Demokrasi, eğer farklı insan ve insan gruplarının karşılıklı saygı temelinde, farklılıklarıyla bir arada yaşama kültürü ise, katı inançsal ve politik tercihlerini bir inanç olarak ele alan toplumlarda demokrasiden bahsedilemez. Çünkü katı inançsal anlayışın egemen olduğu toplumlarda farklılıkları kabullenme ve hoşgörü ile olaylara yaklaşma anlayışı gelişmemiş.
Böylesi toplumlarda herkes kendi inancının tek genel geçer dogru olduğunu varsayar, herkes kendi inancı üzerine yemin eder, hatta başkasını buna zorlar, öyle ki karşısındaki kişinin o inanca sahip olup olmadığını bile düşünmeden…
Bu nedenle, geri kalmış toplumlarda mezhep, din ve tarikat çatışmaları yoğun bir şekilde yaşanır. Hatta pozitif bilimlere dayanmasına rağmen, bir inanç gibi ele alınan politik tercih farklılığından kaynaklanan çatışmalar da yine demokrasi kültüründen yoksun olmanın bir sonucudur.
Farklılıkları zenginlik olarak görmeyen bu anlayış, ulus, bölge, hemşehrilik ve en küçük toplumsal aydiyete dahi indirgenerek, bir şey „bana“ ya da „bize“ aitse doğru, „ona“ ya da „onlara“ aitse yanlıştır, mantığıyla ele alınmaktadır.
Türklerle Kürtlerin ilişkileri de bu çerçevede karşımıza çıkmaktadır. Her iki kesimin de ortak sorunlarından hareketle ortak cözüm üretememelerinin temel nedeni, demokrasi kültüründen yoksun oluşlarıdır. Bu nedenle ne solcuları, ne sağcıları, ne de dincileri ortak bir paydada biraraya gelemiyor, ortak paydaları doğrultusunda tavır takınamıyorlar.
Onları birbirinden uzaklaştıran temel etken ise, farklı alanlardaki toplumsal ve bireysel aydiyetleridir.
Bir çok ortak paydalara sahip olan Türk ve Kürtlerin ortak sorunlarına karşı ortak tepki veremeyişlerinin nedeni, birinin diğerine göre iyi ve ya kötü, doğru ve yanlış olmaları değil, her iki kesimin de hala aynı kaynaklardan beslenmelerinin bir sonucudur. Bireyi görmezlikten gelme ve otoriteye tapınma anlayışı, her iki kesi mi de birbirinden uzaklaştırmaktadır.
Türklere göre Kürtler daha fazla demokrat olmadıkları gibi, Türkler de Kürtlerden fazla demokrat ve ileri değiller…
Aralarındaki tek fark, Kürtlerin Türklere göre daha fazla demokratik içerikli taleplerle ortaya çıkmaları, devletin demokratikleşmesi için demokrasi dışı da olsa daha fazla mücadele etmeleridir. Bu ise, onların demokratlığından ziyade, içersinde bulundukları konumlarından kaynaklanmaktadır.
Oysa verili toplumlarda farklılıkları bir zenginlik olarak kabul eden ve bunu özümseyen insanlar ancak demokratik taleplerle ortaya çıkar ve demokrasi mücadelesi verirler.
Devletten ya da yaşadıkları toplumların üst kurumlarının demokratikleşmelerini isterlerken, kendileri de demokratça davranır ve öncelikle demokratik kural ve kaideleri kendi ilişkilerinde uygularlar.
Oysa Kürtlerin durumu çok ilgin. Öyle ki, istemlerinde oldukça demokrat ama ilişkilerinde bir o kadar feodaller.
Son dönemlerde bir kez daha yoğun olarak gündeme getirilen „Kürt sorunu aynı zamanda Türklerin de sorunudur“ söylemi, doğru olmakla birlikte, yukarıda saydıgım kimi nedenlerden ötürü, sorunun çözüme kavuşması için yeterli değildir.
Hatta toplumda mevcut olan egemen anlayışın sonucu olarak, hem kendileri daha çok birbirinden uzaklaşmakta, hem de sorunları daha da derinleşerek farklılaşmaktadır.
Sözkonusu doğru tespitin yaşam bulması, herşeyden önce her iki kesimin de ortak paydalarından daha çok farklılıklarını tespit edip, birbirlerini farklılıklarıyla kabullenmeleri gerekir ki, ortak payda da birlikte hareket edebilsinler.
Bunun için teorik olarak bir çok farklı reçete sunmak mümkün, ancak en basit ve kolay olanı, demokratik kural ve kaideleri birey olarak içselleştirmek, daha sonra onu birilerinden istemektir.
12 Mayıs 2006