„Belli bir malın yönetilmesi ya da belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse“ye Kayyum deniyor. „Cami hademesi“ anlamında da kullanılan kayyum genellikle, devletin özel kurumlara, şirketlere el koyduktan sonra atadığı yönetici için kullanılıyor.
Kayyum, son bir-iki yılda gündemin değişmez başlıkları arasında yer aldı. AKP ve Erdoğan’a ters gelen birçok şirkete, holdinge, medya kuruluşuna kayyum atanarak, el kondu. Sıra en sonunda AKP’ye geldi. Erdoğan, devletin başına çöreklendikten sonra, kurduğu ve “benim” dediği partinin başına kayyum atadı. İpleri elinde tutarak hem AKP’yi, hem de devleti yönetmeye devam etti.
Fazla değil, 20-21 ay sonra atadığı kayyumu da görevden alarak, yeni bir kayyum atayacağını 4 Mayıs günü muhatabına anlayacağı dilden deklare etti. Ve Birinci Kayyum 5 Mayıs günü kameralar karşısına geçerek kendisine birgün önce dikte ettirilen metni, kekeleyerek, boğazı düğümlenerek okumak zorunda kaldı. Şimdi ikinci kayyumun işbaşı yapması için 22 Mayıs beklenecek.
Birinci Kayyum, kıvrak zekasıyla oldukça stratejik konulara derinliğine daldığı için yüzeyde neler olduğunu, neler döndüğünü ancak son birkaç günde anlayabildi. “Stratejik derinlik” bumerangı dönüp dolaşıp sonunda kendisini buldu. “Komşularla sıfır sorun” dedi, selam verecek komşu kalmadı. Neo Osmanlılık diyerek nüfuz alanını genişletmeyi amaçladı, Ankara’ya hapsolmak zorunda kaldı. “Dik durmaktan” dem vurdu, 5 Mayıs günü dizlerinin bağı çözüldü. Ve kedini Erdoğan tarafından kullanılıp bir kenara atılan Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik gibilerin yanında buldu.
Erdoğan’ın kullanıp AKP çöplüğüne attığı o kadar insan var ki, adlarını sayarak, başınızı ağrıtmayalım. Tabii bir zamanlar baş sıralarda yer alan “ne istedi de vermedik ki” dediği Hoca Efendi’yi anmadan geçmek olmaz.
Yeni Osmanlı Sultanı Erdoğan bir yandan AKP’ye ikinci kayyum atarken, diğer yandan da HDP’yi parlamento dışına atmak, illegaliteye zorlamak için düğmeye bastı. Anayasa Komisyonu’nda CHP ve MHP de aynı safta yer alarak HDP’yi meclis dışında tutmak için Erdoğan’ın “devlet aklına” uydu. Şimdi top mecliste. Dokunulmazlıkların kaldırılması hükmü meclisten geçerse HDP’lilerden bir kısmı tutuklanıp safdışı bırakılacak. Meclis’ten Anayasa değişikliği için yeter çoğunluk sağlanamazsa torba bir Anayasa değişiklik paketiyle refarandumda “halkın” oyuna sunulacak.
Ardından da iç sorun yaşayan MHP’den devşireceği seçmenlerle ikinci kayyumun işini daha da kolaylaştıracak. CHP ise yerinde saymaya, Kılıçdaroğlu boş havuzda kulaç atmaya devam edecek. HDP ise her halukarda devre dışı tutulmaya çalışılacak. Partinin karizmatik yönetici ve kadrolarından bir kısmı tutuklanacak, bir kısmı yer altına, illegaliteye geçmeye, ülkeyi terke zorlanacak.
Kurulan masadan ortaya çıkan tablo bu. Tutar mı peki diye soracak olursanız, yanıtım evet, tutar yönünde. Çünkü Erdoğan’ın başka çaresi yok. İktidarda kalmak, başına çöreklendiği devleti elinde tutmak, yargılanmayı ertelemek için her yol ve yöntemi deneyecek. Hitler tek adamlığa, diktatörlüğe giden merdivenlerden nasıl tırmandıysa, dersini çalışan Erdoğan da tek adamlığına kılıf uydurarak yoluna devam etmeye çalışacak.
Birçok yazımda Erdoğan’a atfen “Yalnız Adam” nitelemesinde bulundum. Erdoğan, en güçlü göründüğü, gücünün zirvesinde olduğu bugün bile, yalnız adamdır; içerde korkulan, dışarda güvenirliği olmayan!
Tüm bunlar yaşanırken iç dinamikler rollerini hakkıyla oynamadılar. Kılıçdaroğlu, ezilmişlik ve aşağılık duygusunu, psikolojisini bir türlü aşmak için çaba içinde olmadı. AKP’den rahatsızlık duyan, Erdoğan sultasından hoşnut olmayan toplumsal kesimlere kucak açıp harekete geçirmeye yeltenmedi. HDP ise tüm çabasına, toparlayıcı olmasına, mücadeleci kimliğine rağmen bu kesimlerce liman olarak görülmedi. Bazen ürkekçe bir sempati, bir yakınlık duyulsa da, höt dendiğinde sıraya geçilmekte gecikilmedi. Örnek mi? Doğan medyası ile Ahme-t Hakan şebeğinin içine düştüğü durum ortada.
AKP’de oluşan çatlağın derinleşeceğine ise pek ihtimal vermiyorum. Her ne kadar Bülent Arınç ile Hüseyin Çelik zaman zaman böğürseler de AKP’de tek adamlığını pekiştiren, partiyi en tepeden sıradan bir muhtara kadar kontrol ve denetim altında tutan Erdoğan’a karşı kılıç kuşanıp AKP’yi parçalamaya yeltenecek kimse yok ortalarda.
Abdullah Gül mü? Geçiniz onu. Onun namaz ve niyazdan ayıracak vakti yok bu işlere. Bazen cami çıkışı yaptığı iki cümlelik açıklamalardan birşey anlayan varsa, gelsin beriye.
Dış dinamikler açıkça bir tercihe yönelir, sinyal verirse Erdoğan’ın en yakınındaki biri, belki kılıç kuşanabilir. Ne var ki bu, şimdilik ufukta görünmüyor. PKK ve Kürt düşmanlığından gözü dönmüş CHP’ye ise terörizm retoriğiyle bir mezar kazdırılıyor, hem de kazma salladıkça derinleşen mezara birgün kendisinin düşeceği ayırdına varmadan.
Sonuç olarak şunu söylemek abartı olmaz. Bu yıl içinde yapılacak bir seçimde iki partili ve bağımsızlardan oluşan bir meclis olasılığı oldukça yüksek. Kürtlerin tercihi bu yönde olmadı. Türk halkı ise “kaderine” razı oldu. “Kendi düşen ağlamazmış” derler. “Sözde vatandaşlar” yıllarca “yapmayın, etmeyin, düşeceksiniz” uyarısında bulundular. Böyle olmasına rağmen tümünün birden saldırısına uğradılar. Anlaşılmadı, anlaşılmak istenmedi. Artık bu saatten sonra “düşen düşsün, ağlayıp ağlamayacaklarına bakalım” denmeli, herkes kendi işine yoğunlaşmalıdır!