Çözüm sürecini nihayete erdirmek amacıyla AKP ile HDP’nin ortaklaşa yapacakları bir basın toplantısını beklerken, bahtımıza TSK ile YPG’nin –siz PKK diye okuyun- ortak operasyonuyla kurtardıkları Süleyman Şah’ın kemikleri düştü.
Buna da şükür.
Süleyman Şah’ın kendisi gibi, kemikleri de hayal ürünü olsa bile, o kemikleri kurtarma adına yapılan ortak operasyondan çıkaracağımız çokça ders var…
Süleyman Şah’ın hayal ürünü olduğunu ben söylemiyorum. Bunu, en az Erdoğan kadar ecdadına sahip çıkan, ecdadıyla gürür duyan, ömrünü ecdadının soy ve sopunu ortaya çıkarmaya adayan tarihçi Murat Bardakçı söylüyor.
Çıkaracağımız derslere geçmeden önce Murat Bardakçı’nın 23 Subat, yani bugün Habertürk Gazetesi’ndeki köşesinde bu konuda yazdıklarından kısa bir alıntıya bakalım:
„… Türbede yatan Süleyman Şah’ın kim olduğu konusunda aslında kesin bir bilgi yoktur ve ortada iki görüş mevcuttur: Süleyman Şah ya Türkiye Selçukluları’nın kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Bey’dir, yahut Osman Gazi’nin Süleyman ismini taşıyan dedelerinden biridir. Osmanoğulları’nın büyük dedesinin isminin Süleyman olduğu görüşünün kaynağı, Orhan Gazi’nin oğullarından olan ve Rumeli’yi fetheden kişinin Süleyman ismini taşımasıdır. Osmanlı döneminde “Çocuğa dedesinin isminin verilmesi” şeklindeki eski Türk geleneğine uyulduğu dolayısı ile Rumeli Fatihi Süleyman Paşa’nın bu gelenekten yola çıkılarak “Süleyman” ismini taşıdığı görüşünden hareket edilmiş ve Caber Kalesi’ndeki türbede hanedanın büyük ceddinin yattığı görüşü 19. asırdan itibaren ağırlık kazanmıştır. Ama tekrar söyleyeyim: Caber’deki türbede yatan kişinin kim olduğu hakkında hiçbir zaman kesin bir bilgi elde edilememiştir…“
Ancak Süleyman Şah’ın kim olduğundan daha çok, Kürdü-Türkü, hemen herkes Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bu konuda yaptırdıkları operasyonu tartışıyor.
Türklerin bu konuda ne dedikleri, işin doğrusu beni pek ilgilendirmiyor. Çünkü ortalama her Türk de, bu konuda Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinden farklı düşünmüyor. Onların bu eylemini eleştirenler de, salt muhalifliklerinden dolayı işin şekilsel yanıyla olaya yaklaşıyor ve havan da su dövmeye çalışıyorlar.
Ancak Kürtlerin bu konuda çıkaracakları binlerce ders var.
Kürtler, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bu eylemini tartışacaklarına, önce aynanın karşısına geçip biraz kendilerine, daha sonra dönüp onlara baksınlar.
Eğer kendileriyle Erdoğan-Davutoğlu ikilisi arasında bir fark görebiliyorlarsa, bunun nedenleri üzerinde kafa yorsunlar.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, yönettikleri devlete bir harç katmak için hayali ecdad yaratıp, kime ait oldukları bile belli olmayan üç parça kemik için uluslararası operasyon yaparlarken, onların bu operasyonuyla dalga geçen Kürtlerin kaçı kendi öz dedelerinin hala kayıp olan kemikleri ile ilgilenebiliyor.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, hayali ecdadlarıyla övünüp onlara sahip çıkarlarken, onları yerden yere vuran kaç Kürt Şeyh Mahmut Berzenci’den, Şeyh Ubeydullah Nehri’den, Mîr Bedirxan’dab haberdar.
Kaç Kürt Şeyh Said, Seyit Rıza, Kadi Muhammed ve Mustafa Barzani’ye sahip çıkabiliyor.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, sahip oldukları devletlerinin bekası için, Tek Dil, Tek Millet, Tek Din, Tek Bayrak ve Tek Devlet şiarıyla hareket ederlerken, onların bu tek-teklerine karşın kaç Kürt kendi diline sahip çıkabiliyor.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, bir tek çakıl taşından vazgeçmeyiz derlerken, onlarla aynı dalga da buluşun Sırrı Sürreya Önder’in; „Kürdistan sadece Kürtlerin vatanı değil“ sözlerine kaç Kürt itiraz edebiliyor.
Bu türden soruları çoğaltmak mümkün, ancak bunlar bile tek başına Kürtlerin içinde bulundukları çıkmazı ortaya koymaya yetiyor.
Hiç kuşkusuz, birilerinin bu yazdıklarıma itirazı olabilir. Olmalaıdır da…
Ancak bu, acı gerçeğimizi değiştirmiyor.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin hayali ecdadlarına sahip çıktıkları kadar, iki nesil öncesi dedelerimize sahip çıksaydık, Şeyh Said’in torunu AKP’nin Amed il başkanı olmakla, dedesinin hala bulunamayan kemiklerini sızlatmazdı.
Seyit Rıza’nın torunları; „Devrim şartlarında bu tür olaylar olabilir“ deyip hala CHP’nin peşine takılmazlardı…
Miroğulları, Kızılkayalar, Övürler milletvekili olmak için kuyruğa girmeden, hayali ecdadının kemiklerine sahip çikan Erdoğan-Davutoğlu ikilisine, dedelerinin hala bulunamayan kemiklerinin bulunması için hesap sorarlardı.
Aynı dine mensup olmaktan gayrı Erdoğan-Davutoğlu ikilisiyle herhangi bir ortak paydada buluşamayan mümin Kürtler, AKP’nin bölgedeki gönüllü bekçiliğine soyunurlarken, ikilinin bugün yönettiği devlet tarafından denize atılan Saidê Kurdî’nin kemiklerine de aynı hasasiyetle yaklaşmalarını talep ederlerdi.
En önemlisi, daha düne kadar Kobanê’nin düşmesi için dua eden Erdoğan-Davutoğlu iklisinin ortak operasyon yapma tekliflerine karşı, YPG, Kobanê’nin kurtuluşu için canını feda eden binlerce Kürt gencinin hala kurumayan kanlarının hesabını sorardı…
Ne yazık ki, gerçeğimiz bu.
Daha farklı olması da düsünülemez.
Çünkü; ecdadımıza sahip çıkmayı beceremiyoruz, sahip çıkmak isteyeni ise gerici olarak adlandırıyoruz…
Dilimizi konuşamıyoruz, dilimize sahip çıkarak onunla konuşmamız gerektiğini söyleyen herkesi milliyetçilile suçluyoruz…
Devlet kurmak istemediğimiz gibi, dünyadaki tüm halklar gibi ulusal bir devlete sahip olmak isteyen Kürtleri, emperyalistlerin birer kuklaları olarak yaftalıyoruz…
Bunun için, ne bugün ne de yarın bir devlet kurabilir, ne de eskaza kurulacak bir devleti yaşatabiliriz…
Acınacak durumdayken, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bugün kadar hayali de olsa, ecdadlarına sahip çıkmalarıyla dalga geçecegimize, dönüp kendi çaresizliğimize ağlayalım…
23.02.2015
firatras@navkurd.eu