Daha önce de Demirtaş’a ilişkin birkaç makale yazmıştım. Kobani davası yargılanma sürecinde mahkemeye verdiği savunmasında bir daha haklılığını geniş kitlelere hatırlattı. Yıllardır hukuksuz bir şekilde rehin tutulmasına rağmen gündemi belirleyen bir konumda olması önemsenmelidir. İmkansızlıklar içinde kamuoyuna önerilerde bulunması ve farklı bir perspektif sunması küçümsenemez çabalardır.
Demirtaş’ın son seçim tavrı onu giderek hükümet, muhalefet ve örgütünün hedefi haline getirmişti. Cezaevinden yaptığı siyasi savunmasında kitlelerden kazandığı güvenin pekiştirmeyi başarmış ama malum çevrelerin de hedefi haline gelmekten kurtulamamıştır.
Demirtaş’ın “Eğer içerde ölürsem tabutumu dik çıkarın” söylemi hem teslim olmayacağının hem de sahipsizliğin söze vurmuş hali olduğu olarak tercüme edilmeli. O bir militan direnişçiden ziyade siyasi bir fikir adamıyken, TC devleti onu dağda yakalamış bir örgüt mensubu gibi muameleye tabi tutmaktadır.
Demirtaş’ın yaptığı savunmanın geçmişte işgalcilerin mahkemelerinde yargılanan Kürt tutuklularının yaptıkları siyasi savunmalardan daha eksik bir yani olduğu söylenemez. Tümü göz önünde bulundurulduğunda yeni sayılacak bir öz bulunmamakla beraber söylem ve duruşunun doğru olduğunu söylemeliyim. Eğer içerde ölürsem tabutumu dik çıkarın demesi bile onun tavizsiz davranmadığını göstermektedir.
HDP yöneticisi olduğu dönem PKK’nin yanlış eylemlerine karşı ikircikli tavrı ve kayıtsızlığını hiçbir zaman taassup etmediğimiz hep söyledik. Ancak bu son süreçte yaptığı siyasi savunmalarda daha Kürdi bir duruş sergilediği için düşmanın dikkatini daha fazla çekmiş olmalı. Onun bu mahkemelerdeki savunma ve tespitlerinin bir kısmı Türk medyasının ırkçı savunucularını rahatsız etmişti. Demirtaş’ın bu tavrı HDP yeni ismiyle DEM Parti tabanına ve Kürt yurtseverlerine içerde teslim olmadığının mesajını ve güvenini vermiş olmasına rağmen kimileri onu sahiplenmekten özenle kaçmaktalar.
Demirtaş legal partinin başkanı olarak tüm sahipsizliğe rağmen, kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. Daha önce yakalanan PKK lideri Abdullah Öcalan ile kıyaslanamayacak bir Kürdi tavır sergilediği net olarak görülmektedir. Bu tavır hem devleti hem İmralı’yı hem de diğer bazı çevreleri kızdırmakta ve ondan öç almak istemektedirler.
Bir hukuki süreçten ziyade Türk devletinin onu tek taraflı cezalandırmasıdır.
Verilen mesajları doğru görmemiz ve değerlendirmemiz gerekmektedir. Mesela Öcalan yakalandığında daha uçaktan inmeden yani ayakları yere değmeden “hizmete hazırım” “Annem Türk’tür” diyerek kendi canını pazarlık konusu yapmış, devletin ve örgütün imkanlarını kendi lehine çevirmiştir. Bu tavır teslimiyetçiliği ve işbirlikçiliği hizmet haline getiren oldukça kötü ve kara bir savunma olarak tarihe geçmiştir. Şahin Dönmez ve Yıldırım Merkit gibi eski PKK yöneticileri, işkence altında alınan ifadeleri gerekçe gösterilerek ihanet ve ajanlıkla suçlanmış ve binlerce mağdur insan, suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan aynı gerekçelerle infaz edilmişti. Bu kaide “Serok” söz konusu olunca muaf tutulmuş ve “kendisine ilaç verilmiştir” denilerek onun düşkünlüğü ve işbirlikçiliği gizlenmişti. Bu sanal ilacı aynı zamanda örgüt kendi elleri ile kendi taraftarlarına bir zat vermiş ve onların bulanık görmeleri sağlanmıştır. Bugün hep bir ağızdan “Bijî Serok Apo” demeleri böylelikle ebediliğe ulaşmıştır. Anlaşılan Öcalan’a verilen bu “ilacın” Demirtaş’a verilmesini uygun görülmemiş veya maliyetinin ağırlığından dolayı ondan esirgenmiştir!
Dün Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer onlarca Kürt siyasilere verilen ağır cezalar hukuk kurallarından uzak Kürtlerin haklarını savunanlara verilen intikam amaçlı sindirme politikalarıdır. Her ne kadar Eş başkanları Türk seçseniz de kardeşlik naraları atsanız da devletin size yönelik politikasını değiştiremezsiniz.
Mahkeme tarafından verilen ceza; “Kürdistan benim vatanımdır ve Türk devleti tarafından işgal edilmiştir.” “Kürdüm, ülkem Kürdistan’dır” söyleminde bulunan Demirtaş’a yüz yıllık devlet akli tarafından verilen bir yanıttır. Bu aslında hem PKK ye hem de Ulusalcı Kürtlere verilen bir mesajdır. Ancak çok az insan bunu anlayabildi.
Demirtaş’ın bir donem İmralı’yı çözüm göstermesi bazı kesimlerce tepki ile karşılanmıştı. Ancak bunu söylemesindeki amacının kendisini hem Türk devleti hem de PKK’nin şerrinden korunmak amaçlı olduğu anlaşılmaktadır. Devlet ve örgütün ortaklığı onu yalnızlaştırılarak bu sonuç sağlanmıştır. Aynı ”suçu” işlemiş biri meclis başkanlığı görevini yürütürken Kürt SELO’ya 42 yıl hapis verilmiş olması TC hukukunun “üstünlüğünü” göstermektedir.
Umarım uzun yıllardır hapis yatan bedel ödeyen ileri düzeydeki bu kadrolar ki bir kısmı politik “duayen” olarak bilinenler ödedikleri bu bedelleri örgütün ve devletin yanlışlığına kurban etmezler. Başta Dem Parti yöneticileri ve diğer Kürt partilerine büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Avrupa’da bulunan diaspora Kürtleri bu duruma sessiz kalmamalıdır.
İmralı’nın postacıları, devletin akademisyenleri, satılmışlar, hainler, gazeteci yalakalar sizin Demirtaş’a verilen cezaya sevdiğinizi biliyorum. Ama Kürt halkı sizi ve yalakalık yaptığınız kurumları günü geldiğinde yerle bir etmesi kaçınılmazdır. Bizim örgütsüzlüğümüz ve dağınıklığımız sizin gibi korkak ve alçaklara cesaret vermektedir. Verilen ceza tamamen muhatapların Kürt olmalarından dolayı verilmiş haksız, hukuksuz siyasi bir bir karardır. Demirtaş’ın deyimi ile verilen 42 onun ayakkabı numarasıdır.
Sayın A. Türk, Gülten Kışanak gibi kamuoyuna mal olmuş siyasiler ve yeni vekiller başta olmak üzere herkes tarafından bu haksızlığa karşı bir direngenlik sergilenmeli ve netice alınmalıdır. Sömürgeciler Demirtaş’a baş eğdiremezler bunu görüyoruz. Demirtaş ve arkadaşlarına yapılan büyük bir haksızlık ve vicdansızlıktır. Kürt halkı yalnız kendi gücü ile Türkiye’yi dönüştürme imkanının olmayacağını kavramalı ve tutuklularına sahip çıkmalıdır. Bir netice alınana kadar yola devam.
Unutulmamalıdır ki hiçbir partinin çıkarı Kürt halkının genel menfaatlerinden daha üstün olamaz.
Ve ayrıca belirtmek gerekir ki son dönemlerde başta Kandil olmak üzere, Öcalan ve arkadaşlarının Demirtaş’a attıkları tokat, devletin verdiği 42 yıllık balyoz cezadan daha acıtıcı olduğunu biliyoruz.
Ayrıca Demirtaş’a cezanın onandığı gün eski Ergenekoncu komutanların bırakılması da Kürde bir gözdağı ve tahterevalli oyunudur. CHP ve derin devlete verilen bir taviz ve uzlaşmadır. Sorun Kürtler oldu mu herkes uzlaşır.