
Sömürge halklar çaresizdir.
Hele ki söz konusu Kürtler olunca, bu çaresizlik katlanarak karşımıza çıkar.
Nedeni belli.
Her sömürge halk, bir sömürgeci devletle karşı karşıyayken, Kürtler ikisi köklü olmak üzere dört sömürgeci devlet ve onların paydaşlarıyla boğuşmak zorundalar.
Bu durum ise, Kürtlerin dünden bugüne omuzladıkları yükleri gibi çaresizliklerini de katbekat arttırmakta.
Şimdi bu ağır yük ve çaresizliğin dayanılmaz ağırlığı altında ezilen kimi Kürtler, dışarıdan bir kurtarıcı bulma arayışına kendilerini o kadar kaptırmışlar ki, adeta gündüz gözüyle rüya görüyorlar.
Dün sosyal medyada bir belge dolaşıma sokulmuştu.
ABD Temsilciler Meclisi’ne 2017 yılında sunulan bir karar tasarısı, sanki yeniymiş gibi sunularak adeta bağımsız bir Kürdistan’ın bugün yarın kurulacağı müjdesi veriliyordu.
İşin garip tarafı, bunu sosyal medyada paylaşanlar dışında, Güney’deki yönetimin parasal desteğiyle yayın yapan kimi dergi ve gazetelerin, bu asparagas habere balıklama atlamasıydı.
Tıpkı kimi anlı şanlı gazetelerin son günlerde ABD eski Dışişleri Bakanı Tillerson’ın referandum öncesi Başkan Barzani’ye gönderdiği ve o dönem NavKurd’da da yayınlanan mektubun; sanki ilk kez yayınlanıyormuşçasına dolaşıma sokmaları gibi…
ABD ve İsrail’in bölgede bir Kürt devletinin kurulması yönünde niyet sahibi oldukları gün gibi gerçek.
Ancak onların kurulmasını istedikleri devletin nerede ve nasıl kurulacağı konusu, önemli ölçüde Kürtlerin oynayabilecekleri role ve performanslarına bağlı.
ABD ve İsrail’in Kürtler için besledikleri niyet ile Kürtlerin bu konuda sergileyecekleri performans çakışmadığı sürece ne Kürtler bir devlet kurar ne de ABD ve İsrail’in besledikleri niyet fiiliyata dönüşür.
Çünkü ABD ve İsrail parçalı bir Kürdistan istemiyor, Kürtlerde tek bir Kürdistan’da buluşup anlaşamıyor.
Eğer sorun sadece Güney olmuş olsaydı, ABD ve İsrail açısından da referandum sürecinden daha uygun bir süreç bulunamazdı.
Tillerson’ın referandum öncesi Barzani’ye gönderdiği mektupta da, ABD’nin bir Kürdistan niyetinin olduğu açık açık belirtiliyordu. Karşı oldukları tek şey, referandum ve ardından gelecek bağımsızlık adımını erken bulmalarıydı. Ki zamanlamayı erken bulmuş olmalarının arkasındaki gerekçeler de salt Güney ile sınırlı olmadığının bir kanıtı olarak, ABD’nin dünden bugün izlediği strateji ile orta yerde duruyor.
Mesûd Barzani referandum öncesi aldığı tarihi karara uygun davranmakla birlikte, kararı ABD’nin niyetiyle örtüşmediği için kaybetti.
Referandum sürecinde adeta referanduma karşıymış görüntüsünü vererek sesiz kalan Neçirvan Barzani iki yıl sonra Mesûd Barzani’nin başkanlık koltuğuna oturdu.
Neçirvan Barzani ve ona bağlı olan yönetimin bugünkü gündemlerinde de Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı yer almıyor.
Buna rağmen dört parçadaki Kürtlerin, özellikle de Güney dışındaki diğer üç parçada da etkin olan KCK’nin bugüne kadar Mesûd Barzani’den esirgedikleri yakınlaşmayı Neçirvan Barzanîye göstermeleri bir soru işareti olarak önümüzde duruyor.
Bu, ABD ve İsrail’in niyetine uygun bir davranışın mı, yoksa Neçirvan Barzani’nin referandum sürecinden günümüze bağımsız bir Kürdistanı gündemine almamasının bir sonucu mu, olduğunu süreç içerisinde göreceğiz.
Ancak gönlü bağımsız bir Kürdistan’dan yana çarpan Kürtlere bugünden diyeceğim o ki, içinde bulunduğumuz çaresizliğin çözümünü salt dışarıda aramak, bizi karamsarlığa, içteki arayışlarımızın dışımızdaki güçlerin niyetiyle örtüşmesi için harcayacağımız çabalar ise, bizi başarıya sürükler.
Çünkü bugün Başur ve Rojava’da bağımsız bir Kürdistan kurulamıyorsa, bunun iki nedeni var. Biri sömürgeci devletlerden kaynaklanıyorsa, bir diğeri de bizatihi Kürtlerin kendileridir.
Kürt engeli aşılmadıkça, ABD Kongresi’ne sunulan bir karar tasarısı da BM’nin alacağı doğrudan bir karar da işe yaramaz.
07.06.2019
firataras@navkurd.net