Türkiye’de 12 Eylül darbesi olmuş…
Sol güçler yenilgiye uğramıştı.
Baskı ve sindirme politikalarından arta kalan kalıntılar ise, bir arayış içindeydiler.
Dünyadan tersine esen rüzgârın da etkisiyle, içerideki yeniği kadar genel hatlarıyla sosyalizm de sorgulanıyordu.
Sosyalist Polonya’daki işçi direnişi…
İşçi sınıfı adına, hakları için direnen o işçilere karşı yapılan askeri darbe…
Afganistan işgalinin haklı ya da haksızlığı gibi konular da, 12 Eylül darbesinin faşist bir karaktere sahip olup olmadığı konusu kadar gündemde yerlerini koruyorlardı.
Bu arada Milan Kundera’nın estirdiği rüzgâr da bu tartışmaların edebi boyutunu oluşturuyordu.
Kundera’nın „Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği“ adlı romanı Türkiye’deki sol cenahta adeta bir turnusol kağıdı gibi işlev görüyordu.
Romanı okuyanlara revizyonist damgası vuruluyor…
Romanı okumadan ama romanla ilgili ahkam kesenlere de methiyeler diziliyordu.
O dönem romanı okuyan biri olarak, Stalin’e yönelik daha önceden var olan antipatim artmış, yakın çevremdeki arkadaşlarla kimi çelişkiler yaşamıştım.
Seksenli yılların ortalarında bu kez Gorbaçov rüzgârı esmeye başlamış, solu etkisi altına almıştı.
Üstelik Kundera’nın estirdiği rüzgârdan daha güçlü ve de daha etkili olarak…
Sosyalizmin ana vatanından ve o vatanı yöneten birinin güç ve kudretiyle esen o rüzgârın etkisi, her geçen gün daha fazla hissediliyor…
Gorbaçov’un Glasnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla ilgili söylemleri, kitap olarak her dilde yayınlanıyor ve dünyada büyük yankılar uyandırıyordu.
Aynı isimlerle kitaplaştırılan söylemleri Türkçe’ye de çevrilmiş ve büyük bir ilgi görmüştü.
Bu kitaplarında, Lenin’in şiddet yoluyla kurduğu, Stalin’in baskıyla sürdürdüğü rejimin sosyalist olmadığını…
Sosyalist olarak adlandırılan sistemin Sovyetler‘de daha fazla demokrasi adına baskıyı, eşitlik adına eşitsizlik ürettiğini birinci ağızdan itiraf ediyordu.
Ancak Türkiye’deki sol güçler sosyalizm söz konusu olunca, sistemin başındaki Gorbaçov’un söylediklerini de referans olarak kabul etmiyor, tıpkı Milan Kundera gibi onun söylemlerine de burun kıvırıyorlardı, dünyanın yarısını kontrol eden Sovyetleri yöneten adamdan daha sosyalist olarak…
Gorbaçov sosyalist sistem adına Sovyetler Birliği ve ona bağlı ülkelerde uygulanan uygulamaların sosyalizmin temel ilkeleriyle bağdaşmadığına işaret ediyordu.
Sovyetler‘de uygulanan demokrasi ve özgürlüklerin tek partiyi seçmekle sınırlı, eşitliğin de insanları en kötü koşullarda eşit kılmak olduğunu belirtiyordu.
Sistemin yanlış ya da işlemeyen çarklarıyla ilgili söylemleri, o sistemin içinde yaşayanlar tarafından alkışlanırken, dışarıdan gazel okuyanlar tarafından tepkiyle karşılanıyordu.
Halbuki Gorbaçov isteseydi Stalin gibi zorla, Brejnev gibi kuru propagandayla Sovyetleri yıllarca yönetir, dünyanın yarısına hükmeden bir lidere sunulan ayrıcalıklı bir yaşamı ömrünün sonuna kadar sürdürebilirdi.
Ancak o ezberlenmiş nutuklar yerine kimsenin cesaret edemediği şeyleri söyledi.
Kendine sunulmuş olan koltuğa yapışmadı, doğru bildiği yolda doğru adımları attı.
Ancak süreç onun tasarladığı gibi yürümedi ve umduğu gibi bir sonuç doğurmadı.
Ona rağmen Gorbaçov, kendisine sunulmuş olan ayrıcalıkları kaybetme pahasına da olsa, söylediklerinin ve de yaptıklarının doğru şeyler olduğu konusunda bir kuşku duymadı.
Sonuçta yetmiş yıllık sistemin yıkılışıyla ‘demir perde’ olarak adlandırılan örtü kaldırıldı, dünyaya açılan kapılar ardına kadar açıldı.
Demir perde arkasından dünyayı hayal edenler özgürleştikleri için sevinirlerken, perde arkasında nelerin yaşandığından bihaber olarak, hayal kuranlar ise Gorbaçov’u ihanetle suçladılar ve aynı suçlamayı bugün de hala sürdürüyorlar.
Oysa ben Gorbaçov’u çok sevmiştim…
Çünkü Glasnost ve Perestroika adlarıyla yayınlanan kitaplarını sıcağı sıcağına okumuş, hata o kitaplardaki tespit ve söylemlerini doğru bulup onayladığım için, yakın çevremin tepkilerine de maruz kalmıştım.
Gorbaçov’u çok sevmiştim…
Çünkü onu Lenin’den daha demokrat…
Stalin’den daha sosyalist…
Kruşçev, Brejnev ve Çernenko’dan daha sempatik bulmuştum.
Sistemin yıkılışından sonra da sevgim devam etmişti.
Çünkü yaptıklarını, sonuca rağmen doğru bulmuştum.
Dün, ölüm haberini aldım.
Üzülmedim…
Çünkü 91 yılık yaşamında kimseye kolay kolay nasip olamayacak büyük şeyleri sığdırmıştı.
Yaşayacaksa ruhu şad olsun…
01.09.2022