Haklı ya da haksızlığın ölçütü nedir?
Neye göre belirleniyor?
Yaşandığı zaman ve mekâna göre mi?
Tarafların sahip oldukları güç ve zayıflık mı, belirleyici olan…
Yoksa yerel ya da küresel güç ve dengeleri midir, haklıyı haksız kılan…
Belirleyici olan şey her neyse, temel dayanağı güç veya güçler dengesidir.
Eğer güçlü ya da bir güce dayanıyorsanız, her koşulda haklı…
Güçsüz ya da sahipsiz iseniz, haklı olsanız bile haksızlığa uğrarsınız.
Sıkça karşılaştığımız bu durum, ister bir köydeki ağa ile maraba, ister bir şehirde işçi ile patron arasında yaşanmış olsun, güçlü olan aynı zamanda haklı, güçsüz olan da her hâlükârda haksızdır.
Bu, salt dünyadan kopuk bir ücra şehirde, ya da dört tarafı dağlarla çevrili olan bir köyde karşılaşılan bir durum değil.
Ne yazık ki bu, özgür ya da küreselleşmiş dünyanın da bir kuralıdır…
Bu nedenle haklı iken haksız bir konuma düşmek…
Haksızlığa uğrayıp acı çekmek, güçsüz olanın bir kaderiymiş gibi bir algıya da dönüşüyor.
Bu algı sonucudur ki;
„Haklı, ama oda oturduğu yerde oturup, güçlü olanı kızdırmasaydı…“
„Haklı, ama haklılığıyla yetinseydi, haklı olduğunu bayraklaştırmasaydı…“
„Haklı, ama keşke yanı başındaki açgözlünün iştahını kabartacak şekilde davranmasaydı…“ gibi ama’lı cümlelerle açıklanır, her olay…
Yaşanan olayın iki kişi arasında geçen basit bir kavganın ya da iki ülke arasında yaşanan bir savaşın olmuş olması, fark etmiyor…
Çünkü, güçlünün haksızlığına her zaman bir kılıf aranır…
Haksızlığa uğrayan güçsüze de, olayı daha da büyütmemesi için kaderine katlanması fikri tavsiye edilir.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik emelleri…
Donetsk ve Lugansk adıyla iki bölgenin Ukrayna’dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri ve bu kararlarını Rusya tarafından tanınması…
Akabinde Rusya’nın bugün müttefik gördüğü iki küçük devletin haklarını korumak amacıyla askeri operasyona başlaması da, dünyada genel geçer olan güçlünün haklılığı kuralına dayanıyor.
Eğer Rusya BM Güvenlik Konseyi’nin daimi 5 üyesinden bir olmamış olsaydı, konsey çoktan bir karar almış ve o kararı anında uygulamış olurdu.
Rusya askeri anlamda güçlü olmamış olsaydı, NATO ya da başka bir isim altında bir güç oluşturulur ve sorunlu olan bölgeye nakledilirdi.
Rusya, gaz ve petrol gibi yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklara sahip olmamış olsaydı, alınan ekonomik ambargo daha sert ve caydırıcı bir niteliğe sahip olurdu…
Çünkü askeri müdahale, dünyanın da sonunu getirebilecek bir savaşa yol açabilir…
Daha sert ve kapsayıcı bir ekonomik ambargo, Avrupa’nın karanlığa sürüklenmesine sebeb olabilir.
O nedenle, Putin’in yıllardan beri üzerinde ustaca çalıştığı, planlayıp uygulamaya koyduğu oyun sahnelenir, daha önceden hesaplanmış olan tepkiler, soğuk kanlılıkla karşılanır…
Koca devlet adamlarının karşılıklı diklenmeleri, diplomatik girişimler derken, olay zamana yayılır…
Bu arada her iki bölge aşamalı olarak Rusya’ya dahil olur.
Ukrayna’ya ise, herhangi bir provokasyona yol vermemesi için tavsiyelerde bulunulur…
Bu arada, Rusya-Ukrayna gerilimi ya da olası savaşı sadece büyük devletlerin gündemini işgal etmiyor.
Küreselleşen, küreselleştikçe de küçülen dünyada yaşanacak her olaydan etkilenebileceğini düşünen herkesin gündeminde yer alıyor…
Türkler ve Kürtler de bu olayla yatıp bu olayla kalkıyorlar.
Kürtler işin gırgırında…
Türkler ise, her olayda olduğu gibi ulusal çıkarları peşinde…
Ancak gerçek olan şu ki, bu olay ya da savaş sonucunda kez daha göreceğiz ki, kişi, millet ya da ülke olarak bir tarafın kazançlı çıkması için haklı olması tek başına yetmiyor.
Haklı olmak kadar güçlü ya da büyük bir güce dayanması gerekiyor…
24.02.2022