İslam’ı tanıyabilmek için, süreci ve Muhammed’i biraz tanımak gerekiyor. 1400 yıl önceki süreci tanımak ve insanların yaşam şeklinden haberdar olmak, elbette ki bilim insanlarının işi. Bilim insanlarının tespitine göre M.S. 536 yılında Kuzey Amerika ve İzlanda da çok şiddetli iki yanardağ patlaması oluyor. Patlamalarla oluşan dumandan, 18 ay güneş hiç görünmüyor. Sıcaklık sıfır derecelere düşüyor ve 539 yılına kadar, yarı karanlık durum devam ediyor.
Yiyecek yok, hayvanlar açlıktan, karanlıkta kalan insanlar da açlık ve hastalıklardan ölüyorlar. Dünyanın en büyük felaketi, Batı Asya’da (Mezopotamya) kendisini gösteriyor. Dünya’nın bu kuşağında felaket, Hindistan ve Çin’e kadar yayılıyor. İnsanlığın felaketin sonuçlarını 60-70 yıl kadar yaşadığı tahmin ediliyor. Uzun süre devam eden açlık, hastalık ve ölümlerle uğraşan insanların, sosyal yaşamından da çok büyük değişiklikler oluştu.
Muhammed; felaketin toplum üzerindeki baskılarının yaşandığı bir süreçte 570 de Mekke’de dünyaya geliyor. Felaketin bütün acılarının, Arabistan çölünde daha da ağır biçimde yaşanacağı da başka bir gerçek. Arabistan’da da yeni bir sosyal yaşam biçimi oluşacağı gayet normaldir. Müslüman din adamları, bu sürece Cahiliye Dönemi der ve kapatırlar. Bizde o dönemi açmayalım.
Muhammed Kabe’ye sadakatle bağlı, Beni Haşim Hanedanındandır. Babası Abdullah, kendisi doğmadan önce öldü. Muhammed 570 tarihinde Mekke’ de doğdu. İki yaşına kadar, süt annesi Halime’nin yanında, 5 yaşına kadar da annesi Amine’nin yanında kaldı. Annesi de ölünce, dedesi Abdulmutalip’in yanında kalmaya başladı. Muhammed yetim büyüdü, 25 yaşına kadar çobanlık yaptı.
Muhammed Hatice ile evlendikten sonra, yaşamı değişti. Evinde karısı Hatice, dört kızı, evlatlığı Zeyd ve amcasının oğlu 5 yaşındaki Ali ile gayet mutlu bir yaşamı vardı. 40 yaşında iken bir gün Hira’ya gitti ve mağarada uyurken, o zamana kadar hiç görmediği bir şeylerle karşılaştı. Eve geldiğinde Hatice’ye anlattı. Aynı şeylerle üç yıl bir daha karşılaşmadı. Üç yıl sonra tekrar karşılaştı, artık vahi geliyordu.
Yukarda belirttiğim gibi, o büyük felaketten sonra, Araplardaki sosyal yaşam tam bir kaosa dönüşmüştü. Araplar Muhammed’in sayesinde, düzenli bir sosyal yaşama kavuştu. Kuran eleştirilmez, değiştirilmez emirleriyle, Arapları yeni bir sosyal yaşama kavuşturdu. Günümüzde bunu göremeyenler olabilir, ama kendi döneminde çok ama çok büyük bir değişimdir.
Muhammed; Hatice, Sevde, Ayşe, Hafsa, Zeynep, Zeynep, Seleme, Habibe, Cuveyriye ve Safiriye olmak üzere 12 bayanla evlendi. Kendisi 25 yaşındayken, 40 yaşındaki Hatice ile evlendi. Bu evlilikte, Kasım ve Abdullah isminde iki erkek ve Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatima isminde dört de kız çocuğu oldu. Erkekler küçük yaşta öldüler.
Evlendiği kadınlardan Ayşe 9 yaşında, Zeyneplerden biri de Evlatlığı Zeyd’in karısı olduğu söyleniyor. 40 yaşında evlenen Hatice tam altı tane çocuk doğuruyor. Yani vahi geldiği sene Fatima bir yaşında olduğuna göre, Hatice 56 yaşında, Fatima’yı doğurmuş. Bunlar elbette ki düşündürücü ama İslam alimleri de işin içinden çıkamıyorlar.
Eleştirilmez, değiştirilmez Kur’an ilk dört Halife döneminde uygulandı. Dört Halife’de İslam’ı maddi menfaate dönüştürmeye çalışan, Müslümanlar tarafından öldürüldü. Yasak olmasına rağmen, menfaat için mezhepçilik ve Tarikatçılık yapanların yüzünden İslam parçalandı. Mezhep sahipleri, İslam’ın içerisine nifak sokuyorlar gerekçesi ile hepsi Müslümanlar tarafından öldürüldüler. Günümüzde İslam dünyasının yaşadığı sorunlar, Müslüman görüntülü bu menfaatçilerin yüzündendir.
Muhammed: “öğüt inen Kur’an ayetleridir” buyuruyor. “Kahinlerden, üfürükçülerden ve büyücülerden uzak durun”, “Irka çağıran bizden değildir” diye buyuruyor.
Seyyid Kutub: “Allah’tan başkasının hükmü ile hükmeden, siyasi güçler, münafık ve dinsizdirler.”
“İslam ümmettir, devleti olmaz, İslam’ın devleti dünyadır.”
Peygamberin ve bir İslam aliminin tarifine uygun, Paşalar Cumhuriyetinde çok az İslam var.
Yeşil gözlü Osmanlı Paşaları, TBMM’nin kendi seçtiği Halife Abdülmecit Efendiyi, 155 kişilik ailesiyle, 3 Mart 1924 tarihinde bir daha dönmemek üzere, sürgün ettiler. Hemen arkasında 1 Nisan 1924 tarihinde cumhuriyetin temel direği, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı oluşturdular. Bu Başkanlık hiçbir zaman bir dini kurum olmadı, İslam adına görev yapan, siyasetin emrinde bir başkanlık oldu.
Anayasa ile oluşturulan bütçeden 2019 yılı için, Din İşleri Genel Müdürlüğü’ne 10,5 Milyar lira ayrıldı. Bilindiği gibi bu bütçenin içerisinde, banka faiz paraları, içki paraları, şans oyunları, gibi daha çirkin kazançlar da var. Din İşleri Genel Müdürü Ali Erbaş başta olmak üzere, 164 bin çalışanı ile bu paralardan maaşını alır ve afiyetle yerler. Hatta 2017 yılında Ali Erbaş’ın bankalardan 256 bin lira da faiz aldığını, gazeteler yazdı.
Devletin kaç Camisi olduğu, kesin bilinmiyor ama benim tahminim 110 bin civarında. 22,758 Kur’an kursu var ve bunların 700 yüz bin öğrencisi olduğu söyleniyor. Bunların büyük çoğunluğu çocuk yaşta. Bu kurslarda 28 bin eğitici görev yapıyor.
Türk Müslüman-Hanefi bir kadının örtünmesi; türbanı özel hazırlanmış olanlardan olacak, saçları ve boynu görülmeyecek şekilde başa bağlanacak. Ayrıca; saçlarıyla tepesinde oluşturdukları boynuzumsu şekillerle, hangi tarikattan olduğunu belirleyecek. Kenarda bakan birisi, işte falan tarikata mensup Müslüman Hanefi Türk kadını diyebilmeli. Bu şeklin İslam ile hiçbir alakası yoktur, ideolojik bir örtünmedir. 27 Mayıs İnönü-Gürsel Cuntası döneminde ortaya çıkan, Şule Hanım modasıdır. Başına mendil bağlayan Müftüler ve hatta Din İşleri Genel Müdür yardımcısı kadınlar var. Başına mendil bağlayıp garsonluk yapan kadınlar var.
Paşalar Cumhuriyeti Devlet Başkanı Erdoğan, aralık ayında yeni aldığı külüstür uçağı ile Arjantin’e gitti. Eşi Emine Hanım da yanındaydı. Emine hanım Türk usulü İslami bir örtünme ile eşinin arkasında, karşılayan bütün erkeklerin ellerini sıktı. Erdoğan’ın Sarayda bir de Senfoni orkestrası var. Her vesile ile “Tek Devlet” “Tek Millet” “Tek Vatan” “Tek Bayrak” diye bağırır. Son zamanlarda buna Bir de “Yerli ve Milli” ikilemini ekledi. Muhammed “Irka çağıran bizden değildir” buyuruyor.
Erdoğan ve Kılıçdaroğlu atışıyor. Subay bir kadın başına mendil bağlar mı, bağlayamaz mı? İnsanlar iki parça olmuş, bağlar ya da bağlayamaz diye tartışıyorlar. Tartışan Müslümanlar, Müslüman bir kadın subay olur mu? Muhammed 65 sefere katıldı, yanında kadın asker oldu mu?
Ali Erbaş sen konuş.
Tanrı ile kullar arasına girip, kitleye hükmetmeyi bir ticaret, bir sanat haline getirmiş bulunan menfaatçi ve riyakar zümreye engel olmak gerekiyor. Bunun için Türkiye’de öncelikle İslam’ı, siyasetin baskısından kurtulması gerekiyor. Bütün Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, gönüllü olmak şartı ile bir Cami vergisi olmalı. Her dini kesim, kendi din adamını kendisi finanse etmelidir.
3 Mart 1924 tarihinde yeşil gözlü Osmanlı Paşalarının kaldırdığı Hilafet, yeniden oluşturulmalıdır. Böylece bütün İslam dünyası için fetvalar tek merkezli olacak. İslam’a sonra monte edilen, mezhepler ve tarikatlar devre dışı kalacak. Böylece İslam tartışma konusu olmaktan çıkmış olacak.
İslam ülkelerinin yaşadığı sorunlar, Tanrı ile Kullar arasına giren riyakarların yüzündendir.
Ocak 2019
İbrahim Aksoy