25 Eylül’ün üzerinden 10 gün geçti. Erdoğan başta olmak üzere, görevli görevsiz her Türk’ün Kürtlerle ilgili gerçek niyeti ortaya çıktı.
Erdoğan; „bir gece ansızın kapılarını çalabiliriz“ dedi. Ondan geriye kalan zevat da kendini ona göre konumlandırarak çıtayı daha yükseklere çıkardı…
Böylelikle Kürtler, bugüne kadar kendilerine dost görünmeye çalışan sinsi ve sinsi oldukları kadar tehlikeli olan düşmanlarını da bir kez daha tanımış oldular…
Ki bu da referandumun Güney Kürdistan dışında yaşayan Kürtlere şimdiden kazandırdığı bir kazanım…
Devletin Kürtlere karşı tutumu bilinen bir şey idi. Referandum öncesi ve sonrası süreç, sözüm ona entellektüel, bilim adamı, dinsiz ve din adamlarının da devletten geri kalır yanlarının olmadığını bir kez daha gösterdi…
İşte beynini her türlü kardeşlik hikayelerine kiralayan Kürtlere yıllardır anlatamadığımız gerçekleri, Türklerin entellektüelleri televizyon ekranlarındaki konuşmalarıyla göstererek, bir nebze de olsa yükümüzü hafiflettiler.
Bu nedenle son 10 gündür, her akşam televizyon karşısına geçip sözde haber kanalları arasında dolanıp duruyorum.
Tüm kanallarda benzer programlar ve ünvanları itibariyle birbirleriyle yarışan, ancak benzer şeyler söyleyen „en değerli“ yorumcular…
Entellektüel birikimleriyle, hükümete yaptıkları derinlikli önerileriyle, Ortadoğu’nun dünü ve bugünüyle ilgili „bilimsel“ analizleriyle adeta coşuyor ve coşturuyorlar.
Kimler yok ki?
Kelli felli profesörler…
Bol ünvanlı stratejistler…
Diplomasinin tepe noktalarına kadar tırmanmış monşerler…
Toplum ve siyaset bilimcileri…
Omuzlarındaki kalabalık metalleri bitpazarına düşmüş emekli paşalar…
Tartışma programlarına çıkan katılımcıların düzeyleri o kadar yüksek ki, en cahilleri emekli paşalardan oluşuyor…
Haliyle tüm kanallarda aynı konu…
Güney Kürdistan Referandumu ve komşu ülkelere, özellikle de Türkiye’ye yansımaları…
İşin ilginç tarafı, tüm kanallardaki programların başlama ve bitiş saatleriyle reklam araları da aynı anlara tekabül ettiği için, hepsini bir televizyon üzerinden takip etmek beceri ister…
Birbirinden „değerli“ olan katılımcıların bilgi birikimlerinden bir nebze de olsa yararlanmak için, kaç günlük gecikmeyle de olsa, bir çözüm yöntemini geliştirdim ki, aynısını sizlere de öneririm.
Bir kanalı açıyor, orada konuşan yorumcunun bir cümlesini dinledikten sonra başka bir kanala zıplıyorum. Çünkü hepsinin söyledikleri aslında bir cümleden ibaret…
„Elele verelim, bu dünyada Kürtlere yaşam hakkı tanımayalım…“
Bazen birinin söylediğini başkasının söyledikleriyle karıştırsam da, zararı yok. Önemli olan söz konusu değerli bilgiyi edinmek. Stratejistin ya da monşerin hangi kelimeyi kullanarak söylemiş olaması pek fark etmiyor.
Zaten katılımcılar da birbirlerini tamamlayacak şekilde konuşuyor ve aynı sonuca varıyorlar…
Misal:
Profesörlerden biri; “Barzani geri adım atsın…” diyor
Stratejistlerden biri; “Yetmez, Referandumu da iptal etsin…” diye tamamlıyor.
Olup biten bir olay, nasıl iptal edilecek tabi benim gibilerin pek aklı ermiyor…
Ömrünü savaş meydanlarında tüketen emekli paşalardan biri; “Geç kaldık, şimdiye kadar Musul ve Kerkük’ü almalı, araba plakalarını 82 ve 83 olarak değiştirmeli ve Barzani’yi sallandırmalıydık…” diyor.
Diplomasinin uluslararası labirentlerinde bir ömür geçiren monşer, nazik ve yumuşak bir edayla; “Haklısın cancağızım! Ancak olayın keyif veren yanını da düşünmeli, ayrıca bölge ülkelerinin saygın yöneticileriyle ortaklaşmak şartıyla, alacağımız zevki onlarla tattırmalıyız…” diyor ve böylelikle cehaleti sonucu olaya kaba saba dalan paşasının eksikliğini de kapatmış oluyor.
Tam bu arada toplum ve siyasal bilimci bir zat, gözlüklerinin üzerinden moderatörü süzdükten sonra söze girerek, son noktayı şöyle koyuyor:
“Beyler… beyler… unutmamak gerekir ki, ancak Barzani’ye yavaş yavaş can çektirirken, tüm kapıları da kapatmalı, onun peşinden koşan Kürtleri de açlıkla terbiye etmeliyiz ki, bir daha böyle bir şey tekerrür etmesin… Tabi bir de Barzani’nin kurmak istediği devletin de aslında Kürdistan değil, Barzanistan olduğu konusunda Kürtleri inandırma olayı var ki, üzerinde kafa yoralım…”
Haliyle onca entellektüelin, hatta içlerindeki emekli paşaların yanında bile cahil cühela kalan moderatörlerin aklına her hangi bir soru sormak gelmiyor.
Öyle olunca da, adı tartışma olan program bir komediye, katılanlar da birer fîgurana dönüşüyorlar.
Çünkü onların konuşmalarında hareketle insan şöyle bir duyguya kapılıyor:
Irak’ı, Baas tutkalıyla bir arada tutan Saddam hala yönetmekte…
Hafız Esad Şam’dan Suriyeyi, Şah Riza Pehlevi ise Tahran’da İran’ı idare etmekte…
Haliyle ABD ile ŞCB soğuk savaş koşuları gereği birbirlerini hala boğazlamakta…
Musul ve Kerkük ile söylenenler dikkate alındığında, Türkiye ise hala Osmalı Halifesi Abdülhamid tarafından yönetilmekte…
Salt iki neden den dolayı 10 gündür her akşam benzer insanları seyrediyor, benzer şeyleri duyuyorum.
Birincisi, düşmanlarımızın bu denli realiteden uzak oluşları moralimi düzeltiyor…
İkincisi ise, her akşam aynı tiyatroyu seyrettikçe hayatımda gülmediğim kadar gülüyorum…
06.10.2017
firataras@navkurd.net