Son Türk devleti, Osmanlı’da 700 yıl başarılı bir şekilde uygulanan devşirme sisteminin bir sonucu olarak oluşan kadrolar tarafından kuruldu. Kuruluşundan günümüze kadar birinci derecede görev alanların tümü Türk olmayan devşirmelerden oluşuyor.
Osmanlı’da Veziri Azam koltuğuna, işgal edilen topraklarda esir alınan çocuklar içerisinden seçilen, özel bir eğitimden geçirildikten sonra, padişah kızlarıyla evlenen devşirme damatlar oturuyorlardı.
Osmanlının dağılmasıyla birlikte, yeni devletin kuruluşuna öncülük edenler de Osmanlı’nın son devşirmeleriydi. Bunlar, Osmanlı’dan arta kalan birçok mirası daha da geliştirerek, bugüne kadar uygulayageldiler. Bu uygulamalardan birisi de devleti yönetecek olanların Türk olmayanlar arasından devşirilmesiydi.
Bu nedenle kuruluşundan günümüze kadar son Türk devletini yöneten birinci derecedeki kadrolar olan, Atatürk ile İnönü, Bayar ile Menderes, Ecevit il Erbakan, Demirel ile Çiller, Özal ile Yılmaz, Erdoğan ile Abdullah hiçbiri Türk değil.
Farklı siyasi cenahlarda yer almalarına rağmen en önemli ortak paydaları, bir Türk’ten daha çok Türkçü oluşları…
Yeni Türk devletinin Osmanlıdan farklı olarak bu sistemi devlet yönetiminin yanı sıra, devletin bekası için tehlike oluşturan kesimlerin kurmuş oldukları parti ve örgütlerin yönetimlerine dolaylı olarak sirayet etmiş olmasıdır.
Bu kesimlerin başında ise, Kürtler yer alıyor.
Kürtlerin kurumlarına yerleştirmek istediği kişileri, devlet önce mağdur, ardından da belli bir alanda konumlandırarak meşhur eder. Tanınırlığını yeter ölçüde sağladıktan sonra da Kürtlerin yer aldığı piyasaya sürer.
Bu piyasanın acemileri olan Kürtler ise, meşhur olan bu kişilerin üzerine balıklama atlayarak, bunların karşılığında bir bedel ödemekle birlikte, onları alıp baş tacı ediyorlar.
Son kırk yılda yapılmış olan bu alışverişin en önemli örneklerini Yalçın Küçük, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Sezai Temeli ve Ayhan Bilgen oluşturuyor.
Kürtler, bu piyasadan Sırrı Süreyya Önderi alıp baş tacı ederlerken, Ahmet Türk o alışveriş ile ilgili, „Mehmet Metiner’i verip Sırı Süreyya Önder’i alırken, çok karlı bir iş yaptık…“ diyerek, tüm Kürtler adına memnuniyetini ifade etmişti.
Devlet her birini önce zindana atarak mağdur, sonra da güdümündeki basın yayın aracılığıyla birer kahraman olduklarının reklamını yapıp, meşhur etmişti.
Ayhan Bilgen’de Mazlum-Der üyeliği ve kısa süre içerisinde başkanlığa tırmanarak mağdurların sesi olarak, Kürtlerin dikkatini çekti.
Kürt cenahına transfer olduktan sonra, önce milletvekili, ardından parti sözcüsü ve son olarak ta Kars belediye başkanı yapılarak tüm Kürtler tarafından tanınırlığı sağlandı. Kısa sürede tırmandığı basamakları aşarak, Kürtlerden takdir gördü.
2018 yerel seçimlerde seçilen tüm il belediye başkanları çok kısa süre içerisinde görevlerinden alınıp yerlerine kayyum atanırken, o görevde kaldı. Onun görevde kalmış olması, onun taşıdığı meziyetlerin yanı sıra devletin HDP, dolayısıyla Kürtlere bir bütün olarak karşı olmadığına gerekçe gösterildi.
Akabinde HDP’in Türkiyelileşme, dolayısıyla Türkleşme hedefini ıskaladığını belirterek, derinlerin ilgisine mazhar oldu. Bu çıkışından sonra HDPin başına, olmasa HDP’ten kopacak bir kesimin oluşturacağı yeni partinin başına getirilmesi yönünde bir algının oluşturulmasına çalışıldı.
Ancak, ala görevde kalmış tek il belediye başkanı olması Kürt cenahı tarafından sorgulanınca, bu algının bertaraf edilmesi için görevden el çektirilerek içeri bile atıldı.
Ancak Sırrı Süreyya gibi o da aynı suçu işledikleri iddia edilen diğer arkadaşlarından daha şanslı olduğu için kısa sürede çıktı…
Bir süre, beklemeye alındı, daha çnce oluşan kimi algıların unutulması sağlandı.
Son günlerde ismi bir kez daha lider adayı olarak gündeme taşındı. Bugün de Sözcü gazetesi aracılığıyla sahneye çıkarak, üstleneceği rolü nerede ve nasıl oynayabileceği konusunda işaretler verdi.
Türkiye’nin bekası, bu bekada Kürtlerin yeri, HDP’in yakalamış olduğu şansı yeter ölçüde kullanamayışı konusunda engin bilgilerini Saygı Öztürk aracılığıyla diyor ki; „Toplumun kopuşunu derinleştirecek değil, demokrasiye ve şiddetsiz çözüme beklentiyi güçlendirecek formüle Türkiye’nin ihtiyacı var. Seçmene şiddetsiz ama haklarını kararlı bir biçimde sunan seçenekler sunmalıyız. Kimlik siyasetinden uzak duran ama ekmeğinin derdinde olan kitle için çözüm, umut ve güven verilmeli…“
Bu paragraftan da anlaşılıyor ki, siyasetin derin kulvarlarında „halkların kardeşliği“ söylemi bile artık ayrıştırıcı bir söylem olarak değerlendiriliyor. Buna alternatif olarak da kimlik siyaseti yerine ekmek siyaseti öne çıkarılacak…
‘Halkların kardeşliğini’ şiar edinen Kürt aktörlere alternatif olarak da ‘ekmek kardeşliği’ şiarıyla devşirmeler sahneye sürülecek…
Çünkü HDP tavanına rağmen, tabanda hala etkili olan kimlik siyasetinin sadece devleti değil, kimi Kürt aktörleri de rahatsız ettiği bir gerçek.
Bakalım Ayhan Bilgen, sergileyeceği performansla bu gerçeği değiştirebilecek mi?
05.12.2021