Berlinlileri gözyaşlarına boğan çocuk: Rauf.
On bir yaşındaki Rauf, Kars’ın bir köyünde, marangozluk öğrendiği ustasına merakla soruyor: „Usta insanlar neden dağa çıkar? Usta bu soruya bir cevap bulamıyor, oysa kendi oğlu da dağda. „Hadi gevezelik yapma da arabayı hazırla“ diye geçiştiriyor.
Aslında ülkemizde herkes bu soruyu geçiştiriyor. Doğru cevabı ne zaman bulabileceğiz?
Rauf benim için özel bir film, çünkü kurgusuna yardımcı oldum, afişinde adım bile yazıyor. Her şey yaklaşık üç ay önce genç bir yönetmenin beni arayıp „Filmimizi izler misiniz?“ diye sormasıyla başladı. Sevdiğim filmlerin öyküleriyle ilgili çok ayrıntılı bilgi vermem, gidin sinemada izleyin. Sevmediğim filmleri de baştan sona anlatırım. Artık film izlerken çok sıkılıyorum, birçok filmi de beğenmiyorum. ‚Rauf’u izledim ve çok etkilendim. Büyük laflar etmeden önemli mesajlar veren filmler vardır. Yıllar sonra tekrar izlediğinizde sizi sarsan, etkileyen filmler. ‚Rauf‘ işte böyle bir film.
Tuncel Kurtiz ve Kars’ın eski belediye başkanı Naif Alibeyoğlu sayesinde tanıdığım ve çok sevdiğim Kars kentinin bir köyünde geçiyor, ‚Rauf‘. Fakirlik diz boyu, gençler ya İstanbul’a çalışmaya gidiyorlar ya da askere. Bazıları da dağa çıkıyor. Yaşlılar da onların yolunu bekliyor. Yönetmenler kamerayı bu köyün insanlarına çevirmişler. Rauf on bir yaşında bir çocuk, yirmi yaşındaki Zana’ya âşık oluyor. Kalbini kazanması için bir pembe fistanı ona hediye etmesi gerek ama pembe hangi renktir bilmiyor, çevresindeki insanlar da ona yardımcı olamıyor. „Pembe nasıl bir renk?“ diye sorduğunda „Pembe, pembedir“ cevabını alıyor. Benden bu kadar.
‚Rauf‘ Berlin Film Festivalinde Generation Bölümü’ne seçildi. İlk gösterimi izlemeye gittik. İnsanın daha önce on beş kez izlediği bir filmi, bin yüz kişiyle birlikte tekrar izlemesi çok tuhaf bir duygu.
Film bitti. Yanımdaki kadın ‘iki gözü iki çeşme’ derler ya, öyle ağlıyor. Jenerik ile beraber alkışlar da başladı ve oldukça uzun olan jeneriğin sonuna kadar devam etti. Berlin Film Festivalinde bu, izleyicinin filmi çok sevdiği anlamına gelir.
Film ekibi
Işıklar yandı, film ekibi sahneye davet edildi ve soru cevap muhabbeti başladı. Filmin iki yönetmeni Barış Kaya ve Soner Caner mikrofonu aldılar ve güzel bir konuşma yaptılar: „Güneydoğu’daki savaşı bir çocuğun gözünden ve tabutlarla anlatmak istedik. Savaşlarda en çok çocuklar acı çekiyor ama onlar her şeye karşın kendi dünyalarını kurmaya çalışıyorlar ve oyunlarını oynuyorlar. Biz bu filme başlarken barış süreci vardı, filmi çekmeye başladığımızda savaş tekrar başladı. Bir çocuğun dünyasında, özgürlük, dil, anavatan gibi kavramların ne kadar arka planda kaldığını, çocukların kendi hayatlarını mutlu bir şekilde yaşamak istediklerini anlatmaya çalıştık. Pembe çiçekler aslında barışı simgeliyor. Umarız bu savaş kısa bir süre sonra hatıralarda kalır ve barış gelir.“
Filmden bir kare…
BU FİLM TÜRKİYE’DE GÖSTERİLEBİLECEK Mİ?
Mikrofon izleyiciler arasında dolaşıyor ve bir soru geliyor: „Bu film Türkiye’de gösterilebilecek mi?“ Reis Çelik’in yönettiği ‚Lal Gece‘ de Berlin’de gösterildiğinde bir Fransız TV ekibi bize „Bu filmi Berlin’de gösterdikten sonra Türkiye’ye geri dönebilecek misiniz?“ diye sormuştu. Ben de „İstanbul’a döndüğümüzde bizi havaalanında asacaklar.“ diye cevap verip eklemiştim: „Nasıl bu kadar aptalca bir soru sorabiliyorsunuz?“
Yine de „Böyle sorular Almanların cahilliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa bizim kendimizi tanıtamamamızdan mı?“ diye merak ediyorum.
„Bu film Türkiye’de gösterilebilecek mi?’ sorusuna geri dönelim. Filmin yapımcısı „Biz filmi Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle çektik, dağıtımcı firma ile görüşmelerimiz sürüyor, filmi nisan ayında gösterime sokmayı planlıyoruz“ diye cevap verdi.
‚GÖRDÜĞÜM EN İYİ SAVAŞ KARŞITI FİLM‘
Soru-cevapların sonunda mikrofonu eline alan yaşlı bir izleyici „Gördüğüm en iyi savaş karşıtı filmlerden biri, teşekkür ediyorum“ dedi. Daha ne söylenebilir ki.
Hiçbir filmi beğenmemesiyle ünlü sinema yazarı Dan Fainaru, Screen dergisinde ‚Rauf‘ ile ilgili övgü dolu bir eleştiri yazmış. Filmin daha Berlin’de gösterilmeden altı festivalin yarışma bölümüne davet edildiğini ekleyerek başa dönelim. On bir yaşındaki bir çocuğun sorduğu „Usta, insanlar neden dağa çıkar?“ sorusuna verecek bir cevabımız yoksa daha çok çekeceğimiz var demektir.
AHMET BOYACIOĞLU – Radikal