Sadece son yüzyıllık bir sürede Kürdistan cografyasında en az yarım milyon Kürt katledildi, altı-yedi milyon insan üzerinde yaşadıkları topraklardan sürüldü, onbinlerce yerleşim biriminin üzerinden buldozerlerle geçildi, yakılıp yıkıldı, yerlebir edildi.
Buna rağmen ama, Kürt halkı haklarına kavuşmak için hiçbir bedelden kaçınmadı. Her yenilgiden sonra soluklandı, yeni bir başkaldırının filizini içinde hep taşıdı ve buna yaşam alanı açmak için her koşulda mücadele etti, direndi.
Ülkemizin Kuzey yakasında, Koçgirî’de, Piran’da, Amed’te, Çewlik’te, Xarput’ta, Zilan’da, Agirî ve Dersim’de oluk oluk kan aktı. 1980’lerden sonra ise Kürdistan tümden yerlebir edildi, onlarca kent, dörtbini aşkın köy yakılıp yıkıldı. Dört milyon Kürt yaşadıkları topraklardan sürüldü.
Can vermekse, yüzbinler feda edildi. Katliamsa her türüne uğranılıp katlanıldı. Ve Kürt halkı sürgünlerden sürgün beğenmek zorunda kaldı. Buna rağmen ama içindeki özgürlük ateşi hep diri kaldı, en ufak bir esintiyle harlandı, hayat buldu.
Amacı Kürdistan‘ı sömürgeci boyunduruktan kurtarmak, Kürt halkını özgürleştirmek ve ulusların kaderini tayin hakkını Kürdistan’da gerçekleştirmek olan onu aşkın Kürt partisi 1970’li yılların ikinci yarısında kuruldu. Ve bunlar kısa bir süre içinde halk nezdinde, özellikle de gençlik arasında yankı buldu.
1975 ile 1980 Eylül Darbesi’ne kadar Kürt toplumu örgütlülüğün zirvesini yaşadı. Parti ve dernekler kuruldu, miting ve yürüyüşler, toplantı ve paneller birbirini izledi; yayın, dergi ve gazeteler raflarda peşpeşe yeralmaya başladı.
Öyle “çoşkulu” bir süreç, rekabet yaşandı ki, Kürt partilerinin taraftarları, yaşanan yarışta geri kalmamak için zaman zaman birbirlerinin kafasını, gözünü yarmaktan dahi geri durmadı.
Kent ve kasabalar, köy ve mahalleler örgütlerin kurtarılmış alanları arasında yer aldı, diğer hareketlerden insanların bu kurtarılmış alanlarda at koşturmalarına ise asla müsade edilmedi. Yanlışlıkla buralara girenlere ise unutamayacakları birer ders verildi, kaburgaları kırıldı, kulak ve burunları kesildi. Çokca silah çekildi, kafa göz yarıldı. Söz konusu Kürdistan ve yüce bir dava olunca, bunların tümüne katlanmak ise göze alındı.
Ve derken bir Eylül sabahı (1980) bir darbe gerçekleşti ve Kürt Hareketi’nin üstünden adeta bir silindir geçti. Kürtçe bilen, okuma ve yazmayı söken ne kadar insan varsa işkence çarklarına alındı. Onbinlerce, yüzbinlercesi Saygon zındanlarını aratmayan Diyarbekir ve diğer askeri kamplarda insanlıktan çıkartılmaya, çıldırtılmaya çalışıldı. 1975-1980 arası süreçte aktif bir rol üstlenen kadrolardan çok az bir kısmı canını kurtarabildi ve kendini sınırın herhangi bir yakasına atabildi.
Her ne kadar „derlenip dürülmesin bayraklar“ denildiyse de, fazla bir süre geçmeden, 1980’den sonraki 10-15 yıllık zaman diliminde orta yerde ne bayrak kaldı, ne de bayrak taşıyıcısı. Yıllar geçtikçe geriye kalan birikimler de öngörüsüz, sigortalı ve risksiz işlerin müdavimleri tarafından bir bir heder edildi.
Böyle olmasına, Kürt partilerinin tabutları orta yerde kalmasına, kaldırmak için bir dördüncü kişiye ihtiyaç duyulmasına rağmen bir müddet daha sanal alemde, bir cep telefonu ve varsa birbirinin kopyası birer internet sayfası ile örgüt olunduğu iddiasında bulunulmaya devam edildi. İşler önemli yıldönümlerinde birer basın açıklamasına indirgendi ve halkla bağlar koptukça koptu.
Aradan 50 yıl geçti. Ve şimdi Kürt Hareketi’nin toparlanmasında, kitleler nezdinde kök budak salmasında rol oynamış kadrolardan çok azı, kurdukları, gelişip güçlenmesine katkıda bulundukları örgütlerin saflarında kaldı. Bunların yüzde doksandokuzu örgütleriyle yollarını ayırdı. Böyle olduğu ve yeni kitlelere de ulaşılamadığı için varolan Kürt partileri birer ad ve tabeladan ibaret kaldı. En iddialı olanlarından herbiri 1980 öncesi onbinleri harekete geçirebiliyorken, bugün üçü biraraya geldiklerinde 20-30 kişiyi Amed’te, Diyarbekir’de toparlayamıyor, bir eylem ve etkinlik için harekete geçiremiyorlarsa, gerisini varın siz düşünün.
Burada aynı koşullarda yola çıkan, zından direnişleri ve 1984‘de başlayan silahlı mücadeleyle depara kalkıp diğerleriyle arasına yüzlerce kilometrelik mesafe açan PKK’den, kırk yılın hergünü tartışıldığı için bilerek bahsetme gereği ve ihtiyacı duymadım.
Kaldı ki o da son yıllarda bindiği dalı kesmeye inatla devam ediyor. Halkın canını yakan ve insanların çıplak gözle gördüğü yanlışları dahi bir başarıymış gibi pazarlamaya çalışması halk nezdinde derin bir kırılma yarattı ve onu da bir erime trendine yöneltti.
Yapılan yanlışların başında ise özellikle hendeklerle on-onbeş Kürt kentinin yerlebir edilmesi ve yüzbinlerce yoksul insanın yerinden, yurdundan savrulmasına yol açılması geliyor. Bunu Rojava’da inatla sürdürülmeye çalışılan tek parti politikası ile Kürdistan’ın Güneyi‘ne yönelik hasmane tutum izliyor.
Kürdistan’daki belediyelerin önemli bir bölümü kazanıldığı, Kürtlerin kendi kimlikleriyle meclise girmelerinin engellenmesi için getirilen yüzde onluk baraj kalbura çevrildiği ve tüm engellemelere rağmen parlamentoya 80 milletvekilinin seçildiği bir ortamda inatla legal ve demokratik harekete saha açmak için direnilmesi, buna hazır olunması ve silahlı mücadelenin Kuzey yakasında işlevini gördüğü kabul edilerek, bu mücadele türü ve aracının devreden çıkarılması gerekirdi.
Partiler, dernek ve kurumlar, yayın organları ve gazeteler gibi silahlı mücadele de siyasi bir amaca hizmette bir araçtır. Bunlar döneme ve ihtiyaca göre değişim gösterirler. Legal veya illegal mücadele de şartlara bağlı olarak gündeme gelir. Ancak belirleyici olan her zaman amaçtır, araçlar değil. Araçlar her koşulda amacın hizmetindir. Bir araç işlevini gördüğünde ya da işlevsiz kaldığında devreden çıkarılıp yerine yenisi ikame edilir.
Ne var ki bu idrak edilmedi ve bugün Kuzey Kürdistan’da derin bir sessizlik ve edilgenlik yaşanıyor.
Kürdistan’da yaşanan tüm olumsuzlukları PKK’nin üstüne yıkma alışkanlığından ise kurtulmak gerekir. Kaldı ki, tüm olumsuzluğu, bugünkü de facto durumu sadece PKK’nin sırtına yüklemek adil de değil ve geriye kalanları da sorumluluktan kurtarmaz. PKK’nin yapmış olduğu yanlışlar eleştirilmelidir. Ne var ki yapılan yanlışın yerine doğruyu ikame etmek için çaba harcamayan, ter dökmeyenler de pir-û pak, sütten çıkmış ak kaşık değiller.
Boş yere yanlış adres, günah keçisi aramayalım. Bu durumdan istisnasız hepimiz sorumluyuz!
msahin1@web.de