Türk-İş mi, Türkişi sendikacılık mı?
İnsan tanımlamakta zorlanıyor.
Çünkü Türk İş, Türkiye’nin en eski, en kitlesel sendikası olmasına rağmen, işçiden daha çok devleti koruyup kollayan bir anlayışa sahip.
Dolayısıyla işçilerin ödedikleri aidatlarla adeta holding yöneticilerine dönüşen Türk İş yöneticileri, asgari ücret gibi işçilerin en temel haklarını bile, işçilerden çok, devleti düşünerek talepte bulunurlar.
Bu nenenle işçi sendikasından çok, devletin bekası için işçileri terbiye etme kurumu demek daha doğru olur.
İşte işçileri terbiye etme kurumu olan Türk İş geçtiğimiz günlerde bir araştırma yayınladı.
O araştırmaya göre bile, dört kişilik bir ailenin, sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcamasının tutarı 3.191 TL, 55 Kuruş…
Araştırma sonucunda elde edilen bu rakam dört kişilik bir ailenin açlık sınırını oluşturuyor.
Bir de fakirlik sınırı denilen bir kavram var, ki o rakam da yine Türk-İş’in araştırmasına göre tam 10.395 TL, 91 Kuruş.
Şu an Türkiye de geçerli olan asgari ücret 2.825 TL.
Yılbaşından itibaren geçerli olacak yeni asgari ücretin belirlenmesi için Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu olan DİSK’in önerdiği rakam 5.200 TL.
Gerek Türk-İş, gerekse Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nu oluşturan İşveren ve Devleti temsil eden üyelerin düşündüğü rakam henüz belli olmamakla birlikte, DİSK’in önerdiği rakamdan da düşük olacağı kesin…
Yine resmi rakamlarla yaklaşık 10 Milyon çalışanın asgari ücret aldığı gerçeği ve işsizlik oranı göz önüne alındığında, Türkiye’de yaşayan nüfusun ne kadarının açlık sınırının altında yaşadığı tahmin edilebilir.
Buna rağmen milyonlarca işsiz ve açlık sınırı altında ücret alan işçilerden, onları temsil eden sendikalardan tık yok.
Asgari ücreti belirleyen komisyonu etkileyecek bir eylem yapmaları bir yana, aç olduklarını söylemekten bile çekiniyorlar.
Emeklilerin yaşam koşulları hakeza, işçilerin koşullarından daha da beter.
Üç gün önce Tüm Emekliler Derneği’ne mensup olan kimi emekliler Ankara’da sokağa çıkmışlardı. Devleti protesto edeceklerine, kendi hallerine ağlıyorlardı…
Bir televizyon kanalı onlara mikrofon uzatmıştı, belki kayda değer argümanlarla taleplerini dile getirir, seslerini, devleti idare edenlere duyururlar diye…
Ancak onlar adresi belli olmayan yakınmaların eşliğinde gözyaşı döküyorlardı.
Biri, „okula giden torunlarıma harçlık veremediğim için, onlar daha uykudayken evden çıkıyorum…“
Bir diğeri, „Halk Ekmek’ten daha ucuza ekmek alabilmek için sabahın karanlığında gidip saatlerce kuyrukta bekliyorum…“
Bir başkası, „Emekli maaşı olarak 1.650 TL alıyorum. Bin lirası kiraya gidiyor, geri kalanı kuru ekmeğe bile yetmediği için bu yaşımda çöp toplayarak ayakta kalmaya çalışıyorum…“ diyor ve topladığı çöp atıklarını gösteriyordu.
Mikrofon uzatılan her üçü emekli de, birbirlerini tanımamakla birlikte, sanki aralarında sözleşmişlercesine, konuştukları üç beş kelimeden sonra adeta oyuncağı elinden alınmış olan küçük çocuklar gibi ağlayarak, uzaklaştılar…
Ne devlete ne de devleti yönetenlere yönelik en küçük bir eleştiri yapma ya da bir vatandaş olarak bir hak talebinde bulunmayı bile ima etmediler.
Çünkü önüne baba sıfatını yerleştirdikleri devletlerini kul olarak seviyor ve o babayı temsil eden yöneticilere de bir saygısızlık yapmak istemiyorlar.
Oysa aynı en çok da işçiler, köylüler, emekliler devletin Kürtlere yönelik saldırılarını alkışlıyor, Kürtlere sıkılan her kurşunun yedikleri ekmeğin bir lokma daha küçülmesine neden olacağını bilmelerine rağmen, Afrin’de Kürt avına çıkan askerlere, kadınlar yol erzakı olarak yapmış oldukları sarmalarla börekleri göstererek, erkekler de parmaklarında olmayan yüzüklerini kast ederek, „gerekirse alyanslarımızı satar, devletimizin teröre karşı vermiş olduğu mücadelesine katkıda bulunuruz“ diye kameralar karşısında haykırıyorlardı.
Kürtler söz konusu olduğunda, devletten daha devletçi kesilen…
Devletten beklentileri söz konusu olunca da ağlamaktan başka bir tek sözü olmayan kulları seyrettikçe bir taraftan üzülüyor, diğer taraftan da seviniyorum.
Üzülüyorum, çünkü sonuçta onlar da birer insan ve dolayısıyla her şeye rağmen insanca yaşamak onların da hakkı…
Seviniyorum, çünkü açlık sınırı altında yaşamaları, onları devlet karşıtı yapmasa bile, devletin Kürtlere yönelik operasyonlarına katılan askerlere sarma ve börek sunabilme olanağından yoksun kalmalarını sağlar…
14.12.2021