Türkiye’de seçimlere 11 gün kaldı.
İttifaklar ve partiler arası rekabet her geçen gün kızışarak devam ediyor.
Parti liderleri ve Cumhurbaşkanı adayları bir taraftan seçim sonrası yapacaklarıyla ilgili projeleri müjde olarak topluma sunarlarken, diğer taraftan rakiplerini karalamak için her yolu deniyor ve kendilerince uygun gördükleri her malzemeyi hoyratça kullanıyorlar.
Türk siyasetçilerinin bu seçimde de en bol olarak kullandıkları malzeme hiç kuşkusuz yine Kürtler.
Tabii bir nefret objesi olarak…
Hatta bunu öyle hoyratça kullanıyorlar ki, bırakın kendi soydaşları olan Türklerin desteğini kazanmak için, Kürtlerin desteğini kazanmak için de kullanıyorlar.
Bilindiği gibi, seçim çalışmaları kafa kafaya yarışan iki ittifak üzerinden yürüyor.
Biri Cumhur…
Diğeri ise Millet İttifakı.
Her biri karşısındaki ittifaka en fazla iki konu üzerinden vurmaya çalışıor.
Biri milli ya da gayri milli üzerinden…
Bir diğeri de „terörle işbirliği için de olmakla“ suçluyor.
Milli ya da gayri milli olup olmadıkları konusunda aralarında en ufak bir fark yok.
Her ikin ittifakın kendine uygun bulduğu isim olan “Cumhur” ve “Millet” kelimeleri bile onları aslında en temel paydada ortaklaştırıyor.
Keza Cumhur ve Millet kavramları ne kadar Türkçe ise, her iki ittifakı oluşturan partilerin liderleri de o yine kadar Türk…
Çünkü hemen hepsi birer devşirme…
Her birinin geldikleri yer ve kökleri farklı yerlere ve uluslara dayanıyor.
Buna rağmen kimin daha çok Türk olduğu konusunda kıyasıya bir yarış içindeler.
Her iki ittifakta her renkten partiler gibi, Kürt partileri yer almakta…
Kimi bileşen olarak, kimi dışardan destek vererek…
Cumhur da bileşen olarak Hüda-Par…
Millet de Cumhurbaşkanlığı seçiminde dışardan destek sunan HDP ya da güncel versiyonuyla Yeşil Sol Parti.
Bu nedenle Cumhurculer Milletçileri HDP dolayısıyla Yeşil Sol Parti üzerinden PKK ile iş birliği yapmakla…
Milletçiler de Cumhurcuları Hüda-Par üzerinden Hizbullah ile iş birliği yapmakla suçluyorlar.
Başka bir deyişle birbirilerini kendi tanımlamalarıyla „Kürtçü teröristlerle” iş tutmakla, dolayısıyla Türkiye’yi bölmeye çalışmakla itham ediyorlar.
Erdoğan miting meydanlarında Millet İttifakının bileşenlerinden Temel Karamollaoğlu ile Meral Akşener’i Kandil ile görüşmekle, İttifakın Cumhurbaşkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu ise Kandil’in desteğini almış olmakla suçluyor. Kazansalar bile Türk Milleti’nin bu makamı onlara teslim etmeyeceğini açıkça ilan ediyor.
Meral Akşener ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İmralı’ya üst düzey bir hukukçuyu, Kandil’e de bir heyet gönderip Öcalan ve PKK’den destek talep ettiğini, keza Hüda-Par üzerinden de Hizbullah ile ortak olduğunu ileri sürerek, onu Türk Milleti’ne şikâyet ediyor.
Her iki kesim de suç ya da günah unsuru olarak Kürtleri işaret ediyor.
Çünkü Türkiye’de rejimin ve toplumun bekası için Kürtler hala en büyük tehlike olarak kabul görüyor.
Bu nedenle Kürtler, Türklerin siyasi yarışlarında da ticari rekabetlerinde de bir nefret objesi olarak kullanılıyor.
Öyle bir obje ki, her türlü propaganda aracından daha işlevli ve de etkili…
Düşünün ki Türkiye’de yaşayan her iki kişiden biri açlık sınırı altında yaşarken…
Üniversite mezunları bile iş bulamayıp, salt onlardan bir işsizler ordusu oluşmuşken…
Enflasyon ve hayat pahalılığına almış başını gitmişken…
Yargı yerlerde, hak, hukuk ve adalet mumla aranırken…
Demokrasi, özgür toplum gibi kavramlar birer fanteziye dönüşmüşken…
Kuru soğan bile lüks bir gıda maddesi mertebesine çıkmışken…
Ne iktidarın seçim rüşvetleri olarak dağıtıkları, ne de muhalefetin seçim sonrası bol keseden attığı ekonomik vaatleri, merkezine Kürtlerin konulduğu nefret objesi kadar etkili olabiliyor.
Tüm bunlar yaşanırken Kürtler mi ne yapıyor?
Bir nefret objesi olarak kullanıldıklarını gözleriyle görme, kulaklarıyla da duymalarına rağmen, hala Türk demokrasisinin çıtasını nasıl yükselteceklerinin hesabını yapmakla günü kurtarmaya çalışıyorlar…
03.05.2023