İçişleri Bakanı „güvenlik zafiyeti yok“ dedi Ankara”daki katliamın kanı kurumadan, cenazeler tasnif edilmeden. Ona yöneltilen “istifa edecek misiniz” sorusunu ise “bu da ne ki” kabilinden tiye aldı Adalet Bakanı, gülerek. Bir gün öncesinde ise her iki ustanın dev panoları süsledi Rize’yi, bir yanda Neo-Sultan diğer tarafta Sedat Peker. Birleşmiş Milletler, NATO ve Avrupa Konseyi üyesi bir devletin anayasayı takmayan en tepedeki ismi ile yine aynı devletin kanun ve nizam takmayan tetikçi bir mafya sürpüntüsü el ele, yanak yanağa. Pek de yakışmışlar birbirlerine.
Bu TC’nin 2015’te çekilmiş resmidir aynı zamanda, Kürde unutulmaz acılar yaşatmaya karar vermiş ve bu yolda onlarca, yüzlerce pratiğe imza atmış olan.
Ustalık, işinin ehli olmayı gerektirir. Ve Usta, kanıtlıyor ustalığını yaptıklarıyla. Yetmezmiş gibi, bizim mahalleden biri hayıflanıyor, Nobel Barış Ödülü başkalarına verildi diye.
Usta “çocuk da olsa, kadın da olsa” diyerek başladığı cümlesini onlarca, yüzlerce cenaze ile tamamladı çıraklık döneminde. Ustalık döneminde katledilen çocuk, kadın, yaşlı ve gencin sayısını da, adlarını da unuttuk, her yeni gelen cenazeyle birlikte.
Roboski daha dündü oysa; Amed, Kobanê ve Suruç’ta patlayanlarsa unutuldu iki-üç ay içinde. Sonra peşpeşe geldi Zergele, Varto, Cizre, Silvan, Bismil, Sur, Gever, Beşebab, Nusaybin, Şırnak ve diğerleri. Katledilen onlarca, yüzlerce insandan aklımızda kalan bir Ekin Wan ile Hacı Birlik’tir, hepsi o kadar. Onları da ibreti alem olsun diye gözlerimize soktukları içindir.
Ve Ankara can pazarı. Bu ne atıştı Usta! Bu devirde, su dökemez eline kimse. Esad, yanında öğlen gölgesidir, hiç korkma. Senin vuruşun bir başka Usta, tam can evinden! Zülmün artsın, ne diyelim.
Suriye’de patlamıyor bu bombalar. Halep’i dövmüyor o toplar. Hama ve İdlip’te gezinmiyor o tanklar. Ve yaşamı zehir etmiyor gözü dönmüş o tetikçiler Hums’ta. Tüm bunlar Kürtlere karşı uygulanıp Kürdistan’da yaşanıyor.
Ve biz seçim havasındayız, seçmenlerin onar-yüzer avlandığı, havaya uçurulduğu o topraklarda. Giden bir canı geri getirmeye yetmez, hiçbir seçim. Kaldı ki ne yazar, seçmeni kara toprak olmuş bir seçimi kazansak?
Bir kez daha seçildik diyelim. Bir defa daha kazandık varsayalım. Ne yapacağız?
Türkiyelileşmek istediğimiz devletin başkentinte Genel Merkez’imizi koruyamıyorsak; endişe ve korkudan uzak bir miting dahi düzenliyemiyorsak Ankara’nın göbeğinde; Karadeniz’in dalgalı sularında kulaç atma bir yana, bir büro dahi açamıyorsak; Yozgat, Niğde ve Adapazarı’nın il sınırlarına dahi giremiyorsak; bir gün içinde 400 saldırıyla karşı karşıya kalıyor, pogromlara uğruyorsak; Kürtçe bir şarkı dinlemek, telefonda Kürtçe konuşmak, bir Kürt giysisini internette yayınlamaktan dolayı lince tabi tutuluyorsak ve bunları yapanlar kardeş dediklerimiz ve kapı komşularımızsa, bir değil on seçim kazansak ne olur?
7 Haziran’da bir seçim kazandık, sahi ne oldu? Saray’ın koyduğu kurallardan hangisini boşa çıkarabildik? Sahi o çokça bahsini ettiğimiz sivil itiaatsizlik, sadece Kürdistan’la ve canını feda etmeye hazır sıradan Kürtlerle mi sınırlı? Neden Saray ve AKP’nin planlarını boşa çıkarabilecek tek bir eylem gerçekleştiremedik Ankara’da?
Bir karikatüriste olan biteni anlatan bir karton/karikatür çizdirip kapımıza, penceremize, arabamıza bile assaydık, dünya mizahına, sanatına bir katkıda bulunmuş olurduk. Ya da meclisi, parlamentoyu askıya alan, ara bir rejimi fiilen devreye sokan Saray ve kuklası AKP’ye karşı parlamento’dan çıkmayarak eyleme geçseydik, belki bir Jeltsin olmazdık, ama tarihe bir not düşmüş olurduk. Veya elimizde olan altı milyon seçmenin iradesiyle kurallarını, sınırlarını Saray ve AKP’nin belirlediği bu oyunda biz yokuz deseydik, bakalım Kürtsüz kalan ve Kürdistansızlaşan Saray ve AKP ne yapacaktı?
Bombaların patladığı, bırakalım bir mitinge katılımı, sokağa çıkmanın bile oldukça riske dönüştüğü bu ortamda mitinglere sıradan insanlar katılabilecekler mi? Bunu da geçelim, seçim günü insanlar sandık başına gitme cesareti gösterebilecekler mi?
Varsayalım ki seçimler yapıldı ve üç aşağı, beş yukarı 7 Haziran’dakine benzer bir tablo çıktı. Saray ve ipini elinde tuttuğu AKP çıkan sonuca razı olacak mı? Bunun olabileceğinin her hangi bir emaresi görülüyor mu?
Neo-Sultan, AKP olmadan Saray’da kalamayacağını çok iyi biliyor ve bunu bildiği için de devlette fiili, de facto bir durum yarattı, anayasayı ayaklar altına aldı, seçim sonuçlarını tanımadı. Kendisine biat eden bir hükümet, olmazsa olmazıdır artık. 1 Kasım’da da 7 Haziran’dakine benzer bir parlamento oluştuğunda, ya kurulacak yeni koalisyon hükümeti Saray’in iradesine, kural ve kaidelerine biat edecek, ya da o parlamentodan da bir hükümet çıkmayacak, AKP ara rejim hükümetiyle TC’yi yönetmeye devam edecek.
Durum bu, tablo kara mı kara. Kardeş saydıklarımızın, kapı komşu bildiklerimizin yaptıklarından sonra, mutluluk resmi çizmek, oldukça zor ve açık söyleyeyim, boyumu da, hacmi mi de hayli aşar.
Biliyorum, sırtımda yumurta küfesi yok ve gerçekleşmeyecek dualara amin demekle meşgulüm. Yine de şu seçim sevdasını bir düşünelim derim.