Türk Devleti’nin yeni paradigması.
Bir ilçede sorun mu çıktı, topla kabineyi, bir gece yarısı kararnamesiyle orayı il’e dönüştür.
Başına bir vali, bir garnizon komutanı, üç-beş tane müdür tayin et, onların güvenliğini sağlamak için de, bir ordu asker, bir alay jandarma ve binlerce polisi de gönderdin mi, sorun-morun diye bir şey kalmaz…
Kimileri bu paradigmayı 90’lara dönüş diye tanımlıyor.
Bir yönüyle doğru.
Çünkü sorunlu ilçelerin il’e dönüştürme süreci, 90’lı yılların başlarında Özal ile başlamış ve Kürdistan’da birçok ilçe il yapılmıştı.
Şırnak’da bunlardan sadece biriydi.
Aynı şey, bugün de Cizre ve Yüksekoba il yapılmak isteniyor. Bu uygulamanın 90’lı yıllardan tek farkı ise, idari anlamda bu iki ilçe il düzeyine çıkarılırken, Hakkari ve Şırnak’ın da Valisi olmayan il statülerini koruyor olmalarıdır.
Oysa Türk devleti’nin kuruluş yıllarında bunun tam da tersi bir uygulama yapılmıştı.
Kürdistan’ın önemli merkezleri olan ve bu nitelikleri itibariyle sorun olarak görülen merkezler ilçe, hatta köy statüsüne indirgenmiş, birer küçük köylerden ibaret olan kimi yerleşim yerleri il yapılarak, o merkezler de bu yeni illere bağlanmışlardı.
Küçük bir köyden ibaret olan Ağrı’ya önce Azeriler kaydırılmış, il yapıldıktan sonra da Doğubeyazıt Ağrı’ya bağlanmıştı.
Yine Xinus (Hinis) ve Muş ovasına Karadeniz’den Lazlar getirilip yerleştirilmiş, Muş il yapıldıktan sonra, Doğubeyazit gibi Kürdistan tarihinde önemli bir merkez olan Gimgim (Varto) ilçe olarak Muş’a bağlanmıstı.
Xinus’a bağlı olan kimi köyler alınarak, köyden ilçeye dönüştürülen Karayazı ve Tekman ile birlikte Erzurum’a bağlanmıstı.
Bunun gibi Çemişgezek Tunceli’ye, Siverek Urfa’ya, Cizre Mardin’e, Elbistan Maraş’a bağlanmışlardı.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yapılan bu uygulamayla güdülen amaç, birer tarihi merkez olan Kürt şehirlerini küçültmek, o merkezlerde yaşayan halkı kaderleriyle başbaşa bırakıp, izolasyona tabi kılmak ve sindirmekti.
Bugün ise, sorun olarak görülen ilçeler, il yapma adı altında Kara Ordulları, Jandarma Alayları, Polis Merkezleri kaydırılarak orada yaşayan halkın sindirilmesi amaçlanıyor.
Öyle görünüyor ki, bu yeni düzenleme Cizre ve Yuksekoba ile de sınırlı kalmayacak, bu yeni uygulamanın devamı da gelecek…
Devamı ne olabilir diye soruyorsanız?
Bunu şimdiden kestirmek zor.
Ancak her türlü çılgınlığı yapabilirler.
Kim bilir belki de Diyarbakır il merkezini Sur’a, başkent merkezini de Diyarbakır’a taşırlar…
Böylelikle Ankara da, tıpkı Şırnak ve Hakkari gibi karargahsız başkent kimliğini korurken, bugüne kadar orada varlıklarını sürdüren Genelkurmayın, Ordu Komutanlıkları’nın, MİT’in, İT’in, Emniyet Genel Müdürlüğü’nun karargahları da, bu vesileyle Diyarbakır’a taşınmış olur.
Deniz Kuvetleri’ne bağlı savaş gemileri de, Kara, Ak ve Ege Denizlerinden Fatih’in yöntemiyle karadan kaydırılarak Van Gölü’ne taşınır, hedeflenen tahkimat da böylelikle tamamlanmış olur.
Sonra ne mi olur?
Sorun çıkaran Kürtlerlerin başına, havadan, karadan, denizden pardon Van Gölü’nden daha düşük bir maliyetle bombalar yağdırılır…
Yakılıp yıkılan binaların yerine TOKİ marifetiyle gökdelenler dikilir, öldürülen Kürtlerin yerine de bir yerlerden soydaşlar getirilip yerleştirilir…
Tüm bu uygulamalar sonucunda köylerde, mezralarda sağ kalabilmeyi başaran Kürtler kalırsa, onlar da Kürdistan ile birlikte Ege ya da Trakya ya taşınır…
Ve böylece Kürt ve Kürt sorunu denilen yara da kapanmış olur!..
Böyle bir şey olur mu, olur…
Söz konusu olan yüzyıllık devlet aklı…
Kürt düşmanlığında sınır tanımayan ve Kürde ait ne varsa, onu yok etmek için her türlü yol ve yöntemi mubah sayan bu yüzyıllık devlet aklından her şey beklenir…
21.01.2016
firataras@navkurd.net