Altılı Masa, „Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem“ Anayasa değişiklik önerisini 28 Kasım’da nihayet açıkladı. Dokuz başlık ve 84 madde ile yürürlükteki anayasaya yama yapmaya karar kıldı. Öze dokunmaktansa kozmetik bir makyajı tercih etti.
Ve yirmi-otuz milyon Kürde, bir o kadar Alevi’ye, bakın biz farklıyız, bunlarla gönlünüzü ferah tutun, bununla yetinin, idare edin ama bizi desteklemekten de sakın ola geri kalmayın dendi.
Kürtler söz konusu olunca, kendilerini muhalif diye nitelendirenler de dahil TC patentli partiler arasında her hangi bir farkın olmadığı bir kez daha gözler önüne serildi.
Türk Mahallesi’nde bir değişiklik yok. Al birini, vur ötekine!
Ne diyor TC Anayasası’nın ilk maddeleri:
Madde 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı „İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.
Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 inci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Ya diğerleri:
Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Madde 42 – (…) Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.
Nüfusun yüzde otuzunu oluşturan Kürtlere hiç bir hak ve özgürlük taahhüdünde bulunulmuyor ve bu maddeler olduğu gibi korunuyor, herkes Türk sayılıp herkese Türk dili ve Türk ırkçılığı dayatılıyor.
Muhalefet, bu taslakla Kürtlere kısaca belediye kazanırsanız beş yıl çöp toplayın, sokakları temizleyin, gerisine de karışmayın diyor. Ayrıca günlük yaşamda normal, sıradan Kürdün başına inen sopa sayısı 20 ise, milletvekili seçilirseniz şayet, başınıza inecek sopa sayısı 18’e indirilecek, buna şükredin diyor.
Muhalefet Aleviliği es geçti
Anayasal kurumlardan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile Yüksek Seçim Kurulu (YSK) hakkında değişiklik öneren ve bunu gündemine alan muhalefet, neden Diyanet’e dokunma ihtiyacı duymuyor, örneğin?
On milyonlarca Alevinin en temel haklarını inkâr eden, bununla da yetinmeyip Aleviliği bir çuvala koyup Spor bakanlığına bağlayanlardan ne farkı var, demokrasi, eşitlik ve özgürlük tellallığında bulunan bu lider ve partilerin?
Alevilerin semah dönmelerini, güreşe çıkan pehlivanların peşrevi, ısınma turlarıyla eşdeğerde görüp Aleviliği Spor Bakanlığı’na bağlayanlarla, Alevilerin on yıllar, yüzyıllardır var olan sorunlarını gündemlerine dahi alma gereği duymayan muhalefetin ne farkı var?
Kürtlere sopaya devam ve Alevileri aşağılama ile Türkiye demokratikleşecek, hak ve özgürlükler uluslararası standartlara kavuşacak, öyle mi?
Kısacası, bu taslak muhalefetin nitelik ve karakterini gözler önüne seriyor.
Kürtlere düşmanlıkta TC patentli partilerin birbirinden farkı yok
AKP ve MHP’nin Millet İttifakı ile CHP ve AKP’den kopmuş Müslüman Kardeşler Örgütü‘nün, Ekolü’nün alt türevlerini oluşturan Saadet, Deva ve Gelecek partileriyle MHP’den türemiş Asenalı İyi Parti’den oluşan Cumhur İttifakı Kürtlere düşmanlıkta, savaş politikalarında, istila ve ganimet pazarında siyaseten ortaklar.
Tümü birden sınır ötesi savaş tezkerelerine evet diyor, „Askerimizin tırnağına taş değmesin“ duasına çıkmış durumda. Ve bunlar muhaliften sayılıyor, utanmadan, sıkılmadan demokrasi, adalet ve eşitlikten bahsediyor, bu kavramları kirletmekten dahi geri durmuyorlar.
Türk savaş uçakları, Türk topçu birlikleri her gün köy ve kentleri, hastahane ve okulları, buğday ambarlarıyla iş ve aş yerlerini bombalıyor. Kürt halkının, çocuk ve kadınların başlarına yağan bombalara muhalefet arka çıkıp „oh oldu“ diyor, her eksilen, katledilen Kürt ile bunların da içleri ferahlıyor, akşam yastığa baş koyduklarında deliksiz uyku çekiyorlar.
Bunlar var olan rejime muhalif değiller, bunlar rejimin dökülen boyalarını tazeleme ve makyajlamayla meşgul olan tadilatçılardır. Bunlar olsa olsa Erdoğan’ın hınk deyicileridir.
Batı’nın ikiyüzlülüğü
Türk devleti, uluslararası hukuku alenen ve açıkça ihlal ediyor. Egemen devletlerin topraklarına tecavüz ediyor, sınırlarının içinde ve dışında savaş suçları işliyor.
Savaşın bile uyulması gereken kural ve kaideleri var. Sivillere dokunamazsınız. Hastahane ve okulları bombalayamazsınız. Bir halkı tümden susuz bırakamazsınız. Yasaklanmış silahlar kullanamazsınız. Esir aldıklarınızın dahi hak ve hukukunu gözetmek zorundasınız.
Savaşın bu kural ve kaideleri ne zamandır ki NATO için, ABD ve Batı için rafa kaldırılmıştı. Bunları onlarca yıl rafa kaldıranlar, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı savaşla birlikte tozlu raflardan indirdiler ve bilgi, belge ve kanıt toplama yarışına girdiler. Ve Rusya’nın savaş suçlarını belgelemek için özel yargıçlar, savcılar görevlendirdiler.
Bunlar doğru ve yerinde çabalar. Evet Rusya Ukrayna’da savaş suçu işliyor. Bunlar yaptırımsız bırakılmamalı ve bu kati surette tek taraflı olmamalı. Uluslararası bu kurallar, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün tüm üyeleri için geçerli olmalı.
Ama ne yazık ki öyle değil. Rusya’ya yönelik bu caydırıcı adımları atanlar, ambargo uygulayanlar, NATO üyesi, Avrupa Birliği aday ülkesi, Avrupa Konseyi üyesi Türkiye’nin egemen devletler olan, BM üyesi Irak ve Suriye yakasında Kürtlere karşı işlediği savaş suçlarına göz, kulak ve ağızlarını kapatarak yol veriyorlar.
Türkiye Afrin’i, Serê Kaniyê, Girê Sipî, İdlip ve Jarablus‘u işgal etti, yüzbinlerce insanı yerinden yurdundan sürdü; kamplarda aç, açıkta ve sefil bir yaşama mahkum etti. Evlerine, damlarına, bağ ve bostanlarına el koydu, bunları İslamcı çetelere ganimet babında peşkeş çekti. Bunlarla da yetinmedi. İşgal ettiği topraklara kaymakamlar, belediye başkanları atadı, kendi para birimi ve dilini dayattı, eğitime, tedrisata dahi müdahale etti.
Peki nedir, nasıl adlandırmak gerekir Türkiye’nin Rojava’da, Binxet’te yaptıklarını?
Açıktır ki TC’nin Rojava’da yaptıkları savaş suçudur, insanlığa karşı işlenmiş suçlar kategorisindedir.
Ne var ki Rusya’nın savaş suçlarına ilişkin bilgi, belge ve kanıt toplama yarışına giren kirli ve ikiyüzlü Batı, sıra Türkiye’ye geldiğinde kör, sağır ve lal oluyor.
Uluslararası planda başka bir çabaya da yakın tarihte şahit olduk. Almanya ve İzlanda’nın başvurusuyla BM İnsan Hakları Konseyi toplanarak İran’ın protestoculara karşı işlediği şiddet ve terörü mahkûm etti ve bu suçları araştırmakla bir raportör görevlendirdi.
Bu selamlanması gereken bir girişim, başımız gözümüz üstüne. Bizim de istediğimiz zaten bu ve benzer çabalar, ikircimsiz, amasız. Ne var ki bu girişimi başlatan Almanya, Türkiye’ye silah satıyor, Federal Parlamento Bilimsel Araştırma Kurumu‘nun verilerine göre TC, Binxet’te savaş suçu işliyor. Bu da değil sadece, sınırları içinde zindanlarda yer kalmadığı, cezaevi kapasitesi yetmediği için tüm ülke, Türkiye ve Kürdistan açık bir cezaevine dönmüş durumda. Üç kişi yan yana gelemiyor. TC, tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararları dahi kulak ardı ediyor.
Kürtlerden bahsetmiyorum, kendini Kürt diye tanımlayan, hak ve özgürlük isteyenlerin başından cop zaten hiç eksilmedi. Zindanlarda on binlerce Kürt yatıyor. Sadece „katledilmek istemiyoruz, biz de insanız“ dedikleri için 25 Kasım’da kadınlara yaşatılan şiddet ve terör bile uluslararası bir araştırma için yeterli gerekçeler.
Almanya İran’daki göstericilere duyduğu yakınlıktan, insan haklarına biçtiği paha ve değerden dolayı yukarda kısaca değindiğim girişimde bulunmadı. İran, ne zamandır ABD’nin projektörlerine takıldığı için, Almanya’da yaşayan İran ve Rojhilat diasporası dayattığı için, Federal Hükümet’te yer alan Hür Demokratların (FDP) Rojhilatlı bir Kürt olan Genel Sekreteri Bijan Djir-Sarai bastırdığı için ve Yeşiller Partisi Eş başkanı kerhen evet dediği için Almanya bu adımı atmak zorunda kaldı.
Bu örnekler de gösteriyor ki, istenirse şayet kilit noktadaki tek bir insan bile bu mekanizmaları çalıştırabiliyor, tek tek devletler konjonktür uygunsa ve çıkarları elveriyorsa şayet, uluslararası kuruluşları harekete geçirebiliyor. Yeter ki çifte standart olmasın ve iki yüzlü, çirkin bir politika güdülmesin!
Kürtler Cumhurbaşkanlığı seçiminde boş oy kullanmalı, parlamento seçimlerine asılmalı!
Seçimler şayet yapılırsa, iki sandık kurulacak: Biri Cumhurbaşkanlığı, diğeri ise parlamentonun bileşimi için.
Kürtler, HDP ve Kürt partileri Cumhurbaşkanlığı seçiminde iki taraftan, iki ittifaktan hangisine oy verirlerse versinler suçlu görülecek, fatura onlara kesilecektir. Bu nedenle de Kürtler, Kürt partileri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda geçersiz oy kullanmalılar. Ve bunu seçim öncesi ikircimsiz, amasız deklare etmeliler.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda boş oy kullananlar, parlamento seçimlerinde ise tüm eleştirilere rağmen HDP’ye oy vermeli, güçlü bir parlamento grubunun oluşması için seferber olmalılar.
Görünen o ki, her iki ittifak da parlamentoda çoğunluğu sağlayamayacak. Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan kim olursa olsun, hükümet kurmak için Kürtlerle pazarlığa oturmak zorunda.
İş Kürtlersiz hükümet kurulamaz aşamasına geldi. Bu şansı berhava etmeye kimsenin hakkı ve lüksü yok!
29.11.2022
msahin1@web.de