Türkiye’nin dört bir yanında başlayan yangınlar hala devam ediyor.
Özellikle Akdeniz ve Ege sahil bölgelerindeki bu yangınlarda on binlerce hektar ormanlık alanı küle döndü.
Yangında ölen hayvanların sayısı dahi bilinmezken, şimdiye kadar birkaç insanın yaşamını yitirdiği belirtiliyor.
Yaklaşık 21 ilde ve yüze yakın noktada eşzamanlı olarak çıkan yangınların nedeni konusunda iki farklı iddia ileri sürülüyor.
Bunlardan biri, yangının aşırı sıcaklardan kaynaklandığı…
Diğeri ise, bir sabotaj sonucu çıkmış olma ihtimali.
Bu ikinci iddiayı dillendirenler, birçok ilde ve eşzamanlı çıkan bu yangının yaşamın doğal akışına uymadığı gerekçesini ileri sürüyor, adres olarak da Kürtleri gösteriyorlar.
Bu iddianın ne kadar ihtimal dahilinde olduğunu öğrenmek ise, Türkiye koşullarında pek mümkün değil.
Eğer “beka” söz konusuysa, hiç kuşkusuz bu yangının günah keçisi olarak da Kürtler işaret edilir.
Dolayısıyla sahillerde başlayan yangın, bir süre sonra söner.
Devletin bekasına hizmet etmesi halinde, bu yangının da faturası Kürtlere çıkarılır.
Devlet, Millet, Sakarya edebiyatıyla bir suskunluk oluşur.
Yanan ormanlık alanlar turistik tesislere dönüşür.
Elde edilen rantlarla, canı yananların sırtından yine birileri zenginleşir.
Ancak devletin yaktığı ateşin alevleri gürleşerek, Kürtleri yakmaya devam eder.
Çünkü her şeyin müsebbibi olarak Kürtleri gören devletin propagandası sonucu, Türkçülük adrenalini tavan yapan Devşirmeler, Kürtlere karşı saldırganlaşır.
Bu nedenle Kürt, „Ortak Vatan’ın“ bir parçası olarak görüp, mevsimlik işçi olarak gittiği Karadeniz’de Laz ve Gürcülerin…
Trakya’da Pamak ve Boşnakların…
İç Anadolu’da Türkmenlerin…
Ankara’da polis ve bekçilerin saldırısına uğruyor.
Ankara’da oturan Kürd’ün çocukları, aralarında Kürtçe konuştukları için evi basılır, Kürt saldırıya uğrar.
Ancak gözaltına alınıp tutuklanan yine Kürt ve çocukları olur.
Çanakkale Biga’da çadırda yaşayan mevsimlik işçinin suyu kesilir.
Küçük bir itirazda, çadırı başına yıkılır, ücreti ödenmeden, geldiği yere yaralı olarak geri gönderilir.
Konya’da 30 yıldan beri yaşadığı köyde, evinin etrafı sarılır, hayvanlarıyla birlikte açlık ve susuzluğa mahkûm edilir.
Kürtlerin de en büyük şehri haline gelen İstanbul’da inşaatta çalışırken, söylediği bir Kürtçe türkü nedeniyle saldırıya uğrar.
Bir punduna getirilip iskeleden düşürülür, ancak polis kayıtlarına iş kazası olarak yer bulur.
Devletin Kürd’e karşı uyguladığı hukukun değişmez kuralıdır.
Kürd’ün yaşadığı vatan toprağındaki evi yıkılır…
Köyü yakılır…
Öldürülür…
Tutuklanıp zindana atılır…
Geriye kalan göçe zorlanır…
Gittiği yerde hor görülür, her türlü baskıya maruz kalır…
Açlıkla terbiye edilir…
Akıllanmasa, saldırıya uğrar…
Yara bere içinde kalır…
Hastahane yerine karakola götürülür…
Ortak Vatan’nın payından…
Kendisini savunacak bir avukatın varlığından yoksun olduğu için suçlu görülür.
Terbiye edilmesi için yaralarıyla birlikte zindana gönderilir.
Zindanda yaraları iyileşse de, çektiği acıların izleri bir yerlerde birikir, süreçle ateş kozuna dönüşür.
Bu nedenle, sahillerde yanan yangın mevsimliktir.
Bir süre yanar, havanın normalleşmesiyle birlikte söner.
Ancak devletin ateşlediği ve yükselen alevlerle adeta kalıcılaşmaya yüz tutan yangın, bugün Kürtleri yakmış olsa da, yarınlarda tersine dönüp Türkleri de sarmalayacaktır, ki asıl tehlike de o zaman başlar…
30.07.2021