Evet, kandırılır.
Çünkü Allah’ın nasıl kandırıldığına ben de şahit oldum.
Hem de Allah kelimesini ağızlarından eksik etmeyen, fark edilsinler diye çember sakal bırakan, beş vakit namazı kaçırmayan Müslümanlar tarafından kandırılırken…
Dönem, Özal’ın iktidar olduğu 80’li yılların sonları 90’lı yılların da başlarıydı.
“Yeşil Sermaye” olarak adlandırılan para, zengin Araplar tarafından Türkiye’ye taşınıyordu. Ancak gelen bu para doğrudan bir yatırıma dönüşmüyor, Türk iş adamlarına kredi olarak veriliyordu. Kredi olarak kullanılan bu paranın sahibine bir getirisi vardı ve Türkiye’de buna faiz deniliyordu.
Ancak faiz kavramı da İslam dinine göre haramdı. Bu nedenle hem gelen bu paranın dolaşımda kalması hem de faiz kavramı nedeniyle Türkiye’deki mütedeyyin kesimin elindeki parasal değerlerin finans piyasasına yansıması için bir formüle ihtiyaç vardı.
Özal’ın pratik aklının bir ürünü olarak bulunan formüle ‘Kar Payı’ adı verildi.
Bu formülün sorunsuz bir şekilde işleyebilmesi için Faisal Finans ve Al-Baraka adı altında iki büyük finans kurumu oluşturuldu.
Arapların petrolden kazandıkları paraları ile mütedeyyin kesimin yastık altı değerleri bu iki kurum aracılığıyla Türk iş adamlarına kredi olarak yansıdı. Kredi karşılığı olan faiz geliri ise, kar payı adıyla sahiplerine helal kazanç olarak geri döndü.
Kazanan da, kazandıran da bu helal paranın faiz olduğunu biliyordu, ancak her yer de hazır ve nazır olan Allah’ın kandırılmasıyla birlikte, günaha girme gibi bir ihtimal de kalmamıştı.
Türk iş adamları kredi bulmaktan, yeşil sermaye sahipleri helal para kazanmaktan mutluydu.
Her iki kurumda da para arzı bol olduğu için, kredi işlemleri daha hızlı gerçekleşiyor bu da ihtiyaç sahiplerine zaman kazandırıyordu.
Yeşil Sermayeyi değerlendirme, sahiplerini de güçlendirme amacıyla oluşturulan Faisal Finans ve Al-Baraka kısa sürede Türkiye’nin en güzide finans kuruluşları haline geldiler.
Bu kurumlara para yatıranlarla, kredi çekenlerin sayısı her geçen gün giderek arttı. Hatta sermayenin sol kesimi de bu kurumlara yöneldi. Çünkü bu kurumların kapıları, kredi alanların kimliğine ya da inancına bakmaksızın herkese açıktı. Bu nedenle devlet bankalarından kredi almakta zorlanan kesimler de bu kurumların kapılarını çalıyorlardı.
O dönem ben de Türkiye’de sermayenin sol kanadı olarak adlandırılan ünlü bir firmanın muhasebe bölümünde, stok sorumlusu olarak çalışıyordum.
Çalıştığım firma da bu iki kurumla ticari ilişkiye girmiş, her iki kurumdan da kredi kullanıyordu.
Alınan kredinin faiz oranı da diğer bankaların faiz oranıyla aynıydı, ancak adı farklıydı.
Kar Payı…
Peki nasıl işliyordu?
Sistemin işleyişi gayet basitti.
Çünkü sistem, her yerde hazır ve nazır olarak adlandırılmakla birlikte, gözle görünmeyen Allah’ın kandırılması üzerine kuruluydu.
Çalıştığım firma yurtdışından ithalat yapıyordu.
Bu kurumlardan alınan kredi miktarının karşılığı kadar depoda olan ya da henüz depoya ulaşmayan malı onlara satmış gibi yaparak fatura kesiyorduk. Aynı gün ya da bir gün sonra da onlar verdikleri kredinin faizini de kredi miktarına eklemek şartıyla, kağıt üzerinden almış oldukları malı yeni fiyatıyla faturalandırarak, bize geri satmış oluyorlardı.
Bu satış ayağı için, stok sorumlusu olarak ben, Faisal Finans ya da Al-Baraka’dan da kredi servisinden bir sorumlu firmanın deposuna gider, ben onlara satmış olduğumuz malların kolilerini gösterdikten sonra faturayı keserdim. Ardından bu kez o, aynı kolileri bana göstererek, yeni fiyatıyla bize fatura ederdi.
Bizim onlara fatura ettiğimiz satış fiyatı ile onların bize fatura ettikleri satış fiyatı arasındaki fark, tüm bankaların kredilere uyguladıkları faiz oranı kadardı.
Ancak bizi gören Allah’ın gördüğü faiz işleminin adını kar payı olarak değiştirmek suretiyle Allah’ı kandırmış oluyorduk.
Her işlemden sonra dışarı çıktığımızda, ben muhatabıma gönül rahatlığıyla, „Bir bugün de Allah’ı kandırarak, işimizi hallettik. Bir dahaki sefere Allah kerim“ diyor, her dediğimde de muhatabımın yüzü kızarır, kelimeleri boğazında düğümlenirdi. Ancak yaşanan gerçek karşılığında söyleyebilecek bir sözü de olmazdı. Allah’tan ziyade bana karşı duyduğu mahcubiyetten dolayı boynunu bükerek, yoluna devam ederdi.
Şimdi aynı yöntemi bu kez, daha kapsamlı bir biçimde Erdoğan uygulayarak, Allah’ı kandırıyor.
Bir taraftan; ‘Bir Müslüman olarak ben NAS’lara göre hareket edeceğim“ diyerek müritlerinin gönlünü kazanıyor, diğer taraftan kur farkı adı altında adı konulmamış faizi artırarak da Allah’ı kandırmış oluyor…
Müslüman ve de inançlı olan biri Allah’ı bu kadar kolay kandırabilir mi?
Hani derler ya, bal gibi kandırabilir.
Çünkü Allah’ın varlığından en fazla şüphe duyanlar, yine Allah’ın varlığına ve birliğine inananlar oluşturuyor.
Bu bir çelişki gibi görünebilir…
Ancak, doğru olduğunun ispatı da zaten içinde barındırmış olduğu çelişkinin varlığıdır.
Tıpkı zıtların birliğindeki çelişki gibi…
Yoksa nasıl izah edilecekti ki, Müslümanların Allah’a olan inancıyla o inanca aykırı olan davranışlarının tezahürü…
Şüphe ile inanmak arasındaki çelişkinin bir sonucudur ki, iyi bir Müslüman olarak kabul görmenin en kolay yolu, inanmış gibi görünerek Allah’ın kullarını, günah olan şeyin adını da değiştirerek Allah’ın kendisini kandırmaktan geçiyor…
Erdoğan’dan öncekiler de hep Allah’ı kandırdılar, Erdoğan ve ondan sonra gelenler de kandırmaya devam edecekler…
Zararını, pardon günahı mı merak ettiniz?
E herhalde onu da Allah’ı kandıranlar ödeyecek değil ya.
Bugüne kadar Allah’ından başka bir şeyleri olmayanlar peşin ödedi, bundan sonra da yaşam boyu taksitlerle ödeyecekler…
22.12.2021