağı var duyuyoruz, beyin ve içinde beş ayrı duygu var. O beyinle herşeyin ne olduğuna karar verir ve o beyinle herşeyi yapar ve yaratıyoruz.
Peki neden dost kim, düşman kim olduğunu ayırtedemiyoruz? Gönül isterdi ki insanlar arasında bu düşman sözcüğü olmasın. Herkes herkesi sevgi ile kardeş bilsin; ama ne yazıkki insanlar birbirlerine düşman olmuş. Bunu kim yapmış? İnsanoğlu. Kendi cinsine iki ayaklı, zekâ sahibi insan.
Sevgili okuyucular, bu haksızlık ve sınıfsal sorunun şikayetini zaman-zaman gıyaben tanıdığım sevgili Kürd kardeşimiz Avukat Mahmut Alınak’ın makalelerinde okuyor ve onun duygularına ortak oluyorum. Geçenlerde, yani 3 Haziran günü yazdığı “Zenginin Köpeği Girer Ama
Halk Girmez” başlıklı yazısının bir bölümünü aşağıya alıp, sonra da Gürcü asıllı dönme TC Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir söylevine karşı cevapla yazıya son vereceğim.
Evet, Mahmut kardeşimizi İstanbul’da bir arkadaşı onu arabasıyla gezdirirken, o sağda, solda da gördüklerini şöyle anlatıyor:
Yirmi milyonluk cüssesiyle ayağa kalksa, ya da şöyle bir kıpırdasa dünyanın çehresini ve yönünü değiştirecek yenilmez bir güç taşıyordu damarlarında. Gelgelelim morfin enjekte edilerek uyuşturulmuştu o kudretli güç. Üstünde oynanan oyunların ve kanının emilişinin farkında bile değildi bu nedenle; öyle ki sırtında akıp giden trafiğin gürültüsüne bile alışmıştı yalan bombardumanlarıyla körleşen kulaklar. -gözleride ekleseydi daha iyi oludu-
Felce uğramış trafikte kadim bir dostumun arabasında kaplumbağa yavaşlığıyla ilerlerken, dört bloklu bir site çekti azametine hayretle büyüyen bakışlarmı. Görkeminin yaydığı kibirle yirmi milyonluk İstanbul’a caka satıp küfür eder bir hali vardı sitenin. Bu gecekondular kimin? diye şakayla sordum arkadaşıma. “ANAP dönemi holdinglerden birinin sitesidir” dedi arkadaşım. Sitede dairelerin fiyatı 7 milyon liradan başlıyormuş.
“Bu sitede zenginlerin köpekleri cirit atar, ama halk buraya giremez” diye devam etti. “Şimdi biz gitsek giremez miyiz steye? diye sordum. “İstersen deneyelim, ama sokmazlar bizi içeriye” dedi. Sitenin alışveriş merkezinde bir saattin altmış bin, bir montun da sekiz bin
liraya satıldığını duyunca, elimde olmadan bir hayret çığlığı koptu ağzımdan.
Kızgın asfaltta sabrımızı zorlayan trafik kâbusunda yol almaya çalışırken, başka bir siteyi de arkadaşım gösterdi bana. Altı bloklu bir siteydi. Her blok sekiz on katlıydı. “Bu site de AKP zengini bir holdingidir” dedi. O ünlü holdingi medyadaki reklâmlarından biliyordum. Daireler orada da altın değerindeydi, dokuz milyondan başlıyormuş her biri!
Peki bunca parayı nasıl kazanmıştı bu holdingler? Bu paraları istifledikleri yer bir çayır bile olsa, bu kadar büyük para yığınlarını biçecek tırpan bulunmaz yeryüzünde.
Bu zenginlikler artık bir sır değildir, hepsi TC. Devletinin korumasında gasp edilen halkın malıdır. Tek bir holding yoktur ki halkın alın teri, mal ve mülküyle köşeyi dönmemiş olsun!
Petrol halkındır, ama yağmalayanlar -yerlisi ve yabancısı ile- onlarındır. Altın yatakları halkındır, ama el koyanlar onlardır. Doğalgaz, elektrik ve su halkındır, ama muslukların başını tutanlar onlardır. Toprak ve ormanlar halkındır, ama milyar dolarlık rantlara dönüştürerek üstüne gökdelenler diken onlardır. Parasal değerleri rakamlara sığmaz bor mineralleri, demir, krom, bakır, kömür, uranyum, fosfat, boksit ve daha pek çok maden halkındır, ama yağmalayanlar onlardır.
Devletin silahlı gücünün korumasında talan edilen bu ülke zenginlikleriyle kurulan bankalar ve fabrikalar da halkındır, ama onlar patron, halk ise hizmetkârdır.
Bunları söylediğinizde, onların medyadaki paspas yalayıcıları sizi “Anarşişt, bölücü, terörist, vatan haini” diye damgalarlar. Irkçılığı ve dini kullanarak akıllarını başlarından aldıkları milyonlar ne yazık ki hazırdır bu yalanlara inanmaya ve onları alkışlamaya.
Ve milyonlar yerli ve yabancı holdinglerce yağmalanan ülke zenginliklerine el koymanın gerçek yurtseverlik olduğunu bilmezler. Sürüklenir giderler sahtekârların ardından. Kölelerin bitmeyen hikâyesi tekrar, tekrar yazılır böylece.
Evet sevgili okuyucular, Mahmut kardeşimin sınıfsal gözüyle baktığı ve gerçeği gözler önüne sermesine rağmen, ne yazık ki ezilen sınıflar bu kendi gerçeğini görmekten uzak. Yüzyıllardır bu konuda çok yazıldı, çok uyarılar yapıldı, ama emekçi sınıfı emeğinin bilincine bir türlü
varamadı; kendi emeğinin artı değerinin kime gittiğini göremedi, hep zalim egemene kul, köle, kılıç, her türlü öldürücü silah oldu ve döndü sınıfdaşını öldürdü, bugün de onu yapıyor.
Ezilenin genç çocuğunu zalim egemen kendini koruması için askere alıyor ve onu bir başka sınıfdaşına karşı, din, iman, mezhep ve ırkçı faşist şöven duygularla örgütleyip galeyana getirerek aynı sınıfta olan ve aynı kaderi paylaşan bir başka masum insanla karşı karşıya
getirip öldürtüyor. İlginçtir ölen gencin anne ve babası çocuğunun neden öldüğünü sormaları üzerine, egemen gücün yöneticisi “Ağlamanıza, gözyaşı dökmenize gerek yok. Oğlunuz vatan için şehit oldu ve cenneti hak etti” diyor, ne yazık ki o anne ve baba o egemen kişiye “Yahu,
şehitlik o kadar kutsal, şehit olanın da yeri cennet ise, neden siz şehit olup o cennete gitmiyorsunuz” diyemiyorlar. Oysa ki eğer onlar gerçek bir cennetin olduğunu bilseler, o cenneti de ezdikleri kul ve kölelerine vermezler. Onların bugünkü dünyamızda yaptıkları da budur. Dokuz milyona satılan bir daireyi, emekçi rüyasında bile göremez. Ancak o, o dairelerin paspascısı, temizlikcisi ve siteler önünde silahlı bekçisi, koruyucusu olur. Bizim Kürd halkının da durumu aynen böyledir. Bu halk bir türlü dostunu ve düşmanını tanımadı ve birbirinden ayırtedemedi. Arabı Tanrı, Peygamber, Türk ve Fars’ı da inanç kardeşi sandı ve halen de sanmaktadır.
Yazıya Gürcü dönme Recep Tayyip Erdoğan’ın Haliç Kongre Mezkezindeki bayramlaşma konuşmasındaki bir iki paragrafıyla son vereyim. Bakın ne diyor Kasımpaşalı Gürcü kabadayı ve sahtekâr:
“Şu anda terörle ciddi bir mücadelenin içindeyiz ve ciddi kayıplar verdik ama bizim kayıplarımızın bir vasfı var. Onlar şehit, onlar şehit. Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda/ Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda/ Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cûda. -Vatanında kaçan dönek-
“Bizim askerimiz, polisimiz, korucumuz bunlar şehit. Şu ana kadar 600 civarında şehidimiz var. Rabbimiz ne buyuruyor? Allah yolunda öldürülenlere ölüler diyemeyiz. Onlar diridirler ama siz bilmezsiniz. İşin aslı bu.
Peki diğerlerinin durumu ne? Onlar pisipisine gitti, onların durumu bu. Onların bir karşılığı var mı? Yok. Şu ana kadar 600 civarında bizim şehidimiz var. Diğerlerinin durumu ne? Onlar pisipisine gittiler. 7 bini aşkın teröristi de etkisiz hale getirdik. Peki bu operasyonlar duracak mı? Durmayacak, üzerine, üzerine gideceğiz. Durmak yok, yola devam.
Evet, devşirme katil bunu söylüyor ve o meclis ahırında bulunan sözümona, onlarca Kürd asıllı parlameter’de ses yok, sedâ yok, hep birlikte onu alkışlıyor. Tıpkı kölelerin sahiplerini alkışladıkları gibi. Onurlarını, dilini, kültürünü, tüm kardeşlerini on beş bin lira maaş’a satan onursuzlar.
Yüzyıllardır üç ayrı vahşi, barbar egemen güç bizi eziyor, ne yazık ki biz bizi ezen kişi ve kişilere karşı bir türlü birlik olamıyoruz. -Onursuzlar, mal-mülk sevenler engel- Tıpkı tüm dünya emekçileri gibi. Herhalde Kürd Ulusu insanlarının kaderiyle, dünyada ezilen emekçi
sınıflarının kaderi bir. İki önemli benzerlik. Dilerim bu benzerliği bozacak yüreği insan sevgisiyle dolu bir Cihangir çıksın. O günü gören Kürd’e ne mutlu. Ben o mutluluğu halkımla paylaşmacağım galiba. O günü görenler beni hatırlamaları dileğiyle.
Not:
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, ben yukarıda “Mezarlığa adım-adım yaklaşıyorum” dedim. Ama ben mezar istemem. Bunu iki nedenden dolayı istemem. Bir: Dünyamızda milyonlarca emekçinin iki metre-kare bir toprağı yokken, benim iki metre-kare toprağı işgal etmem felsefeme ters, vicdanım bunu kabul etmez. İki: Karanlığı hiç sevmem. Oysa mezar hem çukur ve hemde karanlıktır. Ayrıca ben ışığa, Tanrım Güneş’e aşığım. Bedenim yakılacak, külüm doğduğum Kürdistan’daki “Kûpık” adlı köyüme götürülerek şu üç yerelerden birinin üstüne serpilecek, orada Tanrı’mın ışınları altında ebediyete kadar kalacağım. Üç yer şu: Bir: Navîna Pozikê Hemê Alî. İki: Navîna Tepelîga Pozikê Karê. Üç: Pepelîga Gaza Şowagê, Lİ Hemberî Çîyayê Dizgûn Bawa. -Baba- Yani bu üç yerden birinin üstüne. Vasiyetim budur çocuklarıma, kardeşlerime, eşime, tüm dost ve yoldaşlarıma. Külümün serpildiği yere bir taşın üstüne şu yazılacak:
RİZÊ ALÊ MEMÊ GUR
ÇÛ Lİ ÂWİSTÛRALYA MİR
LAŞÊ WÎ ŞEWİTANDİN;
AXA WÎ ANÎN BELAV KİRİN Lİ VİR.
Saygılarımla