Gurbet en çok anneleri vurur, çocukları bunun farkında olmasalar da…
Tüm anneler, çocuklarının iyi bir gelecek kurmalarını, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürmelerini isterler, ama yanıbaşlarından ayrılmamalarını da dileyerek…
Çünkü onlar kız ve oğullarını hep çocuk olarak görür, annelik duygusuyla onlara yaklaşırlar. Çocuklarının birer anne ve baba olamaları da, bu yaklaşımlarını değiştirmez.
Belki de doğanın tek değişmez yasası da budur. Yaşadiğımız çevre, toplumsal ilişkilerimiz, değer yargılarımız, sürece ve gelişmelere göre değişime uğramalarına rağmen, tek değişmeyen ve tüm bu gelişmelerden etkilenmeyen şey, annelik duygusudur. O duygu ki inatla kendi saf ve duruluğunu koruyor, kimi zaman farkında olmasak bile…
Annemle ilk ve son uzun ayrılığımı üniversiteye başlamk üzere Istanbul’a giderken yaşadım…
Aradan yıllar geçmesine rağmen o günü hiç ama hiç unutamadım, annemin o günkü davranışına o an kendimce bir anlam veremedim. Çünkü bu ayrılış öncesi, farklı iki annenin kendi çocuklarının gelecekleriyle ilgili, sergiledikleri farklı iki davranışlarına şahid oldum, hangisinin daha doğru olduğuna o an bir türlü karar veremedim.
Annem, üniversite sınavlarını kazandığım için ağlıyor, arkadaşımın annesi ise çocuğunun aynı sınavı kazanamadığına…
Tüm kardeşler olarak hepimiz annemin o günkü davranışıyla alay ediyor, sevinmesi gerekirken ağlamasına bir anlam veremiyorduk.
O ise bizim söylediklerimize yine ağlamaklı bir ifadeyle karşılık vererek, bize komik gelen gerekçesini aynen şu sözlerle ifade ediyordu: „Ben de sizin kadar seviniyorum, ama şunu da biliyorum ki oğlum benden ayrılacak ve bu ayrılık bir daha sona ermeyecek. Bunu bildiğim için de yureğime yenik düşüyorum.“
O gün bizim alaya aldığımız, hatta bir türlü anlam veremediğimiz davranış, annelik duygusundan başka bir şey değildi. Yabancısı olduğumuz için o duygu bizim için bir anlam ifade etmiyor, hatta komik geliyordu.
Oysa O duygu bir öngörüyü de beraberinde getiriyordu ki öyle de oldu. O günden bugüne bir daha uzun vadeli olarak bir araya gelemedik annemle. Bir araya gelişlerimiz hep sayılı günlerle sınırlı oldu…
Çoğu zaman ben, yaşadığım ve bir parçası olduğum yere misafir olarak gidiyor, bazen de O kendisinden kopup, uzaklaşan parçasına konuk oluyordu…
Yıllar sonra bu yetmezmiş gibi, uzun süren sürgün yılları ve aşılması zor sınırlar girdi aramıza.
Biz yasadığimız her bir sürece bir anlam yükleyerek kendimizi yeni ayrılıklara hazırladık, alıştık, ama onu bir türlü allıştıramadık, kimi zaman alıştığını belirtse de…
Her ayrılığımız ondan bir parçasının yitip gitmesine yolaçtı, dertlerine bir yenisini ekledi…
Çoğu zaman üzülmeyelim diye, duygularını bile bastırdı, üzüntülerini gecelere sakladı. Kimbilir belki de pişmanlıklar yaşadı, çocuklarının kendilerinden farklı bir gelecek kurmalarını istemekle…
Gücünün yetmediği anlarda, bir iki selam ve duayla geçiştirdi, daha önce bir türlü bitirmek istemediği telefon sohbetlerini…
Birkaç günlük beraberlikten sonra, tüm acılarına rağmen gücünü toplayarak beni teselli etmeye çalıştı ayrılırken, hasta yatağında…
Ve herzamanki gibi, değişmeyen annelik duygularına teslim olmanın doğalığıyla, boyun eğdi ayrılğın son darbelerine…
Ve bir kez daha gurbet tüm anneler gibi onu vurdu, O, kendini gurbetin darbelerine bıraktı…
08.06.2006
ikramoguz@navkurd.eu