Benzeşme, aynı ortamda ortak bir yaşamı sürdüren insanlar arasında sıkça görülen bir durumdur.
Mesela uzun süre birlikte yaşayan çiftler, fiziksel ve ruhsal olarak birçok yönüyle birbirlerine benzeşirler.
Yine aynı aile ortamında doğup büyüyen çocuklar, doğuştan gelen genetik kodları dışında uzun süre aynı ortamı paylaşmalarından dolayı da benzer davranışlar sergilerler.
Hakeza kız çocukları annelerinin, erkekler ise babalarının karakterini alır, aynı konuma geldiklerinde de onlara bürünürler.
Ebeveynlerinin kendilerine yönelik uygulamalarını, onlardan görüp karşı çıktıkları baskıları dahi, anne ve baba olduklarında olduğu gibi kendi çocuklarına yaşatırlar.
Rol modeli olarak gördükleri anne ve babalarının sadece olumlu gördükleri karakterlerini almazlar, aynı zamanda yanlış buldukları tutum ve davranışlarını da alırlar.
Bu yönü itibariyle de bir bakıma karşıtlarına dönüşürler.
Tıpkı mazlumun zalimine dönüşmesi gibi.
Farklı ölçekte de olsa, pratikte kimi örneklerini yaşamamıza ya da yaşananlara şahit olmamıza rağmen, çoğu zaman farkına dahi varamıyoruz. Farkına varılana kadar da bir ömrü tüketmiş ve iş işten geçmiş oluyor.
Bu konuda bilimsel çalışmalar yapan Brezilyalı filozof Paulo Freire, ‘Ezilenlerin Pedagojisi’ adlı kitabında mazlumun zalimine dönüşmesi olayını yaşanan birçok örnekten hareketle şöyle açıklıyor:
“Zulüm gören, horlanan, insanlık dışı muameleye maruz kalanların iç dünyasında, zalim ve baskıcı insanların etkisi zannedilenden çok daha fazla. Çünkü zalim, sadece fizikî olarak kısıtlama yoluna gitmiyor, aynı zamanda psikolojik olarak da, zulmettiğinin hayatına etki ediyor. Üstelik bu psikolojik yaralar, fizikî yaralar gibi görünür olmadığından, etkilerini fark edebilmek zaman alıyor. Bu nedenle, zulüm gören mazlum, süreçle birlikte zalimin ideolojisini içselleştirdiği için, bir süre sonra tıpkı onun gibi davranmaya ve adeta ona dönüşmeye başlıyor.”
Freire, bu sürecin beklenmedik bir durum olmadığını, mazlumların sadece geçmişte yaşadıkları mağduriyetleri gündeme getirerek bir meşruiyet sağlamakla birlikte, farkında olmadan zihin dünyalarında büyüttükleri, adeta bilinçaltlarına kazıdıkları zalimle müşahhas hale geldiklerini belirterek şöyle diyor:
“Zalimin, mazluma kendini zayıf hissettirmesi bir noktadan sonra kendini suçlamasına, yok etmesine ve öz bilincinde açılan bu boşluğu zalimin ideolojisiyle doldurmasına yol açıyor.”
Bunun içindir ki Freire, özgürleşmenin, zulümden kurtulmanın sadece amaçlar değil araçlarda da kendine özgü ve özgür olması gerektiğini ileri sürüyor.
Ona göre ezilen, aslında öncelikli olarak çarpık düzenden çok, kendi konumuna itiraz, o konumdan kurtulmak için de isyan ediyor. Ezen konumuna geçtiğinde ise zalimine dönüşüyor.
Freire’nin teoremini alıp Kürtlere uyguladığımızda, Kürtler daha zulüm altındayken bile, zalimlerine dönüşmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlar.
Örgüt veya tek tek bireyleriyle en fazla muhtaç oldukları barış, özgürlük, hak ve adalettir.
Bu nedenle kurdukları parti ve kurumlara, hatta doğan çocuklarına barış ve özgürlük gibi isimler koyarak, ne denli barışa, özgürlüğe, hak ve hukuka özlem duyduklarını yansıtır.
Elde etmek için bunları devletten talep ederek, ölümüne mücadele ederler.
Buna rağmen kendileri gibi düşünmeyen, kendileriyle aynı kulvarda yürümeyen, hatta yıllarca kendileriyle yol yürümekle birlikte, kimi nedenlerden dolayı kendilerinden ayrı düşen arkadaşlarına bile, zalimlerinin kendilerine uyguladığı zulmün katmerlisini uygulamakta bahis görmezler.
Devlet, muhalif ya da karşıtlıklarından dolayı onları zindana atarken, onlar kendi muhaliflerini infaz ederek, kendilerine zindan da yaşama hakkını bile tanımazlar.
Keza aynı şey, mensubu olduğu örgütle yaşadığı çelişkiler nedeniyle ayrılan ya da dışlanıp mağdur olan bireyler için de geçerlidir.
Çelişki yaşadığı ya da yanlış bulduğu siyaset ve uygulamaları gerekçe göstererek örgütünden ayılır, hatta bu nedenle mağduriyet yaşar, ancak ayrıldıktan sonra ayrılışına gerekçe gösterdiği şeyleri özel yaşamında birebir tekrarlar.
Bundan çıkış yolu olarak Freire, politik dönüşüm önerini işaret ediyor.
Politik dönüşümün bir eğitim süreci ile mümkün olabileceğini ileri sürerek, bu eğitimde öznelerin pasif bilgi bankalarına dönüştürülmesine şiddetle karşı çıkarak, zulüm görmüş toplumların önceki düzenden kalan pasif pozisyonlarından çıkabilmesi için sistemin onları aktif, katılımcı birer birey olarak tanımlaması ve ona göre davranmasını şart koşuyor.
Slogan, bildiri ve basit söylemler yerine, zalim otoriter figürün yıkılışından sonra ezilenler arasında iyileştirici, herkesi kendi iradesinin farkına vardıracak ve özneliğini onlara hatırlatacak bir diyalog öneriyor.
Ki, mağdur ya da mazlum, yaşadığı zulümden, uğradığı baskıdan ziyade, uğruna mücadele ettiği değerlere göre kendini tanımlayarak o değerleri içselleştirmeli.
Nietzsche’nin deyimiyle; „Canavarlarla savaşan kendisinin de bir canavara dönüşmemesine dikkat etmelidir!“
06.09.2021