Anlayış olarak „kul“, statü olarak da „vatandaş“ olan Türk toplumu ne kulluğu kabul ediyor ne de vatandaş olabiliyor.
Kulluk anlayışıyla vatandaşlık arasındaki bir aralıkta sürekli gelgitleri yaşıyor.
Devlet söz konusu olunca, her türlü baskıyı, zulmü, zorbalığı, haksızlık ve adaletsizliği sineye çekerek, devlete olan itaati nedeniyle devleti yönetene de kulluk etmiş olmasında herhangi bir sorun görmüyor.
Buna rağmen, komşusu, arkadaşı, patronu ya da işçisi söz konusu olunca vatandaş rolüne bürünerek, modern bir vatandaş olmanın örneğini sergilemekten…
Tabii bunu yaparken de, sahip olduğunu düşündüğü vatandaşlığını, en son devletleri olan cumhuriyetin ve onu kuran kadroların kendilerine nasıl bahşettiklerini, dolayısıyla onlara borçlu olduklarını her seferinde dile getirmekten de gri kalmıyorlar.
Bu modern kimliğe sahip olmakla övünürlerken bile, aslında ne kadar itaatkâr ve de devletin mazlum bir kulu olduklarını itiraf etmiş olmanın farkına bile varmıyorlar.
Ama bahşedilmiş bir vatandaşlığın sonucunda nasıl bir ürünün ortaya çıktığını da, kendi pratikleriyle sergilemiş oluyorlar.
Bu nedenle devletten gelen her türlü uygulamayı, uyulması gereken kurallar zinciri olarak görüyor…
Yapılan zammı, zulmü, işkenceyi, tutuklanmayı hata devlet kurşunuyla ölmüş olmayı bile, alınlarına yazılmış kaderlerinin bir sonucu olarak kabul ediyorlar.
Karşılaştıkları sıkıntılardan kimini doğrudan Allah’tan gelen bir edim, kimini de Allah’ın dolaylı olarak devleti yönetenlerin eliyle yapılan şeyler olarak değerlendirip, kaderlerine şükrediyorlar.
Böylesi bir anlayışa sahip olan kulların iç dünyasını bilen devlet yöneticileri de, rahatlıkla meydanlarda topladıkları o kulların gözlerinin içine bakarak, „Eğe yaptığımız bir hata ya da bir yanlışlığımız varsa, zinhar bunu biz yapmıyoruz. Yaptığımız her şeyi bize Allah yaptırıyor” diyebiliyor…
Bu söylemleriyle kendilerini onaylayan kulları Allahlarıyla baş başa bırakarak, aradan sıyrılmaya çalışıyor, gönül rahatlığıyla hareket ediyorlar.
Bu anlayış ve işleyişin sonucudur ki, bu toplumun herhangi bir sanatçısı rahatlıkla, „devletimizin bekası için gerekirse, bir simit yerine yarım simit yemekle yetinecek ve her türlü fedakarlığa katlanacağız“ demeyi bir meziyet olarak topluma yansıtmayı marifet zannedebiliyor.
Simit yemeyi bile hayal edemeyen en alttaki kullar ise, „gerekirse aç kalırız ama dış devletimizin dış güçlere boyun eğmesine razı olmayız“ deyip yerli ve millilikte birbirleriyle adeta yarışa girebiliyor…
Politikacısı, aydını, bürokratı, akademisyeninden oluşan bilmiş cahilleri de çıkıp poz verdikleri televizyon ekranlarında, „gerekirse alyanslarımızı satar, yine de devletimizi iç ve diş dolar baronlarına mahkum etmeyiz“ demekle aslında vatandaşlık bilincine cami ve medreseye dönüşen Türk tipi üniversitelerde okumakla sahip olunamayacağını göstermiş oluyorlar.
Bu anlayıştan dolayıdır ki, bırakın Fransa ya da herhangi bir Avrupa ülkesini, Kazakistan gibi bir ülkede bile yapılan doğal gaz zammına karşı milyonlar sokağa dökülüp, otuz yıllık bir diktatöre kök söktürebiliyor, kendilerini Kazaklara göre daha modern ve de ileri gören Türkler, benzin ve motorine yapılan zamma tepki olarak, özel otomobillerini garaja çekip, toplu taşımaya yöneliyor…
Yapılan doğal gaz zammına karşı evlerindeki kaloriferin ayarlarını beşten bire indirerek battaniyenin altına girmekle çözüm buluyor…
Elektriğe yapılan zamma karşı olarak, AKP ile özdeşleştirdiği için ampullere dokunmuyor, ancak sigortaların şartellerini çekerek, hem eski günlerden kalan nostaljiyi yaşıyor hem de ay sonu gelen faturayı aynı düzeyde tutmanın çaresini bulmuş oluyorlar.
Kazaklar sokağa dökülmekle, Kazakistan’ı diktatörlükten demokratikliğe evirilmesine, Türkler de, tasarruf adına kararttıkları evlerine çekilmekle, olmayan demokrasilerinde hep eksik olan bir diktatörün tüm haşmetiyle görünür hale gelmesine hizmet ediyorlar.
Bu nedenle bırakın halkın sokaklara çıkma ihtimalini…
Muhalefet partileri, isimlerinde demokrasi ve değişim gibi kavramlar yer alan kitle örgütleri bile, sokağa çıkma fikrini bu fikrin tartışılma ihtimalini kendilerine ve mensubu oldukları tarikatların kullarına yasakladıklarını, demokrat ve de vatandaş olduklarının bir gereği olarak ilan ediyorlar.
Türkiye’de yaşayan Kürtlerin durumunu mu merak ettiniz?
İyisi hiç onlara hiç değinmemek…
Aksi takdirde, Aziz Nesin’in deyimiyle Türkiye’de kul olma düzeyini yansıtan grafiğin eğrisi biraz daha yukarıya doğru bir eğilime sahip olur…
09.01.2022