Hasan Cemal ile Cengiz Çandar birçok ortak paydaya sahip olan iki şahsiyet…
Biri Cemal Paşa’nın, diğeri Çandarlı Halil Paşa’nın torunu.
Her ikisi de iyi birer gazeteci ve yazar…
Keza her ikisi de gençlik yıllarında “devrimci solcu…“
Kırklı yaşlarında „Kemalist solcu…”
Yetmişli yaşlarında ise „liberal demokrat…” olarak biliniyorlar.
Bugünlerde ise hemen herkes onları HDP/YSP’li siyasetçiler olarak konuşuyor.
Hasan Cemal ile Cengiz Çandar’ı uzun yıllardan beri, yazılarından dolayı tanıyan ve takip eden biriyim.
Her ikisi de “istemem, yan cebime koy” misali davranan Türk solcu ya da demokratlarından değiller.
Belki de onları diğerlerinden farklı kılan, Türk toplumunda belli bir karşılıklarının olmuş olmasıdır. Bu karşılığı sağlayan ise, hiç kuşkusuz başarılı birer gazetecilik geçmişine sahip olmuş olmaları.
Bu nedenle isteselerdi, her ikisi de bugüne kadar milletvekili olabilir ve parlamenter olmanın sefasını sürdürebilirlerdi.
Cengiz Çandar, Özal’ın ANAP’ından, Ecevit’in DSP’sinden, keza Hasan Cemal de İnönü’nün SHP’sinden kendilerine yapılan teklifleri reddettiklerini söylüyorlar.
Cumhurbaşkanlığı döneminde Cengiz Çandar danışman sıfatıyla, Özal’a kabinesindeki herhangi bir bakandan çok daha yakındı. Özellikle son dönemlerinde Özal’ın Ortadoğu ve Kürt siyasetini belirleyen en önemli danışmanlarından biriydi.
Eğer isteseydi o dönem çok daha rahat milletvekili olabilir ve parlamentoda konforlu bir yaşam sürdürebilirdi.
Aynı şey Hasan Cemal için de imkân dahilindeydi.
O da 90’lı yıllarda SHP ve İnönü‘ye yakın duran ve basında da etkili bir köşe yazarıydı. İnönü’nün kendisine o dönem milletvekilliği teklif ettiğini son röportajında belirtiyor, ki o dönemin arşivi de onun bu yöndeki beyanını doğruluyor.
Buna rağmen HDP onlara teklif götürmüş olmasını da onların bu teklifini kabul etmiş olmalarını doğru bulanlardan değilim.
Benim doğru bulmayışımın nedeni her ikisinin de Türk ya da Kürt olmayan herhangi bir halkın mensubu olmuş olmaları değil.
Kaldı ki, onlar kendilerine yapılan teklifleri geri çevirmiş olsalardı, onlara ayrılan kontenjanlar, HDP yönetimi tarafından büyük bir ihtimalle yine Kürt olmayan başkalarına tahsis edilirdi.
Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için Kürtlerin mücadelesi kadar, Türklerin de o çözüme rıza göstermeleri önemlidir. Başka bir deyişle Kürtlerin bir görevi de kendi haklılıklarını egemen toplumun mensubu olan Türklerin belli bir kesimine de kabul ettirmeleri gerekir.
Az sayıda da olsa Türk toplumunda Kürtlerin haklı mücadelesine ikna olan bir kesim varsa, onlardan birileri de Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi düşünen liberal demokratlardır.
Ancak bunların değeri ve de oynayabilecekleri rol ise, tıpkı “her taş yerinde ağırdır” misali gibi Türk cenahında yer almalarıyla, dolayısıyla herhangi bir Türk partisinden parlamentoya girmeleriyle mümkün olabilir. Tıpkı bugüne kadar birer Türk yazarı olarak yaptıkları katkı gibi…
Dolayısıyla Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi Kürt sorununun arka planını da bilen gazeteci ve yazarların Türk parlamentosunda sayıca çok olmaları önemli ve de değerlidir. Ancak CHP ve benzeri parti saflarında…
Çünkü her ikisinin HDP dolayısıyla YSP saflarında yer almış olmaları hiç kuşkusuz Kürtler için değerli bir anlam ifade edebilir. Fakat Türk cephesinden bakıldığında ise, aslında bir kayıptır.
Bugünden sonra HDP’li kimlikleriyle sunabilecekleri en yumuşsak önerileri bile Kürt cephesinden yer almış olmaları itibariyle, Türkler nezdinde olumlu bir karşılık bulmaz.
HDP ya da YSP aslında Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibilerini Kürt cenahına çekmekle iyi bir şey yapmış olmuyor, aksine onların Türk toplumunda sahip oldukları karşılıklarını da aşındırarak onları Türkler nezdinde değersizleştiriyor. Dolayısıyla Türk toplumundaki Kürt dostlarının kendi toplumunda değer kaybına uğrayışları aynı zamanda Kürtlere de kaybettiriyor.
Ahmet Türk’ün yıllar önce iyi bir alışverişe örnek olarak gösterdiği gibi Mehmet Metiner’i verip Sırrı Süreyya Önderi takas etmiş olmakla aslında Kürtler karlı çıkmadı.
Bugün de Sırrı Süreyya Önder’e ek olarak Hasan Cemal ve Cengiz Çandar karşılığında en kötü kürdü karşı tarafa itmekle de yine Kürtler karlı çıkmaz.
Çünkü her seferinde değersiz de olsa Türk tarafına geçen her Kürt, orada kazandığı değer ölçüsünde Kürtlere zarar verir.
Kendi toplumunda az veya çok bir değere sahip olan her Türk de, Kürt cenahına katılmakla Kürtlere bir şey kazandıramadığı gibi, Türk toplumu nezdinde taşıdığı değerinin aşınması oranında yine Kürtler zarara uğrar.
Sonuç olarak Kürt siyasetinin temel görevi, her kürdü davasına kazandırmak…
Türk toplumundaki dostlarını da kendi toplumlarında kalmaları şartıyla harekete geçmelerini sağlamak olmalıdır.
Aksi takdirde yapılan takaslarda zararlı çıkan, bugüne kadar olduğu gibi hep Kürtler olur…
18.04.2023