Kürt Yüzyılı dedik. Büyük umutlarla doldu dağarcığımız. Geçen yüzyıllarda, asırlarda kaçırdığımız fırsatları içinde bulunduğumuz yüzyılda gerçekleştirmeye oldukça yakınız diye gerekçelendirdik özlemlerimizi.
Ülkemiz Kürdistan’ın Güney parçası 20 yılı aşkın bir zamandır özgür. “Düş” olarak görülen, “muhayyel” diye üstü betonlarla örtülmek istenen Kürdistan gerçek oldu. Bugünse devlet olmayı tartışıyor, Kürdistan’ın güneyi.
Son 4-5 yılda mazlumların diyarı, kardeşlerin en küçüğü Rojava da eklendi buna. Kürdistan’ın bu parçası da sömürgeci güçlerin denetiminden kurtarıldı. Cihadist çakalların saldırıları bir bir püskürtüldü. Onların arkasındaki güçlerin emelleri kursaklarında kaldı.
Xaneqîn’den Efrin’e Kürt rüzgarı esiyor ve halk umutlu. Her iki parça bugün devlet içinde devlet ve Kürtler toprakları üzerinde egemen. Dost da düşman da, yar da neyar da bu gerçeği görüyor, kabullenmek zorunda kalıyor. Kimi bu kazanımları yerlebir etmek için tüm güç ve olanaklarıyla saldırıyor, kimi ise imrenerek, büyük bir sempatiyle izliyor, destek olmaya çalışıyor.
Buna karşın ise Ehmedê Xani’nin düşü halen de gerçekleştirilmeyi bekliyor: İttifak, ittifak ve yine ittifak. Üç asır önce dile getirilen bu özlem halen de gerçekleştirilmiş değil. Halen de ufak, grupsal çıkarların peşinden sürükleniyoruz. Ormandansa tek tek ağaçlarla ilgileniyor, enerjimizi birbirimize karşı berheva ediyoruz.
Ehmedê Xani’nin üç yüzyıl önce dile getirdiği, tüm uğraşlarının odak noktasına koyduğu bu “ittifak” gerçekleştirilmediğinde kazanımlardan hiçbirinin garantisi yok. Kürt siyasetinde başat, dominant ve belirleyici konumda olan PKK ile KDP’nin ilişkileri ise epeydir sorunlu.
Bugünkü tarihi süreçte, içinde bulunulan bu momentte her iki güçten her hangi biri, ne KDP, ne de PKK yalnız başına bu tarihi fırsatı kalıcı bir kazanıma dönüştürme olanağına sahip değil. Dün yalnızdık, içinde bulunduğumuz durum “Avukatsız halk olarak” tecüme edildi başkalarınca. Bugün etrafımızda oldukça “dostumuz” var, ancak bunların yarın, değişen bölge ve dünya koşullarında yanımızda, etrafımızda olacaklarının ne garantisi, ne de güvencesi var.
Tek kaldığımızda, ayrı düştüğümüzde, birbirimizle uğraştığımızda, güç ve enerjimizi çakallara yöneltme yerine, birbirimiza karşı tükettiğimizde, bugünkü kazanımları kaybetme riski de işin içinde olmaya devam edecek. Kısacası yapmakta olduğumuz bilek güreşinin kazananı ne bu güçlerden biri, ne de Kürt halkı olacak.
Kabul etsek de, etmesek de KDP bugün itibariyle önemli bir güç. Seçmen sayısı 750 binle bir milyon arasında gelip gitse de Irak’ın en temel güçlerinin başında geliyor ve uluslararası ilişkilerde baş sıralarda yer alıyor. Dünyanın hiçbir yerinde, bölgesinde, ayrı bir etnik gruba dayalı ve henüz devletleşmemiş hiçbir toprak parçasında belli başlı devletlerinin temsilcilikleri, konsoloslukları Kürdistan’daki kadar yok, buna uluslararası bir statüye sahip özerk Bask ülkesi ile Katalonya’da dahil. Kosova ve Karadağ gibi devletleri ise şimdilik anmayalım.
Bakur’da, Rojava ve Rojhilat da ise PKK en temel belirleyici güç. Milyonlarca insanın desteğine sahip. Kürdistan’ın Kuzey’inde Kürt halkının neredeyse yarısı PKK’ye sempati besliyor, arka çıkıyor, destek oluyor. Rojava’da ise hemen hemen tek hakim ve belirleyici güç konumunda.
Bu kadar güçlü olmasına, on milyonu aşkın insanın aktif desteğine rağmen en ufak bir esintide, 3-5 yaprağın hışırtısından vehme kapılıyor ve nezle olacağı endişesini taşıyor. Oysa o gövde ne kasırgalar atlattı, ne fırtınalar yaşadı, ne bahozlar geçirdi; bolca su verilerek çelikleşti, dış müdahalelere karşı bağışıklık kazandı, direngenliği arttı.
Kürdistan’ın en belirgin, en etkili bu her iki partisinin ilişkileri ise malesef nahoş. Kimi zamanlar frekanslar çakışsa, uyumlu bir hal alsa da, çoğunlukla dalga boyları farklı, araya parazitlerin girmesine müsait.
Şayet PKK ile KDP’nin ilişkileri böyle devam eder ve orta bir yol bulunmazsa evdeki bulgurdan olmak da olası. Komşu devletlerle ilişkiler sorunlu. Kürdistan’ı parçalayan devletler ise fırsat peşinde. En ufak bir bocalama ve hatada ensemizde boza pişirmek için pusuda.
Batı’sı ve Doğu’suyla büyük devletler ise kendi çıkarları peşinde. Bugün çıkarları öyle gerektirdiği için bizimle flört ediyor, kaş-göz ediyorlar. Yarın paslı hançerlerini çekmeyeceklerinin, bizi çakal sürülerine karşı yalnız bırakmayacaklarının hiçbir garantisi yok.
Bu her iki güç asgari müştereklerde anlaşabilir, birbirinin hak ve hukukunu gözetebilirlerse bugün elde olan kazanımlar pekiştirilip kalıcı bir sonuca ve statüye kavuşturulabilir. Yok tersi olur, birbirleriyle uğraşmaya devam ederlerse fazla ırak olmayan bir tarihte Başur ve Rojava’da onca uğraş ve mücadele, onca fedakarlık ve kahramanlık sonucu elde edilen kazanımlar tehlikeye girebilir.
Dünya bugün olmasa da fazla uzak olmayan bir tarihte Suriye konusunda bir ortayol bulmaya çalışacak. PKK ile KDP Rojava’nın geleceği konusunda anlaşamazlarsa, uluslararası planda, kamuoyunda direngenlik ve mücadeleleriyle takdir kazanan, sempati toplayan Kürtler yarın Riad ve Amman’da, Ankara ve Tahran’da, Moskova ve New York’ta kurulacak pazarlık masalarında yer bulamayabilir, yeniden kaybedenler hanesinde yer alabilirler.
Bundan sonra ise sıranın Güney Kürdistan’a gelebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Sunni ve Şii eksen arasında sıkışan, Batı ile Doğu arasındaki denge arayışında fazla bir anlam taşımayan Kürt kartı her an bir tarafa atılabilir. İç ilişkilerde bir ortayol bulamayıp birbirleriyle didişen ve böylelikle de güçten düşen Kürtlerin ise kimse gözünün yaşına bakmaz. Belki tarih yazıldığında Kürtlerin Irak ve Suriye’de gösterdikleri kahramanlıklara atıfta bulunulur, ama hepsi o kadar. Bunun faturasını ise torunlarımız yarın bize keser.
Bu ve benzer olumsuzlukların önünü almak için Cemil Bayık’la Mesud Barzani’nin ivedilikle yeniden biraraya gelmesi, bir türlü istikarara kavuşmayan bu ilişkilerin masaya yatırılması gerekir. İlişkilerin normalleşmesi yönünde atılacak her adım, Kürt halkının takdirini kazanacak, eldeki kazanımların korunup geliştirilmesinin teminatı olacaktır.
Kürt halkına onyıllardır baskı ve zulmün binbir türünü yaşatan, katliam ve soykırımlara imza atan sömürgeci güçlerle dialog ve müzakereden kaçınmayan her iki gücün, iç ilişkilerde ağırdan almaları, ilk adımı diğerinden beklemelerinin ise izahı yok.
Büyüklük, büyük olmak, sorumluluk almayı, toparlayıcı ve kucaklayıcı olmayı, gerektiğinde küçüğünün lafını dinlemeyi, onun endişelerini dikkate almayı gerektirir. Bu iki güçten birinin eldeki kazanımları kaybetmesi durumunda, kazanan diğer taraf olmayacaktır. Birinin kaybı diğerinin hanesine hezimet ve öngörüsüzlük olarak geçecek ve kaybedense her iki taraf ve Kürt halkı olacaktır.
Yarın pişman olmak istemiyorsak, adım atmalıyız, hem de bugün!