Son dönemlerde kamuoyu Kürt açılımına kilitlendi. Hangi gazeteyi açıyorsanız, ana tema aynı. Sorunun bu denli yoğunlukta tartışılması genel anlamda olumlu ve yararlı.
Gerek Kürtlerin ve gerekse devletin bu tartışmalardan yararlanacağı muhakkak.
Ancak bu sürecin uzun bir zamana yayılması, sorunun muhatapları tarafından herhangi bir somut önerinin ortaya konulmaması ve atılacak adımların gecikmesi ise sorunu sulandırır, kamuoyunda şimdilik oluşan olumlu tepkiler ise tersine döner.
Kamuoyuna herhangi somut bir öneri ortaya koymamakla birlikte hükümetin bu konudaki niyeti yaklaşık olarak belli. Hükümet, Kürtleri muhatap almadan ve sorunun muhataplarıyla masaya oturmadan kimi demokratik adımlar atmak istiyor .
Bunlar ise, TRT Şeş’in devamı sayılabilecek adımlardan ibaret. Örneğin Kürtçe kursların, Üniversitelerde Kürtçe bölüm ve enstitülerin açılması, Kürtçenin ev ve sokakta konuşulmasının yanısıra devlet kurumlarında da belli ölçülerde serbest bır şekilde kullanılması, son yıllarda Kürt basın yayın alanında yapılan kimi iyileştirmelerin çerçevesinin biraz daha genişletilmesi ve değiştirilen coğrafik isimlerin iade edilmesi gibi .
Atılacak bu adımların yasal garanti altına alınması ve idari anlamda kimi demokratik adımların atılması ise, uzun vadede yapılan anaysa değişikliğine veya yeni bir anayasanın hazırlanmasına bağlı.
Hükümet ise, atacağı bu adımlar karşılığında, PKK’nin silahtan arındırılmasını ve genel olarak Kürtlerin üniter devlete bağlı kalmalarını istiyor. Bunun ötesinde bir beklenti içerisine girmek ham bir hayal…
Kürt cephesine gelince sorun daha da karmaşık gibi görünüyor. Kimin ne istediği belli değil.
Genel olarak söylenen, „biz bu süreci olumlu karşılıyoruz ve destekliyoruz“ yönünde.
Sürecin olumlu karşılanması ve de desteklenmesi genel olarak doğru bir tavır, ama hangi yöntem ve çerçvede, orası belli değil.
Örneğin, federasyon talebi olan Kürtlerin sadece dışardan gazel okurcasına „süreci destekliyoruz“ demeleri yetiyor mu?
Bu söylem ve hedeflerini daha somut verilerle ve kendileri gibi düşünen kitleleri de arkalarına alıp, süreci sulandırmadan ve herhangi bir provakasyona yol açmadan ortaya çıkmaları gerekmiyor mu?
Ya da varsa eğer hala bağımsız bir devlet modelini çözüm olarak görenlerin de, bu anlamda bir çalışma içerisine girmeleri sorunun çözümüne katkı sağlamaz mı?
Bu arada hiçbir şey istemeyenler de, bence olayı sağa sola bükmeden, açık yüreklilikle hareket etmeli, süreci çıkmaza sürükleyecek manevralardan kaçınmalılar…
Sorun salt Öcalan’ın üstüne yıkılmamalı, kendisinin avukatlarına söylediği de bir anlamda budur.
Oysa Kürt cephesinden görünen hava tam da bu yönde. Düne kadar Öcalana karşıtlıklarıyla tanınan kimi aydın ve yazarlar, sürece katkı anlamında „destek veriyoruz“ demelerinin başat nedeni sorumluluktam kurtulmak, süreç olumlu sonuçlanırsa, sahiplenmek, istenildiği gibi gelişmese, günahı birilerine yüklemektir…
Daha şimdiden devleten davetiye bekleme telaşına girenler de bilmeli ki, bu devlet durup dururken kimseyi masaya çağırmaz. Ancak kimilerinin böyle bir niyeti varsa, devleten davetiye bekleme yerine, muhataplardan biri olmanın şartlarını yaratmarı gerekir.
Bir önceki yazımda da belirtmiştim, Kürt sorununda bir taraf olarak, benim gönlümde yatan ve gelecekle ilgili hayallerimi süsleyen bağımsız ve özgür bir Kürdistan’ın özgür bir vatandaşı olmaktır.
Türkiye ne kadar demokratik bir devlet olursa olsun, isterse Türklerle gerçekten de eşit koşullara sahip bir ortam yaratılsın, benim bu idealim yine de sona ermez, çünkü bir Kürt olarak devlete sahip olmanın ve o devletin bir vatandaşı olmanın nasıl bir his ve duygu olduğunu yaşamak istiyorum. Tüm dünyanın tek bir devlete dönüşmesi dahi, bu hislerimin yok olmasına gerekçe oluşturmaz…
Devlet niyetini açıkça ortaya koymayabilir, bu doğaldır da. Çünkü devlet alan değil, veren taraftır.
Ancak Kürtlerin durumu bu anlamda da farklı, Kürtler devletin verdikleriyle yetinmemeli, almak istediklerimizi net ve çıplak bir şekilde önce ortaya koymalı, ardından pazarlığa, eğer varsa şansımız, başlamalıyız…
Gerisi, Erdoğan’ın şevkatine kalır ki, onun şevkatinin çerçevesı de, bizden „Ne Mutlu Türküm“ yerine „Ne Mutlu Mğslumanım“ dememizi talep etmekle sınırlı kalabilir.
Oysa ben, kendi kimliğimle, kendi ülkemle, kendi dilim ve türkülerimle mutlu olmak ve daha sonra bu mutluluğumu komşularımla ya da dindaşlarımla paylaşmak istiyorum…
20 Ağustos 2009
firataras@navkurd.eu