
Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nin tarihi geçmişi 1863 yılında kurulmuş olan Robert Kolej’ine dayanıyor.
Robert Kolej ise, Amerikalı bir eğitmen ve mimar olan Dr. Cyrus Hamlin ile tanınmış bir tüccar olan New York’lu Mr. Christopher Rheinlander Robert tarafından kurulmuştur. Bu kolejin en önemli özelliğinden biri, Birleşik Devletler sınırları dışında kurulan ilk Amerikan koleji olmuş olmasıdır.
Kuruluşundan sonra Mr. Robert finansal yükü, Dr. Hamlin ise Birleşik Devletlerden kaynak sağlama ve Kolej’i yönetme sorumluluğunu üstlenir. Oluşturulan Yönetim Kurulu, Kolej’in kapılarının ırk, milliyet, din gibi konularda hiçbir ayırım gözetilmeksizin tüm öğrencilere açık olduğuna ve eğitim dilinin de İngilizce olmasına karar verir.
Bağışlar ve yardımlarla finanse edilen Robert Koleji zaman zaman ekonomik sıkıntılar yaşar. Özellikle 1930’lu yıllarda Birleşik Devletlerdeki ekonomik krizin yansımaları Robert Koleji’nde de görülür.
1971’de Koleji yöneten Dr. Everton, Robert Kolej’in kampüsü üzerinde bağımsız bir üniversitenin kurulması için Türk hükümetine öneride bulunur. 10 Eylül 1971’de ise, yüz yıldan fazla Robert Kolej’in kullandığı kampüste eğitim vermek üzere Boğaziçi Üniversitesi resmi olarak kurulur.
Üniversitenin internet sayfasında „Boğaziçi Hakkında“ başlığı altında verilen bilginin ilk paragrafı şöyle:
„150 yılı aşan geçmişi ile akademik özerklik ve katılımcı yönetim anlayışını temel alan, yaşamın her alanında düşünce özgürlüğünü savunan Boğaziçi Üniversitesi, eğitim ve araştırma performansı ile dünyanın en seçkin üniversiteleri arasında yerini almış, kendisini fark yaratacak eğitim ve araştırmaya adamış, mükemmeliyetçiliği benimsemiş bir kamu üniversitesidir. “
Akademik özerklik ve katılımcı yönetim anlayışı, bir üniversitenin olmazsa olmaz özelliklerinden biridir. Bu özelliğe sahip olmayan bir üniversiteye de zaten üniversite denmez. Bugün Türkiye’nin neredeyse her ilçesinde bile adı üniversite olan okullar faaliyet gösteriyor ki, işleyişleri ve düzeyleri itibariyle ortaöğretim kurumlarından bir farkları yok. Boğaziçi’nin başına bugün gelen şey de, kısmen de olsa sahip olduğu akademik özerkliğinin tümüyle sona erecek olması…
Aynı paragrafta, „yaşamın her alanında düşünce özgürlüğünü savunmak…“, aslında her üniversitenin sahip olması gereken bir ilke, demokratik bir dürüşün göstergesi.
Ancak bu ilkeye Boğaziçi Üniversitesi’nin kendisi ne kadar sahip çıktı ve kendisi dışında kalan toplum kesimlerinin düşünce ve her türlü insani hakları ihlal edildiğinde, bu ilkesinden hareketle nasıl bir duruş sergiledi…
Mesela Kürtlerin özgür iradeleriyle demokratik yollarla seçtikleri belediye başkanlarının yerine kayyım atanırken ya da Şehir Üniversitesi kapatılırken…
Ahmet Türk.
Kendisi Kürt ama soyadı Türk.
Yaklaşık 50 yıllık bir siyasetçi.
1980 öncesi CHP’de, sonrası dönemde SHP’de milletvekilliği yaptı.
Daha sonra kurulan HEP ve DEP’ten HDP’ye kadar uzanan partilerin kuruluşunda yer aldı, yönetici ve genel başkanlık görevlerinde bulundu.
2014 Yerel Seçimlerinde Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandı. Görevden alındı, tutuklandı, suçsuz bulunup serbest bırakılmasına rağmen, halk tarafından seçilmiş görevine dönemedi. Onun yerine kayyım olarak devletin bir memuru atandı…
Ahmet Türk, 2019 Yerel Seçimlerinde aynı göreve talip olmak için bir kez daha aday oldu. Aday olmasında herhangi bir sakınca görülmediği için seçime katıldı. Yine halkın yaklaşık %70’nin oyunu alarak yeniden Mardin Büyükşehir Belediye başkanlığına seçildi. Ancak seçimden birkaç gün sonra görevden alınarak, yerine kayyım atandı.
Bugün Mardin Büyükşehir başta olmak üzere, HDP’in kazanmış olduğu 60 civarındaki belediye başkalıklarının hemen hepsi Erdoğan’ın atadığı kayyım olan memurların işgali altında.
Bırakalım, 60 civarındaki il ve ilçe belediye başkanlarının görevden alınmasını, Türkiye kamuoyu tarafından iyi tanınan ve hatta kimi zaman Kürtlerin akil adamlarından biri olarak kabul edilen Ahmet Türk gibi birisi görevden alınırken, Boğaziçi Üniversitesi sahip olduğu bu ilkesi gereği herhangi bir tepki verdi mi?
Hadi diyelim ki, Kürtlerin düşünce özgürlüğü, hak ihlalleri bu ilkenin kapsama alanına girmiyor.
Peki Şehir Üniversitesi kapatılırken, Boğaziçi Üniversitesi herhangi bir tepkide bulundu mu?
Kocaman bir hayır…
Dün Kürtlerin seçilmiş temsilcileri görevden alınıp yerlerine kayyım atanırken, Boğaziçi’nin bu ilkesiyle övünen ve orada bilim üreten bilim adamlarının aklına düşünce, seçme ve seçilme özgürlüğü gelmedi…
Başka üniversitelere benzeri şekilde rektör atanırken, hatta Şehir Üniversitesi gibi bazılarının kapılarına kilit vurulurken, bugün televizyon kanallarında uzman olarak çıkıp konuşan kimsenin aklına demokrasi, hak ve hukuk gelmedi…
Hiç kuşkusuz Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrenci ve öğretim üyelerinin rektör atamasına karşı başlattıkları eylem, kendi camiaları için değerli ve önemlidir.
Ancak Boğaziçi’nde verilen bu hak ve özgürlük mücadelesi, Türkiye geneline yayılacak bir dalgaya dönüşemeyeceği için orada demokratik bir zaferin kapısı da aralanmaz.
Aralansa bile oradan elde edilen kazanım sadece “Boğaziçi” ile sınırlı kalır ki, o kazanımdan Türkiye’de yaşayan hiçbir kesimin, özellikle de Kürtlerin payına bir şey düşmez…
Çünkü bu ülkede Kürde yapılan zulmü görmezlikten gelindiği, Kürde yapılan haksızlığa sessiz kalındığı sürece, her Türk de bir gün mutlaka benzeri zulüm ve baskılarla yüzleşmek zorunda kalır.
Hitlerin zulmünü, ancak yüzleşince gören Alman Papaz misali, gerçeği fark ettiğinde ise, iş işten geçmiş olur…
05.02.2021