Geri kalmış toplumlarda yasayan bireylerin karakteristik özelliklerinden biridir.
Kendilerini hep bir yerlere göre tanımlarlar.
Bu yer, bazen mensubu oldukları aşiret, bazen bağlı bulundukları bir tarikat, bazen de yaşadıkları bölge, şehir veya köy olabilir.
Kürtlerde de genel olarak bu tanımlama biçimleri geçerliyken, son yıllarda bunlara bir de taraftarı olduğu partiye göre tanımlama eklendi, ki eski tanımlamalar da adeta marjinalleşti.
Siyasi partiler, ne de olsa aşiret ve tarikat gibi kurumlardan daha modern bir görünüm arz ettikleri için, parti taraftarlığına göre kendilerini tanımlayanlar da, modernleştiklerini düşünüyor, herhangi bir partiye mensup olmayanları da ilkel ve gerici olarak değerlendiriyorlar.
Bireyin kendini çağdışı ya da göreceli olarak modern bir kurum veya cemaate göre tanımlamasının temel nedeni ise, aslında özgüvenden yoksunluk.
Bunun sonucudur ki kişi, bireysel özelliklerinin tek başına işe yaramadığı gerçeğinden hareketle, varlığını hatta bir işe yarayabildiğini bile ancak kendi dışında herhangi bir yapı ya da kuruma olan bağlılığıyla tanımlamaya çalışır.
KBu öylesine bir noktaya varır ki, kendisine ait ya da söyleyebileceği bir sözünün olmadığını bile düşünür.
Çünkü bu tür insanlara göre sözün değerini belirleyen şey, sözün sahibi olan kişinin toplumda işgal ettiği konum ve ya mensubiyetinin düzeyidir.
Bu nedenle çoğu zaman, söylemek istediklerinin muhatapları tarafından inandırıcı bulunması için, dünya ölçeğinde ya da yaşadıkları toplum düzeyinde tanınırlığı olan şahsiyetlerin, varsa o konudaki kimi sözlerine dayandırmaya çalışırlar.
Ya da sahibi belli olmamakla birlikte, yaşanan tecrübelerden edinilen kimi anonim sözleri tanınmış kişilerin sözleriymiş gibi yansıtarak, bunu yaparlar.
Mesela son dönemlerde sosyal medyada Albert Einstein’a ait olduğu iddia edilen bir söz sıkça paylaşılıyor.
Söz şöyle:
“Üst sınıf yaşar, orta sınıf şikâyet eder, alt sınıf da şükreder.
Üst sınıf paraya, orta sınıf lidere, alt sınıf Tanrı’ya tapar…”
Albert Einstein’a mal edilen bu sözün gerçekten ona ait olup olmadığı kesin bir bilgiye dayanmıyor.
Ama onun sözüymüş gibi yansıtılınca, daha fazla dikkat çekiyor ve amaca hizmet ettiği yerde kullanıldığında da daha fazla etkileyici oluyor.
Zaten amacım, sözün kime ait olduğunu tartışmak da değil. Sahibi kim olursa olsun, ya da kim tarafından söylenmişse, söylensin, bu sözün bir eksikliğiyle de olsa Kürtlere uyuyor olması. Fazla gelen kısmı ise, Kürtlerin bir üst sınıftan yoksun oluşları…
Verili toplumlarda üst, orta ve alt sınıf olmak üzere genel olarak toplum üç ana sınıfa ayrılır.
Ancak Kürt toplumu gibi sömürge toplumlarda ise üst sınıf diye bir sınıftan bahsedilemez.
Çünkü üst sınıf, toplumu yöneten ya da yönetme gücüne sahip olan ksimdir.
Kürtler arasında ekonomik anlamda zengin olan bir kesim olsa da, Kürt toplumu bir bütün olarak sömürge olduğu için yönetme gücünden yoksun, dolayısıyla bir üst sınıftan da yoksundur.
Ancak Kürt toplumunda çarpık da olsa, bir orta ve alt sınıfın varlığından bahsetmek mümkün.
Kürt orta sınıfı çoğunlukla şehirli, sömürgecilerin okullarında okuyan, farklı bir düşünceye sahip olsa da, yaşam biçimiyle sömürgeci toplumla entegre olan, yaptığı iş ile direkt ya da dolaylı olarak sömürgecisinin hizmetinde olan kesimden oluşur.
Bu yapısı nedeniyle aynı zamanda her şeye itiraz eden, itiraz ettiği konuyla ilgili şikâyet etmekten başka bir şey yapmayan, kurtuluşunu beğendiği siyasi bir lidere bağlayan, kendisinden daha fazla zulme uğrayanları gördükçe de, sinip köşesine çekilme gibi karakteristik özelliklere sahiptir.
Kürt alt sınıfı ise, ağırlıklı olarak köylü ve işçilerden oluşan kesimdir ki, sömürgecilerin okullarında da olsa okuma fırsatı bulamamış kesimden oluşuyor. Bu nedenle yaptığı ağır işten dolayı, yaşadığı sıkıntıları, karşılaştığı zorlukları, Allah’ın kendisine bir lütfu olarak görür, tek besin kaynağı olarak bulabildiği kuru ekmekten dolayı şükreder, kurtuluşu da ancak Allah’ın göstermiş olduğu iddia edilen yolda gitmekle bulmaya çalışır…
Bu tarz düşünüş ve davranış biçimi ise, kurtuluştan çok kurtuluşsuzluğu üretir.
Dolayısıyla eğer Kürtler hala boyunduruk altında yaşıyorlarsa, bunun bir nedeni salt şikâyet ve şükretmekse, diğer bir nedeni de kurtuluşlarını birilerine bağlayıp, gerçekleşemeyen mucizeyi beklemektir.
Kurtuluş reçetesi olarak, “Kürt orta sınıfı her şeyden şikâyet edip, lidere tapmaktan, alt sınıf ise her kötülüğe şükredip, Allah’a tapmaktan vazgeçmeli” dersem, söylediklerim bir kulaktan girer diğer kulaktan çıkar.
Ancak bunu Einstein’in bir sözüne dayandırarak söylersem, belki bir iz bırakır.
Bıraktığı iz kalıcılaşmasa bile, bir anda uçup kaybolmaz.
23.09.2021
firataras@navkurd.net