Bu sorunun cevabı her Kürt için kendisini konumlandırdığı yere göre değişir.
Ancak her Türk’ün vereceği cevap belli ve de aynıdır.
O cevap ta şudur: “Bu ülkede bir Kürt, Türklerin sahip olduğu her şeye sahip olabilir…“
Tabi bu da, Kürd’ün sahip olması gereken tüm özelliklerinden arınıp, bir Türk gibi yaşaması şartıyla.
Bu şart altında her Kürt, Türkiye’de yaşayan herkesle ortak bir çıkara ve bekaya sahip olabilir, hatta ortak bir gelecek hayalini bile kurabilir.
Aksı takdirde çıkarlar çatışır…
Özellikle de kolektif haklar söz konusu olunca, her şart altında Kürd’ün lehine olan Türk’ün aleyhine, ya da bunun tersi sonuç verir.
Çünkü Türk ezen bir ulusa, Kürt ise ezilen bir ulusa mensup…
Eski tabirle, Türkiye seçim sathı mahalline girmişken, Kürtler, seçimlere kolektif haklar temelinde yaklaşmalı ve tavırlarını da ona göre belilemelidirler. Aksi takdirde, sonuç nasıl tecelli ederse etsin, kaybeden taraf hep Kürtler olur.
Tamı tamına 45 gün sonra parlamentonun yeni üyeleri ile dört adaydan birinin %50+1’i aşması halinde de yeni cumhurbaşkanı seçilmiş olacak.
Türkler heyecanlı…
Türklerin deyimiyle Türk toplumu…
Kürtlerin ve de kimi solcuların deyimiyle de “halklar” iki kutup arasında bölünmüş.
Bir kutbun başını Recep Tayyip Erdoğan…
Diğerinin başını ise Kemal Kılıçdaroğlu çekiyor.
Her iki kutupta da toplumun benzer kesimlerini temsil eden partiler ittifak adı altında kümelenmiş, üstelik aynı sayılarla.
Erdoğan’ın basını çektiği kutup kendini Cumhur İttifakı…
Kılıçdaroğlu’nun başını çektiği kutup ise kendini Millet İttifakı olarak adlandırıyor.
Cumhur İttifakında iki muhafazakâr, iki milliyetçi ve dincisinden bir Kürt partisi…
Millet İttifakında ise bir Kemalist, bir muhafazakâr, bir milliyetçi ve üç liberal parti yer alıyor.
Cumhur İttifakı solcu eksikliğini, Millet İttifakı ise Kürt eksikliğini dışardan aldığı destekle tamamlıyor.
Çünkü biri solcularla, diğeri Kürtlerle aynı karede görünmek istemiyor.
Her iki kutupta kendine bir yer bulamayan ve ortada kalanlar ise, bir Muharrem İnce’ye bir Sinan Oğan’a yönelip, şimdilik sarkaç gibi iki kutbun arasında sallanıp duruyorlar.
Parlamentoda üçüncü büyük parti olmakla beraber, kapatılmayla yüz yüze olan HDP ise, kendince melez olma durumunu hala koruyor.
Çünkü HDP kendisini ne Türk ne de Kürt partisi olarak görüyor.
Bileşenleriyle birlikte kendisini halkların partisi olarak tanımlıyor.
Halkların kim oldukları ise, yine muamma…
Halbuki HDP’e oy veren seçmenlerin %99’ü…
Keza üye olan, il ve ilçe yöneticiliklerinde bulunanların %99’ü Kürtlerden oluşuyor.
Tabandaki bu tek taraflı denge, sadece merkez yönetiminde ve milletvekili tablosunda, kendilerini halkların temsilcileri olarak gören, Türkler, Araplar, Çerkezler, Ermeninler v.s. lehine olan bir dengeye dönüşüyor.
Dolayısıyla cezaevine girecekse Kürd’e, parlamentoya girecekse bu halkların temsilcilerine öncelik tanınıyor.
Bu tabloyu HDP içinde yıllarca çalışmış ve halen de yılmadan çalışan bir arkadaşımla konuşurken, ona, yeteneklisin, siyaseti biliyorsun. Yıllarca ilçe ve il yönetimlerinde yer aldın, hala almaya devam ediyorsun. Niye parlamento üyeliğini ya da herhangi bi il ya da ilçede belediye başkanlığını düşünmüyorsun.
Arkadaşım ise tebessümle bana; „elbette, partide yer almamın, bir sürü bedeli göze alarak canla başla çalışmamın öncelikli nedeni milletvekili ya da belediye başkanı olmak olmasa da, ben de o makamlarda yer alarak halkıma hizmet etmeyi isterim. Ancak ben bu davaya inanan bir Kürd’üm. Bizde de bu kapılar daha çok Kürt olmayanlara, ki hele bunlar bir de kadınlarsa, sonuna kadar açıktır…” demişti.
Bu seçim arifesinde de HDP’in kimlere yöneldiği, kimlere adaylık teklif ettiği, arkadaşımın yıllar önce bana söylediklerini doğrular nitelikte.
Basına yansıdığı kadarıyla bu seçimin HDP ya da Yeşil Sol Parti’nin gözde adaylarından biri de Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal olacak.
Hasan Cemal’in Kürt Partisi olarak görülen bär partide gözde aday olmasında bence bir sakınca da yok.
Sakıncalı olarak görülen tek şey, HDP’in “anahtar” olma durumunu adeta “paspas” dönüştürmüş olması…
Kılıçdaroğlu’nun adaylığına 6 milyon Kürd’ün oyuyla destek sunmak için tek şart olarak ileri sürdükleri şey, Kılıçdaroğlu’nun onları ziyaret etmeye gelmeleri olarak açıklamışlardı…
Üstelik ziyaret yeri olarak kendi evleri olan HDP Genel Merkezi yerine, halkların ortak evi olarak TBMM’ni önermeleri de cabası.
Neymiş efendim, gözde aday Hasan Cemal’in deyişiyle, acil ve öncelikli görev Erdoğan’ın gitmesi…
Hiç kuşkusuz, “yetmez ama evet” devrinde Hasan Cemal’e “Hasan Abi” diye hitap eden Erdoğan’ın gitmesi iyi ve hoş da, 6 milyon Kürd’ün desteğiyle Cumhur’un başı olacak kişinin Erdoğan’dan farklı olarak Kürd’e verebileceği bir tek şeyin bile bugünden vaat edilmesi gerekmiyor mu?
Hasan Cemalgiller Kürt olmadıkları için bu ülkede Kürt olmanın ne olduğunu bilseler bile, Kürt olarak yaşamanın ne olduğunu bilmiyorlar.
Bu nedenle onların önceliklerinin bugün Erdoğansız bir Türkiye olmuş olması gayet doğal.
Peki ya Kürtler için bu yeterli mi?
Kürt, Türk ile eşit ve Türk’ün sahip olduğu her hakka sahip olmadığı sürece, Türk’ün sahip olacağı demokratik hakların Kürd’e bir yararı olabilir mi?
HDP kendini halkların partisi olarak görse de, Kürtler HDP’i kendi partileri olarak gördükleri için ona oy veriyor, bu seçimde de yine onun işaret ettiği Yeşil Sol Parti’ye gidip firesiz olarak oy atacaklar.
Kim ya da kimleri parlamentoya gönderdiklerine bile bakmadan…
01.04.2023