Cezaevine girenler bilirler. Sorgulamanın ilk aşamasında takınılan tavır, sogucu ile sorgulanan arasında karşılıklı bir etkileşime yolaçar. Sorgu boyunca ilk başta oluşan bu etkilesim de devam eder.
İlk başta sorgulananın takındığı direngen bir tavır, sorgucuları çileden çıkarır, daha fazla canavarlaşmalarına yol açar. Sorgulananın daha fazla işkence görmesine neden olur, ama direngen ve onurlu bir tavır, en ilkel ve insani değerlerden yoksun olan sorgucular üzerinde bile bir saygınlık uyandırır.
Teslimiyetçi bir tavır ise, sorgulananın peşinen yenilmesine, sorgucular tarafında alay konusu olmasına ve hatta daha fazla işkence görmesine bile sebep olur.
Kurtulmak amacıyla verilen en ufak bir taviz, yeni tavizlerin verilmesine neden olur.
Tavizlerin sonu ise sorgucuların insafına kalır. Sonradan takınılan direngenlik bile verilen tavizleri sonlandırmaya yetmez.
Son günlerde başta Diyarbakır olmak üzere Kürdistan’ın diğer şehir ve kasabalarında meydana gelen kitlesel eylemlerde, tavizkar bir tutuklunun son anda tavır değiştirmesine benzer. Ve bu nedenle de daha fazla taviz ve teslimiyet mantığıyla olaya yaklaşan, devlet ve devletin güdümündeki basın yayın tarafından bir halkın aşağılanmasına varan yorum ve söylemlere neden olmaktadır.
Bir halkın kaderini, tutuklandığı ilk andan itibaren teslimiyet bayrağını çeken zavalı birinin iki dudağı arasına mahkum eden bir anlayışın, bu saatten sonra yapacağı tek şey, daha fazla taviz vermekten ibaret olacaktır.
Bağımsız Kürdistan çıtasıyla ortaya çıkan, bu söyleminden dolayı da onbinlerce Kürt gencinin dağa çıkmasını sağlayan ve gelinen aşamada üniter devlet savunuculuğuna kadar düşen bir anlayışın dün olduğu gibi, bugün ve yarın da halka zarar vermekten başka bir yararının olmayacağı, bugün halktan kitlesel eylem yapmalarını isteyenlerin söylem ve istemleri açıkça göstermektedir.
Demokratik cumhuriyet, kemalizm ve üniter devlet savunuculuğunun bir halkı kurtarmaya yetmediği ve bundan sonra da yetmeyeceği bilinmelidir.
İmralı sürecinin eleştirisi, silahlı mücadeleye dönüş şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksine günümüz koşullarına denk düşen, uluslararası düzeyde kabul gören Kürt sorununun saygınlığına gölge düşürmeyecek, yeni dayanışma ve destek kazandıracak yol ve yöntemlerle hareket etmek, verilen tavizler sonucu kaybolan saygınlığın yeniden tesis edilmesini saglayabilecektir.
Kuşkusuz bunun ilk adımı, etki gücü ve kitelsel yapısı itibariyle geniş bir kesime hitab eden ve halkı sokağa dökebilme gücünü elinde bulunduran kesimin, bu tavizlere sebebiyet veren İmralı’daki Zat ile kendi arasına net bir cizgiyi çekmesiyle mümkündür.
İmralıya endeksli tavır, şidetten beslenenlerin sevinmelerine neden olacağı muhakkaktır, ancak bugünden sonra ortaya çıkacak siddet dalgası, açlık, göç ve yeni canların feda edilmesinden başka bir anlam ifede etmeyecektir.
Etkileri küçük, ama sözleri büyük olan diğer kesimlerin ise eleştiriden başka yapabilecekleri şeylerin da olduğunu artık hatırlamaları gerekir. Salt eleştirel bir yaklaşımın ne devletin ne de güdümündeki İmralı’nın etkisini azaltmayacağını, yılların tecrübesiyle görmüş olmaları gerekir.
Genel olarak Türkiye’de silahların susması ve karşılıklı hoşgörüye dayalı bir ortamın oluşması, salt Kürtlerin tavrına bağlı olmadığı da başta Türk aydınları olmak üzere herkes tarafından görülmelidir. Bunun temel şartı ise, kişilikli ve Türkiye’de yaşayan her kesime aynı mesafe ve tavırla yaklaşan, insan haklarına gerçekten saygılı ve de askeriyenin gölgesinden kurtulan sivil bir iradenin oluşmasıdır.
Kürtlerin İmralı’dan, Türklerin de Kemalist ordunun etkisinden kurtulmaları, ancak her iki halkın tercilhlerini kendi iradeleri dogrultusunda kullanabilecekleri bir olgunluğa ulaşmalarıyla mümkündür. Aksi takdirde daha çok kan ve gözyaşı akacak ve mevcut acılara yenileri eklenecektir…
1 Nisan 2006