Şey, Türkçe’de en çok sevdiğim kelimelerden biri.
Sıkışınca, insanın imdadına jokey gibi yetişir.
Sorunsuz olarak her tarafa uyar, her yerde rahatlıkla kullanılır.
Üstelik, anlam bozukluklarına da yol açmadan…
Karşınızdaki birine bir olayı aktarırken, uygun kelime mi bulamadınız, şey deyip, konuşmaya devam edin.
Ya da bulunduğunuz bir ortamda müstehcen bir fıkrayı anlatmak zorunda mı kaldınız, kullanmaktan utandığınız kelimenin yerine, şey kelimesini yerleştirip, aynı heyecanla anlatmayı sürdürün
Aktaracağınız olayı ya da anlatacağınız fıkrayı orijinal kelimelerle ifade etmiş olmasanız bile, muhatabınız ne demek istediğinizi anlar, vermek istediğiniz mesaj da yerine ulaşır.
Ben de bu yazımda bolca şey kelimesini kullanarak söylemek istediklerimi yazıya dökmeye çalışacağım.
Tabi günlük yaşantılarında şey kelimesini az ya da çok kullanan okurların beni anlayacaklarını umarak…
Anlatacağım, birçok yerde ve farklı versiyonlarıyla bilinen bir fıkra.
Hemen fıkra deyip geçmeyin.
Çünkü bazen kıssa bir fıkra ile verilmek istenen bir şeyi, yüzlerce sayfadan oluşan bir kitapta anlatılanlar dahi vermeyebilir.
Aşağıda okuyacağınız fıkra da öyle bir şey!
Zamanın birinde, bir köyde ilim ve irfanıyla köylülere yol gösteren bir alim yaşarmış.
Siz, onu şeyh, hoca ya da imam da olarak ta tanımlayabilirsiniz.
Hiç evlenmeyen ve 60’lı yaşlarında olan bu yol gösterici alim, bir yaz sabahı köyün dışında, çiçeklerle süslü çayırların arasında günlük yürüyüşüne çıkar.
Çayırın kesiştiği küçük bir vadinin yamacına vardığında, kazığa bağlı otlayan bir eşek ile karşılaşır.
Hoca, önce eşeğe, ardından da etrafa ve köye doğru bakınır.
Eşek ile bulunduğu yerde ne köy görünüyor ne de etrafta dolaşan birileri…
Hoca eşeğe doğru yürür, eşeğin boynundaki urganı tutar ve onu tuldalık bir noktaya kadar götürür.
Eşeği uygun bir yerde durdurup yavaşça arkasına geçer. Etrafı bir kez daha kolaçan ettikten sonra cüppesinin önünü açar, şeyini şeyin şeyine dayar.
Şeyini şeyin şeyi ile şey yaparken, tam o an da eşeğin sahibiyle bir arkadaşı Hoca ile eşeğin karşısında belirir…
Durumu fark eden Hoca, eşek sahibiyle arkadaşı daha ağızlarını açmamışken, pozisyonunu hiç bozmadan, „Allah, Allah, benim şeyimi şeyin şeyine kim koydu biliyor musunuz?“ diye gelenlere sorar…
Gelenler, tanıdıkları Hoca’nın ilminden, alametlerinden haberdar oldukları için, „Estağfurullah Hocam, kimin yaptığını bilmek haddimize mi, bilse bilse bir sen bir de Allah bilir!“ cevabını verirler.
Verilen cevaptan hoşnut olan Hoca, gülümseyerek geri çekilir, cüppesinin önünü ilikleyip sakin sakin köye doğru yola koyulurken, eşeğin sahibi ile arkadaşı ise hocanın arkasından bakıp, onun kendilerine sormuş olduğu sorunun cevabını bulabilmek için gün boyu kafa patlatırlar…
Kesin olarak bilinmemekle birlikte, anlatıldığı dönemin toplumsal ilişkilerine yönelik bir göndermeyi içinde barındıran bu fıkrayı günümüze de uyarlamak mümkün.
Bugünün yol göstericileri ile o yolda yürüyenlerin arasındaki ilişki de, fıkrada anlatılandan pek farklı değil.
Aradaki tek fark, aktörlerin isim ve unvanlarının yer değiştirmiş olması.
Müritler, taraftara…
Şeyh, alim ya da hocalar da lider ve başkanlara, Kürtçe söylemiyle rêber ve seroklara dönüşmüş.
Ha bir küçük farklılık da, serok ya da başkanların kendilerini uçurabilme yeteneklerinden yoksun olmaları nedeniyle, onları uçurma işlerini de taraftarların üstlenmiş olmaları.
Çünkü günümüzün taraftarı, yol gösterici olarak gördüğü serok ya da başkanını ‘Hoca’nın görünmüş olduğu pozisyonda görse, onun herhangi bir şey söylemesine dahi fırsat vermeden; “Başkanım, hangi hain senin şeyini, şeyin şeyine şey yapmış?“ der ve olaya müdahil olur…
Taraftarın bu körlüğünü gören serok ya da başkan da büyük bir ihtimalle; „Her şeyi benden bekleyen zavallılar, onu da mı benden bekliyorsunuz, o hain her kimse, bir an önce bulun ve cezalandırın!“ talimatını verir ve bulunduğu pozisyonda olmanın keyfini çıkarmaya bakar…
“Bu kadarına da pes!“ deyip şaşıranlardan mısınız!
Tarafsız bir birey olarak, gözlerinizi açın ve çevrenizde olup bitenlere iyice bakın…
Tüm çıplaklığıyla göreceksiniz, günümüzün yol göstericileri diye kabul görenlerin yaptıklarıyla ne potlar kırdıklarını…
Taban denilen müritlerin ise, kırılan o potları, nasıl ayıklamaya çalıştıklarını…
04.05.2021