Duygunun dışa vurumu denilen bir şey var.
Kimi zaman hile ve hurdaya yer uğramadan dışa vurulur.
İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli özellik de onların düşünebilme ve düşündüklerini sözlerle ifade edebilme yetilerine sahip olmalarıdır.
Ancak insanlar kendileriyle ya da toplumla ilgili düşüncelerini söz aracılığıyla açıklarlarken, kimi zaman hileye, hurdaya başvururlar.
Gerçek düşüncelerini manipüle ederek, kendilerini olduğundan farklı yansıtmaya çalışırlar.
Bu, özellikle de siyaset dünyasında sıkça rastlanan bir davranış biçimidir.
Çünkü siyasetçinin hitap etmek istediği topluma kendisini beğendirme gibi bir sorunu vardır.
Bu, bir noktaya kadar anlaşılır bir durumdur.
Ancak aşırıya kaçınca, belli bir noktadan sonra patlak verir.
Kişi, sözle olmasa da duygularıyla bir biçimde dışa vurur…
Tıpkı Kılıçdaroğlu’nun kimi durumlarda yaptığı gibi.
Yaklaşık bundan üç yıl önce Ankara’nın Çubuk ilçesinde saldırıya uğradığı günün akşamı çıktığı FOX TV’de gözyaşlarını içine akıtmıştı…
Gözleri kan çanağına dönüşen Kılıçdaroğlu’nun görüntüsünü bir arkadaşım paylaşmış ve altına o anı en iyi tarif eden şu cümleyi yazmıştı:
“Dersimli Alevi bir Kürt, ne kadar Türkmen olduğunu söylese de, göz yaşları onu yalanlıyor.”
Kılıçdaroğlu’nun o görüntüsünü izlerken, kendi kendime, işte duygunun dışa vurumu denilen şey budur, dedim.
Arkadaşım bunu tek bir cümlede özetlemişti.
Ancak yine de o an ne düşündüğünü, içine akıttığı gözyaşlarının dışa vurumu olarak gözlerinin kan çanağına dönüşmesinin nedenlerini çok daha detaylı bir şekilde öğrenmek için Kılıçdaroğlu’nun duygu ve düşüncelerini okumayı çok istemiştim.
Çünkü Kılıçdaroğlu’nun o anki ruh halini yansıtan şey, salt bir siyasetçi, bir parti lideri olarak belli bir kesim tarafından saldırıya uğramış olmanın bir sonucu değildi. Çok daha ötesini içinde barındırıyordu.
Hiç kuşkusuz, her ne sebeple olursa olsun, bir siyasetçinin, hatta sıradan bir insanın saldırıya uğraması kabul edilir bir durum değil.
Düşünce ve siyasi söylemlerine katılmasam da Kılıçdaroğlu’na yapılan o saldırıyı nefretle kınamıştım.
O olaya bugün bir kez daha değinmemin nedeni, Kılıçdaroğlu’nun duygularına hâkim olamadığı ve hiçbir sansüre tabi tutamadan dışa vurduğu o anın muhasebesi…
O güne kadar Nasreddin Hoca’nın bilmem kaçıncı torunu olarak Horasan’dan Akşehir’e oradan da Tunceli’ye yerleşen bir ailenin çocuğu olduğunu iddia etmiş…
Oysa Türkmen olduğuna dair bu iddiasının Türkler tarafından kabul görmediğini o saldırıyla kendisi de bir kez daha acı bir şekilde anlamış, dışa vuran duyguları da kendisini ele vermişti.
O saldırının üzerinden üç yıl geçtikten sonra yine benzer bir nedenle bu kez Devlet Bahçeli tarafından saldırıya uğradı.
Üstelik Ankara/Çubuk’ta yediği yumruktan daha ağır olarak…
Bilindiği gibi bir süre önce Mersin’de meydana gelen bir terör eyleminde, kendilerini patlatan eylemcilerin kimler olduğu konusunda Kılıçdaroğlu DNA testi yapma önerisinde bulunmuştu.
Bunun üzerine Devlet Bahçeli; “Sayın Kılıçdaroğlu, sen kimin yanındasın? DNA testi isterken hiç mi utanmadın? Hiç mi gocunmadın? Bu kadar istekliysen, sana tavsiyem şudur: Kendi DNA testini yaptırırsan, ölen teröristin test sonuçlarını da görmüş ve anlamış olursun. Teröriste gazeteci diyenler bizim gözümüzde de teröristtir” diyerek, etnik ve mezhepsel kimliği üzerinden saldırmıştı.
Kılıçdaroğlu da bu saldırıya karşın yine aynı pişkinlikle şöyle bir cevap veriyor.
„Sayın Bahçeli bugün ‘Ey Kılıçdaroğlu DNA testi yap’ diye bir öneri yapmış. Vallahi güzel bir öneri ama bir şartım var. Beraber DNA testi yapacağız, kimin ne olduğu çıksın ortaya.“
Belli ki Kılıçdaroğlu da aynı kuşkuyla hareket ediyor.
Bahçeli onun Kürt ve Alevi olduğunu ima ederken, o da Bahçeli’nin Türk olmadığını ima ederek karşılık veriyor.
Keşke bununla sınırlı kalabilseydi Kılıçdaroğlu.
Kim bilir belki Bahçeli gaza gelir, onunla kol kola girerek DNA testi yapmaya giderdi.
Böylelikle her ikisinin ortaya çıkan kökenleriyle hem kendileri hem de toplum rahat bir nefes alırdı.
Ancak Kılıçdaroğlu karşıt öneriyle sınırlı kalmıyor.
Kendisinden eminmiş gibi yaparak, önerisinin kabul görmesini dolayısıyla ne tür bir sonuç ortaya çıkabileceğini beklemeden üste çıkmaya çalışıyor.
Bahçeli’ye Türklük üzerinden meydan okurcasına şöyle sesleniyor. „Benim kim olduğumu öğrenmek istiyorsan Konya’nın Akşehir’ine gideceksin. Seyyid Mahmudi Hayrani türbesinde bir Fatiha okuyacaksın. (Oradan) İstanbul Müftülüğüne gideceksin Kuyudi Kadime Arşivi’ne bakacaksın. Benim kim olduğumu öğreneceksin. DNA testi yapmaktan asla vazgeçmem. Kim olduğumu biliyorum, herkesin kimliği nasıl şerefliyse benim kimliğim de benim şerefimdir.”
Hiç kuşkusuz herkesin kimliği şerefidir.
Ancak kimlik gerçek değilse, şeref de başka bir şeye dönüşüyor.
Oysa Kılıçdaroğlu, bilmem kaçıncı dedesinin uğradığı Konya/Akşehir yerine doğup yaşadığı Dêrsim/ Nazmiye’yi adres gösterip, birlikte DNA testini yapma konusunda ısrar etseydi, Bahçeli de dahil olmak üzere hiç kimse onun şeref duyduğu kimliğinden kuşku duymazdı…
Ama o her şeye rağmen Nasreddin Hoca’nın torunu olduğunda ısrar…
Türkmen kimliğiyle de şeref duyuyor.
Ne tür bir şeref ise…
08.10.2022