Cizre’den yazıyorum. Adresini bir abimden aldım. Seni tanımıyor, ne yaptığını da fazlaca bilmiyorum. Ne istiyorsan yaz, o cevap verir dedi.
Yaşım daha ondört. Yemin etmişim, biraz daha büyüyünce terörist olacağım, hem de Mehmet Tunç abim gibi. Halkın arasında kalarak, onun gibi yaşayarak, tıpkı onun gibi hissederek. Niye mi? Anlatayım kısaca. Birkaç resim gönderiyorum, bu mektubumla. Bak onlara. Birinde ben, abimin oğlu ve babam birlikteyiz. Yani üç kuşak. Diğerleri ise Cizre’de yaşananları gösteriyor. Yıl 2016. Yer ise iç savaşın yaşandığı Halep değil, Cizre.
Ben, okula gidiyordum. Fena sayılmazdı notlarım. Sonra sokağa çıkma yasağı geldi. Çıkamadığım için sokağa, okula gitmem de engellendi. Kaldı ki okul da tatil edilmiş, öğretmenler evlerine, geldikleri şehirlere mecburi tatile gönderilmişlerdi. Yani bir şekilde terhis. Oysa ders yılı devam ediyordu, birçok yerde. Ne Şubat, ne de yaz tatili zamanıydı.
Uzatmamayım. Sokağa çıkmak engellendiği için üç ay mahsur kaldık, olduğumuz yerde. Bebelere mama almak, çocuklara ekmek tedarik etmek için sokağa çıkan insanlar, kurşunlandı birer birer Cizre sokaklarında.
Sokağa çıkmak yasak olduğu için evlerimizde hapis kaldık, doksan gün boyunca. Ne şeker yiyebildik, ne de top koşturabildik bu zaman zarfında. Gece karanlık çöktüğünde ve sokak lambaları yanmadığı zamanlarda, gizlice birbirimizi ziyaret ettik arkadaşlarımızla. Bolca konuştuk, zaman çoktu ne de olsa. Ne okul vardı, ne de yapacak başka bir iş. Başka bir mektebe dönüşmüştü tüm Cizre.
Mehmet abiyi tanıdım, o gece buluşmalarımızın birinde. Güleç yüzlü, babacan bir insandı Mehmet abi. Bize bu günlerin geçeceğini, kısa bir zaman içinde güneş ve toprakla buluşacağımızı, tüm sıkıntıları unutacağımızı söyledi, üstüne basarak.
Doksan günün ardından biz güneş yüzü gördük, toprakla buluştuk. Buluştuk ama, ne güneş eski, bildiğimiz güneşti, ne de toprak eskisi gibi kokuyordu. Güneş yüzünü çevirmiş, toprak, bildiğimiz toprak gibi kokmuyordu. Herşey değişmişti, bu doksan gün içinde. Ev duvarlarındaki kurşun ve bomba izlerini görmesen, koca bir deprem olmuş, evler yere gömülmüş sanırsın, inan.
Uzatmayayım. Biz çıktık, ama Mehmet abi yoktu aramızda. O sevecen, o babacan, o herşeyi olumlu yönlerden değerlendiren Mehmet abi sırra kadem basmıştı. Sorduk, soruşturduk ne gören olmuş, ne de haberdar olan. Sonra, günler geçtikten sonra onun Cizre bodrumlarının birinde vahşice katledildiğini duyduk, hem de kardeşiyle birlikte.
Zaten o gece buluşmalarında kararımı vermiştim. Eğer terörist dedikleri Mehmet abim gibilerse, ben de büyüyünce terörist olacağım dedim, kendi kendime, hem de en azılılarından. Biz kurtulduk, adına kurtulma denirse, o yıkıntılar arasında, Cizre sokaklarında.
Gönderdiğim o resimlere iyice bak. Gönderdiklerim belki propaganda amaçlıdır diyorsan, başka yerlerden bulabildiklerine de bak. Babam, dedem anlattı çokça. Cizre, Cizre olalı, 2016’daki gibi bir zulüm görmemiş tarih boyunca. Tek tek evler değil, koca koca caddeler, geniş ve büyük mahalleler yerlebir edilmiş tümden Cizre’de.
Yatmak zorunda kaldın mı hiç, geceleri tank ve top atışları altında, hem de bir gün değil, ongün değil, tam üç ay, nemli ve küf kokan soğuk mu soğuk bodrumlarda? Hiç tanık oldun mu çocuklarına daha yaşarken ağıtlar döken annelere? Hiç şahit oldun mu, o herşeyi bilen, herşeye müktedir ve tüm sorulara anlaşılır bir cevap bulan baba ve dedelerin çaresizliğine? Diş ağrısı hiç çektin mi heval? Ne yaparsın dişin ağrıdığında? Parmağın kanadığında, bacağın sızladığında, belin tutulduğunda, birşeyler yapabilirsin belki, ya dişin ağrıdığında?
Suya, temiz havaya hasret kaldık heval, üç ay boyunca. Ben çıktım o vahşet bodrumlarından, yaşayarak. Yaşıyorum, ama tüm bedenim ölüm kokusuyla sarılı. Vücudundan ölüm kokusu tüten bir insan, normal bir yaşam sürdürebilir mi, heval? Söyle!
Niye mi yazdım heval, tüm bunları sana. Anlatasın diye, Almanyalara, Avrupalara. Yaşanılacak bir dünya varken, bir çocuk nasıl bile bile, isteye isteye terörist olur, anlaşılsın diye. Terörist olmazsam, üstüme, vücuduma sinmiş ölüm kokusundan, kurtulamam bir daha. Ölüm kokusunu üstümden atmak, resimde gördüğün yeğenimin de babam ve benim gibi ölüm kokusu taşımaması için sırtında, mücadele etmem gerektiğine karar kıldım. Bunun adına teröristlik diyorlar. Ne olduğunu da bilmiyorum fazlaca. Bildiğim Mehmet abim gibi insanlara terörist dendiğidir. Eğer o teröristse, ben de seve seve terörist olacağım. Söyle onlara, yeni bir terörist doğdu yerlebir edilen Cizre sokaklarında.
Sor onlara heval, Cizre, Şırnak ve Lice yerlebir edildiğinde doksanlı yıllarda, özyönetim mi vardı oralarda?
Sor onlara, 2009 yılının Nisan ayında yüzlerce, binlerce Kürt tutuklandığında, ateşkes mi yürürlükteydi yoksa savaş mı?
Sor onlara, Roboski’de katledilen gençler barikat mı kurmuşlardı sınır boylarında?
Sor onlara, Amed, Suruç ve Ankara’da bombalar patladığında, neden kurbanların hep Kürtler ve dostları arasından seçildiğini?
Sor onlara, Kobanê, Girê Sıpi ve Afrin’deki Kürtler hendek mi kazmışlardı sınırlarda, tek mermi mi atmışlardı bu yakaya?
Söyle onlara heval, derdi kuzuyu yemek olan kurt, bir gerekçe bulur bu emelini gerçekleştirmek için, ha suyun başı olmuş, ha sonu.
Sor onlara, Hamburg’ta, Köln ve Berlin’de evler, binalar işgal edildiğinde, caddelere, sokaklara barikatlar kurulduğunda kendi “teröristlerinizi” cezalandırmak için tank ve topla mahalleleri yerlebir ettiniz mi?
Bir de şunu söyle onlara. Bizim teröristliğimizin onlara bir zararı yok. Mehmet abim, bir teröristti. Ama bir fiske dahi vurmamıştı bir Alman’a, bir Avrupalıya. Benim de niyetim yok bir başkasına kem gözle bakmaya. Rahat olsunlar, canlarına zarar gelmez bizden. Ama bilsinler ki o dost diye arka çıktıklarıyla bir hesabımız var görülecek, hem de bin yıldır süren, hep yarım kalıp ertelenen. Cizre’nin bodrum katlarından öğrendiğim, çıkardığım dersler bunlar.
Kalırsam, bir kavşakta buluşuruz heval. Zamansız gidersem, adıma listelerin birinde rastlarsan eğer, bir daha oku bu mektubu. Söz vermişti, sözünün eri çıktı, dersin!