Seçimlere az bir süre kaldı. AKP iktidarı, Erdoğan saltanatı sallanıyor. Rüzgâr değişimden yana esiyor.
Rüzgârın değişimden yana esmesinde ise belirleyici faktör mutfakla hırsızlık, yolsuzluk, partizanlık ve toplumun kutuplaştırılması.
Mutfak el yakıyor. Otoyollar, havaalanları, dikilen gökdelen ve camiler, atılan temeller, edilen vaatler karın doyurmuyor. Halk yediği ekmeğin, çorbaya doğradığı soğanın fiyatına bakıyor.
İşte durum:
- Dünya ölçüsünde yapılan Sefalet Endeksi’ne göre Türkiye 93,3 puanla birinci oldu.
- Enflasyon Araştırma Grubu‘nun (ENAG) 12 aylık enflasyon oranı yüzde 105.
- Dış borç stoku 450 milyar dolar.
- Çalışabilecek yaştaki nüfusun beşte birinden fazlası işsiz.
- Türkiye nüfusunun yüzde 60’ının açlık sınırı altında yaşadığı, yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranının ise yüzde 80’i geçtiği bir ülke.
- Selahattin Demirtaş insanların 36 ay vadeyle kaban, palto aldıklarını yazdı. Araba olur, ev olur, beyaz eşya olur da ceket ve kabanın vadeyle satışına ilk kez tanıklık ediliyor.
Erdoğan ve şürekasının lüks ve şatafatlı yaşantılarına karşılık halk eti gramla, soğanı tane ile satın alır hale geldi.
Kürdistan’da yaşayan insanların bir sokak röportajında söyledikleri ise kısaca şunlar:
- Dexişim şert e.
- Bila ixtidar here, êdî bes e, xelk pêrîşan e!
- 2023an bo me bûye zindan.
- Em ditirsin, ku biçin malê. Çima? Em ditirsin, dibe ku zarok tiştekî ji me bixwazin!
İşin mutfakla ilgili kısmı kısaca böyle. Sokakla, yaşamla, siyasal atmosferle ilgili kısmı ise bundan farklı değil. Zindanlar siyasi tutsaklarla dolup taşıyor. Gün yok ki ısmarlanmış operasyonlarla iktidardan farklı düşünen insanlar tutuklanmasın. Dışarda muhalif gazeteci neredeyse kalmamış durumda. Tutuklanmayanlar ise yazacak gazete, konuşacak ekran bulamıyor. Basın ve medyanın yüzde 95’i iktidar tarafından kontrol edilir durumda. Basın özgürlüğü endeksine göre Türkiye 165. sırada.
Erkler, güçler ayrılığının ise esamesi ne zamandır ki okunmuyor. Parlamento işlevsiz, her şey kararnamelerle kotarılıyor. Yargı, tarafsızlık ve bağımsızlığını yitirmiş, yürütmenin sopasına dönüşmüş durumda.
Eşit ve adil bir seçim kampanyasından bahsetmek dün de imkansızdı, bugün de imkânsız. Erdoğan devletin tüm olanaklarını, halktan topladığı tüm gelirleri, vergileri seçim propagandasında tepe tepe kullanıyor.
Buna rağmen Erdoğan 2018’den sonra ikinci kez seçimleri kazanamayacağı endişesi içinde. Bu nedenle de endişelenen, yargılanmaktan korkan bakanlarını, kısacası A takımını güvence altına almak, milletvekili seçtirerek dokunulmazlık zırhıyla donatmak için sahaya sürmüş durumda.
Erdoğan yanına aldığı Yüksek Seçim Kurulu’na rağmen kaybedecek. Kediler trafolara yeniden girseler de, mühürsüz oylar geçerli sayılsa da, oy torba ve çuvalları çalınıp içindeki oylar değiştirilse de, internet ve elektrik kesintileri devreye girse de, beslediği troller ordusunu manipülasyon amacıyla sahaya sürse de, Erdoğan sarayı boşaltmak zorunda kalacak. Hava ve atmosfer 1973 seçimlerindeki gibi. Halk değişim ve dönüşüm istiyor.
Erdoğan gidecek ve;
- Kısmi bir özgürlük rüzgârı yelkenleri dolduracak,
- Zindanlar kısmen boşalacak, Selo, Osman Kavala, Gültan Kışanak, Selçuk Mızraklı, Bekir Kaya, Sebahat Tuncel ve binlerce siyasi tutsak özgürlüklerine yeniden kavuşacak,
- Sürgüne gitmek zorunda kalan Osman Baydemirler, Fırat Anlılar ve binlerce yurtsever ve demokrat, aydın, siyasetçi ve sanatçı için dönüş yolu açılacak,
- Kayyum uygulaması son bulacak, gasp edilen belediyeler halkın oylarıyla seçilmiş Başkanlara yeniden teslim edilecek,
- Yargı yürütmenin sopası olmaktan az da olsa çıkacak,
- Gazeteciler, sanatçılar işlerini yaptıklarından dolayı tutuklanmayacak,
- Suriye ile ilişkiler normalleşecek, Türkiye işgal ettiği alanlardan çekilecek, sınır kapıları yeniden açılacak ve Türkiye’nin cihatçı çakallara sağladığı her türlü destek son bulacak ve savaş mağdurları yeniden ülkelerine dönüş koşullarına kavuşacak.
Listeyi detaylandırıp uzatmak olası. Ne var ki bu kadarı bile Erdoğan ve AKP-MHP iktidarından kurtulmak için yeterli.
Yaklaşık elli yıldır Almanya’da yaşıyorum. 1980 ile 2004 yılları arasında Kürdistan ve Türkiye’ye gitme hakkım elimden alındı. Sonra zor bela bir yol açarak on yıl boyunca Kürdistan’a gitme olanağına kavuştum. Ne var ki 2015’ten buyana bu yol da yeniden kapandı.
Yaşamımın kışındayım. Geriye dökülmeyen birkaç yaprak kaldı. Vatandaşlıktan atılalı on yıllar oldu. Uğruna yaşamımı feda etmeye hazır olduğum ülkemin havasını koklama hakkım da elimden alındı.
Oy kullanma hakkım yok. Olsaydı şayet bir oyum Yeşil Sol Parti’ye, ikinci oyum da Kılıçdaroğlu’na derdim.
Yeşil Sol Parti, çünkü horlanan, aşağılanan, zindana atılan, her gün sokakta olan, mücadele eden, bedel ödeyen ve dayak yiyen onlar. Kürtler, Aleviler, etnik azınlıklar bugün görünür durumdaysa; demokrat, sol ve sosyalist güçler az da olsa varlık gösterebiliyorlarsa en başta Kürt yurtsever hareketinin mücadelesi sayesinde.
Birçok eleştirime karşın Kılıçdaroğlu, çünkü değişim ve dönüşüme giden yolda çaba harcayan, ter döken, özveride bulunan, birbirine benzemez, doku uyuşmazlığı taşıyan altı partiyi Erdoğan ve AKP’ye karşı bir araya getirme becerisi gösteren o. 1973 seçimlerinde Ecevit’in taşıdığı misyonu, elli yıl aradan sonra taşıyan Kılıçdaroğlu da ondan. Biri 12 Mart karanlığına son verdi, diğeri de islamo-faşist diktatörlüğe son verecek de ondan!
Evet, son sözüm Yeşil Sol Parti ile Kılıçdaroğlu!
03.05.2023
masahin1@web.de