Bu demokrasilerde genel bir kuraldır. Eğer bir ülkede böylesi bir yönetim ağı oluşmamışsa, o ülkede demokrasi yok demektir. Mesela Türkiye’de böylesi bir yönetim ağı yoktur. Milletvekilleri atamayla gelir, seçmenin görevi sadece oy kullanmak, oyunu verdiği adayı tanımaz. Yöneticiler devletin temsilcileri olduğunu söyler ama Türkiye’de devleti eleştirmek yasak olduğu için, yöneticileri de eleştirmek yasaktır. Alın size Türkiye’nin gurur duyduğu demokrasi. Muhalefet ile iktidar birleşmiş yeni bir oyun hazırlıyorlar. Bunun için kendileri çalar, kendileri oynarlar, seçmen b oyunlarına karışamaz.
İslam diye topluma dayatılan Kemalist Din, toplumu manevi depresyona soktu. İnsanlar ne yaptığının farkında bile değil, her gün bir kadın eşi tarafından öldürülüyor, birkaçı da hastahanelik oluyor. En ufak bir sorunda, silahlı bıçaklı sokak kavgaları, yaralamalar öldürmeler. Hatta yolun kenarında annesini bekleyen 13 yaşındaki küçük kız, yoldan geçen ve hiç tanımadığı ayı gibi bir herif, tarafından tokatlanıyor. Tokatlayan ayı hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devam edip gidiyor. Yol kesen, adam döven, bıçaklayan ve hastahanelik edenlerden hiç kimse tutuklanmıyor. Bir milyondan fazla ruhsatlı silah, bunun iki katından fazla da ruhsatsız silah var. Herkesin arabasının bagajında sopası, torpido gözünde bıçağı ve tabancası var, bıçak ve tabanca taşımanın hiçbir cezası yoktur. Başına Türkbant bağlayan hükümet temsilcisi bir kadın, meclis kürsüsünde, 600 erkeğe hitaben konuşuyor ve Müslüman olduğunu iddia ediyor. Hanım efendi, orası devletin yönetim kürsüsü, eğer sen Müslüman olsaydın o kürsüde olamazdın. Toplumsal depresyon, bireylerin kendisini kontrol edemez duruma getirdi. Bu bireylerden demokrasiyi işletecek toplumsal denetim beklemek, büyük bir yanılgı olur. Kemalist Din ile topluma dayatılan (Türk-İslam) manevi kültür, yeni adı yerli ve milli kültürün sonucu ortada.
Ali Şeriatı diyor ki, “bana göre çocuklar beş terbiye şekli olan, anne, baba, okul, şehir (toplum) ve genel kültüre, (manevi medeniyet) göre yetiştirilmemeli ve yapılandırılmamalıdır”. Türkiye’de insanlara dayatılan manevi medeniyet, Kemalist Din’dir. Evet topluma dayatılan manevi medeniyet, toplumsal yaşamı ne hale getirdiği ortada. Siyasi partiler bir anonim şirket gibi çalışırlar, hepsi devlet denen mülke ortak oldukları için ona toz kondurmazlar. Siyasilerin ve aydınların bildiği tek söz, “Cumhuriyetimizi M. Kemal kurdu görevimiz onu yaşatmak”. İspanya, Cumhuriyetten Krallığa dönüştü, İspanyollar yeni Krallıktan daha memnun, „şükür Franko’nun Cumhuriyetinden kurtulduk” diyorlar. Efendiler; önemli olan yönetim şekli değil, önemli olan insanların nasıl yönetildiğidir.
“Yeni Anayasa”, “Milli Birlik ve Kardeşlik Projemiz”, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”, “Demokrasinin standartlarını yükseltmek” gibi siyasete yeni terimler kazandıran saçma tartışmalar, acaba demokrasiyi hangi normlara göre standartlaştıracaklar?
Anayasa ve onun ışığında hazırlanan yasalar ve buna uyumlu çalışan bir yönetim, demokrasinin standardını oluşturur. Paşalar Cumhuriyeti kurulduğu günden beri, yönetim görevini yasaları tanımayan ayrıcalıklı bir eda ile yürütüyor. Bu nedenle Türkiye bir darbeler ülkesine dönüştü. Yöneticiler görevini Anayasa’ya uygun dürüstçe yapmadığı için, sorunlar hızla üremeye devam ediyor.
1925 Şeyh Said katliamı, yüzbinlerce insan öldürüldü, hapse atıldı, sürgün edildi, malı ve mülkü gasp edilip, ganimet olarak Avrupa’dan ithal edilen devşirme Türklere dağıtıldı. Ülkenin yöneticisi M. Kemal.
1926-29 Ağrı katliamı, daha kanlı ve daha zalimane oldu. Yine Kürtlerin malı ve mülkleri ganimet olarak devşirmelere dağıtıldı. Ülkenin yöneticisi M. Kemal.
1937-38 Dersim Katliamı, öncekilerden daha zalimce ve acımasız oldu. Bu kez Alevi Kürtlerin gasp edilen mal ve mülkleri ganimet olarak devşirme Türklere dağıtıldı. Ülkenin yöneticisi yine M. Kemal.
Bunların hepsi Kürtlere karşı, yöneticilerin özene bezene hazırladığı planlar sonucu yapıldı. Bu olaylar CHP iktidarı döneminde oldu. 1942 Aşkale çalışma kampına, on binlerce Yahudi kapatıldı. Ülke yöneticisi İsmet İnönü ve CHP iktidarı döneminde oldu. 1955 yılında 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs meselesi tartışılırken, Londra’da görüşmeler yapan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu desteklemek üzere hazırlandı. Florya köşkünde bir araya gelen, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Menderes ve İstanbul Emniyet Müdürü birlikte hazırladılar. Ekspres Gazetesinin olağanüstü propagandaları da cabası. Bu olaylarda yüzlerce insan öldü, binlerce işyeri talan edildi ve yakıldı, çok sayıda kadına tecavüz edildi. Bunların %80’ni Rum geri kalanlar da Yahudi ve Ermenilerden oluşuyordu. Bu olay da DP döneminde oldu, Ülkenin yöneticisi Adnan Menderes.
12 Eylül Evren Cuntasından önce 1978-79 yıllarında Bülent Ecevit yönetimindeki CHP iktidarı döneminde, Ülkücüler Maraş’ta Alevilere saldırdı, binlerce Alevi öldü, iş yerleri, evleri talan edildi ve yakıldı. Çok sayıda Maraşlı şehri terk etti. Bunu Malatya, Sivas, Tokat ve Çorum olayları izledi, buralara saldıranlar da yine ülkücülerdi. Bu şehirlerde de çok sayıda Alevi öldü, iş yerleri ve evleri talan edildi ve yakıldı. Amaç; Alevilerin yoğun olduğu yerleri seyreltmek.
Devleti yönetenlerin özene bezene planladığı olaylar olduğu için, hiçbirinin de failleri bulunmadı. 90’lı yıllarda yine Süleyman Demirel- Erdal İnönü ortaklığıyla kurulan DYP CHP iktidarı döneminde, TSK’nın yaktığı yıktığı Kürt köyleri ve Sivas Madımak Otelinde yakılan insanlar. Bunların da failleri ortalıkta görünmüyor. Erdoğan yönetimindeki 2015 AKP iktidarı döneminde, Diyarbakır, Nusaybin, Silopi, Cizre gibi daha birçok şehri yaktı yıktılar, askerlerin tecavüz ettiği Kürt kadınların, çıplak resimleri internette sergilendi. Devletin planladığı ve uyguladığı toplumsal olayları, devşirme Türkler hiç yaşamadı, çünkü onların hiç birisinin dedesi Çanakkale’de ölmemişti.
Olayları yaşayan canlı tanıklar hala aramızda dolaşıyor. Acaba insanlar son haftalarda CHP’nin filizlenmiş Kürt aşkına, nasıl inanacaklar?
AKP’nin “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesine” nasıl güvenecekler? İnsanın buna inanması ve güvenmesi için, APO’cu olması gerekiyor. Çünkü Kürt denilince, partilerin hiçbirinin diğerinden farkı yoktur.
Kürtler söz konusu olduğunda, devşirme Türklerin tek vücut olduklarını insanlık dışı uygulamalarını, birkaç örnekle açıklamaya çalıştığım. Siyaset Paşaların bıraktığı sorunu yaşıyor ama kalp krizi geçirmiş bunalım içerisinde. Siyaset tek vücut olmuş, bunalımdan kurtulmaya çalışıyor. AKP bütün heybetiyle, HDP’yi CHP’nin kucağına itiyor, CHP de kollarını sonuna kadar açmış, HDP’yi kucaklamaya çalışıyor. HDP de kendisini bir an önce CHP’nin kucağına atıp görevini tamamlamaya çalışıyor. HDP önümüzdeki seçimde CHP’ye katılacağını, Kürtlerin CHP’ye oy vermeleri gerekiyor, propagandalarına çoktan başladı. Erdoğan’dan kurtulmamız gerekiyor diyorlar ama Erdoğan’ı başa getirenin CHP olduğunu da çok iyi biliyorlar. Olsun devletimiz o zaman öyle münasip görmüş diyorlar. Zaten başka bir cevap bekleyen de yoktur.
Genel olarak Kürtler M. Kemal’in partisi CHP’yi çok iyi tanıyorlar ama HDP’nin CHP sevdası daha önce de denendi. 1991 seçimlerinde, HDP’yi doğuran büyük anası HEP vardı, ben de kurucu genel sekreterdim. Seçimlerden önce Ahmet Türk, İnönü’yü aldı İzmir’e Hikmet Fidan’a götürdü, çünkü İnönü, Ahmet Türk’e inanmıyordu, tam güvence istiyordu. Hikmet Fidan İzmir’de İnönü’yü telefonla Şam’daki APO ile görüştürdü. APO, İnönü’ye HEP’i kapatacaklar, SHP’den seçilen milletvekilleri SHP’de kalacaklar ve yeni bir parti olmayacak garantisini verdi, böylece İnönü HEP’i SHP’ye kabul etti. Ben SHP’ye katılmadım, Diyarbakır’dan bağımsız aday olduğum ve Başkan APO’unun emrine uymadığım için, Kuzey Saha Komutanı Şemdin Sakık’ın mektuplu tehdidine marız kaldım, iki sayfalık olan o tehdit mektubunu hala saklıyorum. Sonra ne oldu, SHP, seçilen milletvekillerini hepsini bir gün dışarı attı ve bunlardan bazıları on yıl Ulucanlar misafirhanesinde ağırlandı.
Türk siyaseti şimdi aynı oyunun hazırlıklarını yapıyor. 2015 yılında AKP iki milletvekilinin fezlekesini meclise getirdi. Kılıçdaroğlu, „biz buna hayır diyeceğiz, ancak bütün fezlekeleri getirirseniz, evet deriz” dedi. Hayır dese de AKP’nin oyları, dokunulmazlıkları kaldırmak için kâfi geliyordu. Belli ki kendi aralarında anlaşmışlar, Erdoğan’da bütün fezlekeleri meclise getirdi. Kılıçdaroğlu’nun da fezlekesi vardı. Hiç kimseye bir şey olmadı, sadece HDP’li birkaç milletvekili tutuklandı, bunlardan biri de Selahattin Demirtaş’tır, ki hala hapishanede. Elimizi vicdanımıza koyalım, Demirtaş’ı tutuklatan Kılıçdaroğlu mu yoksa Erdoğan mı? Yoksa ikisinin de anlaşarak oynadıkları ortak bir oyun mu?
Görüldüğü gibi HDP de aynı oyunun oyuncularından. PKK Kandil’de görevinin başında, HDP’yi de CHP’ye yamayıp ve siyasetin dışına itip Kürtlerin umutlarını kırmak ve çaresiz bırakmak. Ama Kürtler çaresiz değil.
Oyun biraz dumanlar içerisinde olsa da görünen o ki, CHP’den ve AKP’den kopanlar, ayrı ayrı partileşecek, kopmalar devam edecek, yapılacak erken seçimde Meral Akşener öncülüğünde bir araya gelecekler ve birinci parti olacaklar. Akşener’in elini kaldırıp bağırarak şeref namus üzerine yeminler etmesi bunu gösteriyor. Bütün hazırlıklar, bu istikamette ilerliyor. Bahçeli ve Erdoğan siyasetten çekilirlerse ben şaşırmayacağım. Çünkü verilen görevi, başarıyla buraya kadar getirdiler.
Türkiye yalnızlığın korkusunu iliklerinde his ediyor. Rusya’dan hiçbir beklentisi yoktur, olamaz da. Bu nedenle iç ve dış siyasette, yeni oyunlar ve arayışlar içerisinde. Tek güvencesi elinde PKK kaldı. Müttefik güçler, PKK’yi çok iyi tanıyor ve PKK’den uzak duruyor. Çünkü PKK 40 yıldır Türkiye’yi demokratikleştirmek için savaşıyor.
Kürtler mevcut partilerin, birinin diğerinden farkının olmadığını görmeli.
Papa’nın Erbil ziyaretinde verdiği harita mesajını, Ankara’nın kıyameti koparmasını, Kürtler derin düşünüp doğru algılamak zorundadırlar.
Devşirme Paşalar Kürdistan haritasını parçaladı, Papa da parçaları yapıştırdı ve Kürtlere gösterdi.
Mart 2021