Türkiye’de yapılacak olan başkanlık ve parlamento seçimlerine 60 gün kala, seçim takvimi belirlendi.
Siyasetçiler sokaklara döküldü.
Bayraklar havada…
Sözler namludan çıkmış mermiler gibi uçuşmakta.
Türkiye bu seçimlere iki ana ittifakla giriyor.
Cumhur ve Millet ittifakı…
Her ittifak, kendi içinde Türkiye’nin tüm renklerini barındırıyor, iddiasında.
Ana renkler, sağcısı ve solcuyla Türklerden oluşuyor.
Rötuş yapma ihtimaline karşın ara renk olarak da, yedekte Kürtler seçilmiş.
Cumhur ittifakının başını Erdoğan’ın AKP’si çekerken, onun arkasında Devlet, Doğu, Destici ve Huda-Par’ın Zekerıya’sı dizilmiş.
Millet ittifakının başında ise Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, çevresinde sırasıyla hizalanan Meral, Temel, Ahmet ve Ali…
Bir de uzaktan Kılıçdaroğlu’nun yolunu dört gözle bekleyen Mithat ile Pervin el sallamakta…
Bu iki ana ittifaka tepki temelinde ortaya çıkan „Ata“, ve „Türkiye” gibi ittifaklar da ortalıkta bir yer kapma arayışında.
Her iki ana ittifak karşılıklı olarak birbirlerini…
Yavru ittifaklar da onları Kürtler üzerinden suçlayıp, karalamakta.
Cumhur, Millet’i HDP…
Millet ise Cumhur’u Hüda-Par…
Diğerleri de, hem Cumhur hem de Millet ittifakını HDP ve Hüda-Par dolayısıyla Kürtler üzerinden itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Güçleri, temsil kabiliyetleri, dünyaya bakış açıları birbirinden farklı olmakla birlikte, HDP ile Hüda-Par, Kürtlerin iki ana eksenini temsil eden partiler.
HDP görece seküller Kürtleri…
Hüda-Par ise muhafazakâr Kürtleri temsil etmekte.
HDP’in tek hedefi Türkiye’nin nerede ve nasıl kaybettiği bilinmeyen demokrasisini bulup, getirmek…
Hüda-Par’ın tek derdi ise, büyük devletlerin Türkiye’yi batırma amaçlı olarak kurgulamış oldukları tüm oyunları bozmak.
Başka bir deyişle Türkler kendi devletlerine başkan, meclislerine vekil seçme yarışında…
Bu yarışta birbirlerini karşılıklı olarak kötülemek için malzeme olarak da Kürtleri kullanıyorlar.
Kürtler ise, evlerinde olmayan aynalarda kendilerini Türkiye’nin hayali kurtarıcıları olarak görüyor ve o hayali görüntülerine inanarak, siyaset yapıyorlar.
Bir hafta önce HaberTürk’de Fatih Altaylı’nın karşında Mithat Sancar’ı, dün de yine aynı kanalda Mehmet Akif Ersoy’un karşısında da Zekeriya Yapıcıoğlu’yu dinledim.
Mithat Sancar HDP’in Eş Genel Başkanı…
Zekeriya Yapıcıoğlu ise Hüda-Par’ın Genel Başkanı.
Sancar, Kılıçdaroğlu’nu karşılayacak olmanın heyecanıyla konuşuyordu.
Kapılarını çalması halinde, onu ne tür güllerle karşılayacaklarını, hiçbir talepte bulunmadan, hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan tüm isteklerine peşinen evet diyebileceklerini anlatıyordu.
Yapıcıoğlu da ondan bir hafta sonra, aynı ekranda, aynı heyecan ve coşkuyla Erdoğan’la yan yana durmanın adeta bir ibadet olduğunu belirtiyordu.
O ibadeti yerine getirecek olmanın gururuyla hareket edeceklerini de söyleyerek.
Parti programlarında yer alan Kürt ve Kürdistani belirlemelerle ilgili soruları cevaplarken, kendi eliyle yazmış olduğunu belirttiği o programı da ayakları altına alarak, ne kadar Türkiyeli olduğu konusunda adeta vaaz verircesine konuşuyordu.
Sözde Kürtlerin temsilcileri olarak her iki partinin liderlerini dinlerken, bizde olmayan devletin, devleti oluşturan milli şuurun neler olabileceği üzerine bir kez daha düşündüm.
Devlet denilen organizmayı oluşturan…
Onu çalıştırıp, sürekliliğini sağlayan kolektif akıl…
Kürtler de hala eksik olan milli şuur.
Bu nedenle, Kılıçdaroğlu’nun bir ziyaretiyle HDP’li Kürtler…
Erdoğan’ın bir selamıyla da Hüda-Parlı Kürtler muratlarına erecek…
Bir kesimi Türkiye’ye demokrasi getirmekle…
Diğer bir kesimi de Türkiye’ye oynanan oyunları bozmakla övünecek.
60 günün sonunda ise Türkler devletlerine seçmiş olacakları taptaze bir başkana sahip olmanın sevincini yaşarlarken…
Her türlü dolguya malzeme olmak için teşne olan Kürtler de uzaktan o başkana bakıp avuçlarını yalayacaklar.
14.03.2023