AKP liderliğinde Türkiye’nin Dünya Devleti olacağını hayalleyen herkeste ciddi bir hayal kırıklığı var. Yetmez ama evet cephesi, Kürt sorununun AKP eliyle çözüleceğine inanan çeşitli Kürt çevreleri şimdilerde olup bitene şaşırıyorlar. Sanki iki farklı AKP ile karşı karşıya kalmışlar; önceki demokrasi yanlısı AKP derin devletin tuzağına düşmüş te aslında yapmak istemediklerini yapar hale gelmiş gibi bi hava estiriliyor. Neredeyse AKP’nin yaptığı her tür kötülük AKP ye rağmen yapılıyor gibi bir hava. Komplo teorileri gırla gidiyor. AKP ve lideri Erdoğan gerek AKP içinde gerek dışarıda ya da MHP önderliğindeki derin devlet güçleri tarafından sıkıştırılıyor diyip, olan bitenden AKP’nin suçsuzluğuna işi vardıracak kadar tuhaf açıklamalarla durum analizleri yapılıyor.
Bu yazı elbette olan biteni bütünüyle anlamlandırma derdinde değil. Benim dünya tasarımım, olan biteni kavramı gücüm ve donanımım da buna zaten yetmez. Bu yazı, son dönem olan biten şeylere ilişkin bi kaç vurgu yapmak üzere kaleme alınmıştır. Ülkenin kısa bir panoramasına bakıldığında durum gerçekten vahim gözüküyor. İlk akla gelenler açısından:
Dün, HDP’nin İslamcı kanattan milletvekili Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü. Ne yapmış Gergerlioğlu? Hala bir gazetede haber olarak duran, erişim engeli bile getirilmemiş bir haberi hiçbir yorum yapmadan retwitlemiş, o kadar. Terör örgütü propagandasından ceza verip vekilliğini düşürdüler, hem de anayasaya aykırı biçimde. Aynı gün HDP ye kapatma davası ve 600 civarında yöneticisine “terör” bağlantılı soruşturma açıldı. Bir gün öncesinde Boğaziçi Üniversitesi protestolarında tutuklu yargılananların LGBTİ’ye üye olup olmadığı hakim tarafından soruldu. Bu birine erkek ya da kadın örgütüne üye misiniz der gibi bişey. Bugün Boğaziçi Üniversitesinin önünden geçerken, her metrekareye polis düşecek kadar kalabalık polis gücü üniversite civarında dolaşıyordu. 12 Eylül askeri faşist döneminde bile üniversite önlerinde olmayan bi görüntü, içim sızladı.
Daha öncesinde HDP’nin neredeyse bütün belediyelerine kayyum atandı. 13’ü milletvekili, 60’ı belediye başkanı olmak üzere binlerce partili tutuklu. 15 Temmuz sonrası KHK ile ihraç edilen 136.000 kamu görevlisi sivil ölüme mahkum edilmiş vaziyette. Anayasa ve AIHM kararları bağlayıcı olmasına rağmen başta Demirtaş ve Kavala davaları olmak üzere hiçbir davada uygulanmıyor. Ülkede korkunç bir yoksulluk var. Açlık intiharlarının duyulmadığı gün yok. Covid 19’un da sıkıştırdığı insanlar derin bir bunalım içinde. 128 milyar doların hangi bankalara ne karşılığında verildiği bilinmiyor, dahası dönemin ekonomi bakanı damat Albayrak resmen kayıp. Coğrafyanın tüm zenginlikleri ulus üstü sermayeye peşkeş çekiliyor. İşsizlik %35, mutfaktaki enflasyon %40 civarında. Hiç kimsenin mal güvenliği, ya da hiç kimsenin herhangi bir alandaki özgürlüğü garanti altında değil. Bu liste uzatılabilir. Bu hale nasıl gelindi konusunda söylenilecek en kestirme söz “sarı öküzü vermeyecektik” hikayesinde anlam bulabilir.
20 yıllık kesintisiz iktidar olmalarına rağmen hale Türkiye de olup biteni her kötülüğü Kılıçdaroğlu’nun SSK’yı batırmasına bağlayabilen, yoksullaşmayı dış mihraklara bağlayarak hala açıklayabilen ve halkı buna ikna edebilen, son on yıldır, uçan araba, milli uçak, yerli traktör, uzayı delip geçecek füze, aya dört şeritli yol efsanelerini kitleye pompalayan ve inandırabilen bu iktidarın iyi analiz edilmediği sürece ülkenin geldiği yerden daha iyiye gidemeyeceği, gerileyeceği aşikar. Bu derin kaosa rağmen hala AKP’nin birinci parti olması sadece AKP’nin gücüne bağlanamaz. Biraz arka plana da bakmak gerek.
Başından da söyledim. Bu yazı bu analiz gücünden ve ferasetinden yoksun. Gene de AKP bunu nasıl başardı sorusuna, bi kaç noktadan kısaca değinilebilir.
İlkin bunu başaran AKP değil büyük bir ekip. Hemen her siyasal partide ayağı bulunan, her alınan kararı mutlaka önceden müşavere ederek alan bir ekip. AKP bunun görünürdeki siyasi ayağı. Bu başarının arkasındaki görünmeyen ayak ise, Ortadoğu’nun ulus üstü sermaye tarafından yeniden biçimlendirilmesi hedeflenmiş her kesimden bilinçli ya da bilinçsiz geniş tabanlı bir “uzmanlar” kadrosu. Bu kadronun, medya, spor, edebiyat, sermaye, sendika, STÖ bileşenleri bir ahtapot gibi her yanı sarmış durumda. Bunu zaten hiç gizlemediler, “BOP eşbaşkanıyım”, “devleti şirket gibi yönetecem” diyen Erdoğan kendi soyunduğu görevi ta ilk günden açıkladı. Ve bunu destekleyen başta liberaller, devletin hantallığını, askeri vesayet dahil pek çok vesayetçi alanın uzun yıllara yayılı açmazlarını ancak “sivil bir dönüşümle” aşılabileceğine ve bunun için birlik olmak gerektiğine ilişkin geniş kitleleri tetikte tuttular. İslamcı kanatın dinler arası diyalog toplantılarında boy gösteren eski Marksistlerden yeni yolculara kadar pek çok “ünlü” kişi bu sürecin köşe taşları oldu ve hepsinin zaman içinde defterleri dürüldü. Tüm bunlar olurken, muhalefet yalancı bir dayılanma havasının ötesine hiç geçmedi. İktidarın sıkıştığı durumda onu desteklemekten de hiç utanmadı, gocunmadı, geri durmadı. Mesela Demirtaş’ı da hapse gönderen dokunulmazlıkların kalkmasında Kılıcdaroğlu “anayasaya aykırı olsa bile oy verecez” diyebildi. 7 Haziran seçimleri sonrasında yenilmiş AKP iktidarı devretmemek için her tür hileye başvururken CHP 40 gün boyunca uslu bir çocuk gibi hiç ses etmeden görev verilmesini bekledi. Arkasından her yerde patlayan bombalarla sokağı dehşete düşüren ve herkesi güvensizleştiren ortam yaratılırken bir kez olsun mecliste herhangi bir gündem oluşturmadı. O dönem AKP ye söven oluşumların başındaki zatlar, mesela, eski DYP’li bugünün içişleri bakanı Soylu, eski Saadet partisi başkanı şimdiki AKP başkan yardımcısı Kurtulmuş, yine hem eski hem yeni MHP başkanı ama eskiden Erdoğan’ı PKK’den tehlikeli bulan ve her fırsatta AKP ye söven, şimdilerde AKP hükümetinin küçük ortağı Bahçeli, bir dönem Erdoğan ve AKP’ye söylemedik laf bırakmazken şimdi birlikte iktidarın keyfini sürmekten geri durmuyorlar. Bunlarda gösteriyor ki, bu zatların tüm bu yalancı kabadayılanmaları ulus üstü sermayenin çıkarlarını AKP ve Erdoğan götüremezse yedek kulübede bekletin ama rakip takımmış gibi gösterilen aynı ekibin oyuncularıymış. Bu takımın gücünün yetmediği her durumda CHP de bir şekilde adına “milli çıkarlar” diyerek AKP destekçisi haline gelebiliyor. Sözgelişi rejim değişip, başkanlık sistemine geçerken, CHP sürecin önünü tıkamak yerine İnce’yi cilalayıp, sanki ilk turda o başkan olacakmış gibi bi hava estirip kitleleri sandığa taşıyor. Öncesinde bir oy bile çalınsa 50.000 avukatla gece gündüz YSK’nın önünde yatarız diyen İnce, 700 bin çalıntı oyla rejim değişirken “adam kazandı” diye bi gazeteciye mesaj atıp, 10 milyon fark var bu fark kapanmaz diyip, efsaneler eşliğinde kaybolabiliyor. Bunlarda gösteriyor ki, başarı AKP’nin işi değil, ince ince örülmüş bir ekibin işi.
Tüm bunlar olabiliyor ve kitleler hemen buna uyum sağlayabiliyor, çünkü coğrafyanın yeniden biçimlenmesi konusunda muhalefetin görevi de iktidarın bunalttığı kitlelerin gazını birazcık alıp, düzeleceğine ilişkin bir umut pompalayıp süreci geri dönülemez şekilde bu noktaya getirmekti. Şöyle demek de mümkün, Türkiye muhafazakâr değerlere bağlı, o değerler üzerinden körleştirilip, tepkisizleştirilecek bir ülke olmasaydı, yani seküler yönü daha ağır, görece demokratik kitlelerin daha yoğun yaşadığı bir ülke olsaydı, tüm bu yoksullaşma ve düşmanlaşma süreci AKP aracılığı ile değil de misal CHP liderliğinde yapılacaktı. AKP de bu dönemde CHP’nin oynadığı rolü o sıralar oynayacaktı. CHP ye söven ne kadar memleketi daha sola götürmek istiyormuş gibi görünen ne kadar dönek varsa da, onlarda sonunda gidip CHP ye yamanacaktı. İşin özü, memleket bu halde, çünkü görünmeyen kapılar ardında sermayeyi savunan ama birbirlerine muhalifmiş gibi duran siyasal partiler elbirliği içinde bu halde olmasını istemekte.
İkinci olarak, sol muhalefet olarak tanımlanan alanın bir kısmı, dar grupçu ve ülke gerçeklerinden tamamen kopuk, Kemalist kurguların ötesine geçemeyen bir alana sıkışmış vaziyette ve bunların bir kısmı da Kürt siyasi hareketinin kuyruğuna takılmış halde. İlkeli bir birliktelikten ziyade, pragmatist, başka siyaset üretemediği, kitleleri ikna edip sağlam bir hat üzerinden uzun vadede iktidara yürüme derdi olmadığı için, başkalarının çok büyük emeklerle yarattığı alanlara konma, kısa vadede kendini ifade edebilecekleri yerlerde boy gösterme eğiliminde. Gerçekten kitleselleşmeyi beceremeyen sol cenah, farklı meseleleri temel alarak büyüyen, mesela kimlik politikaları üzerinden var olan Kürt ya da alevi hareketi ya da kadın hareketi içinde kendi jargonlarına yer bulma derdinde. Ülkeyi demokrasiye taşıyabilecek ana unsurlardan biri olan emek eksenli politikalardaki görevini yerine getiremeyen sol cenah, fazla bedel ödemeyi de göze almadan, kimlik politikaları üzerinden siyaset yapan ve kitleleşen güçlerin içindeymiş gibi hareket edip ne şiş yansın ne kebap eksenli bir yerden kendine tatmin aramakta. Dolayısı ile burjuva siyasetinin muhalif görünümlü aktörlerinin zaten BOP ekibinin içinde olması, sol cenahın kitlelerden kopuk fantastik tasarımlarını tatmin etme arzusu olarak kimlik politikaları üzerinden kendilerine yer açan kitleler içinde solculuk oynaması, AKP’nin 20 yıllık bezirgan iktidarının sürmesinin ana nedenleri.
Kimlik eksenli politik mücadelenin kendine özgü sorunları oldukça güçlü. Örneğin, yüzyıllara yayılı erd/inkar/imha politikalarından kaynaklı köklerinden kopma halinin getirdiği kendilerini tanımlamada ortak görüş oluşturamamaları, misal, Alevilerin hala kendilerini tanımlarken birbirleriyle taban tabana zıt sayılabilecek kimlik alanları içinde kendilerini görmeleri… katliamların getirdiği bezginlik… Aleviliğin gerici dinci bir ideolojiden farklı olmadığına ilişkin alevi devrimcilerinin kurguları vs… iktidarı en azından kendi talepleri konusunda zorlamayı hedeflemede engel olabiliyor. Kadın hareketinin kendine özgü kazandığı ivmenin gücünü her geçen gün artarak görmemize rağmen, AKP siyasi geleneğinin kadına yönelik dışlayıcı ve aşağılayıcı dilini kutsallarla bezeyip köleleşmeyi kolaylaştıran bir iktidar alanı yaratmasındaki başarı… kadının ana ve yuva yapan dişi kuş eksenine sıkıştırılması… kadın hareketinin felsefi temellerindeki farklılıklar vs… o alanı da iktidar karşısında pasifize edebilmekte, hareketi diğer muhalif güçlerle birleşik mücadelesini engellemektedir. Kürt siyasi hareketi içindeki yalpalanmalar, “Osmanlıda oyun bitmezliği” görme konusundaki basiretsizlikler, savaşın getirdiği yorgunluk, parlamenter siyasetin sürekli tıkanmasının getirdiği bıkkınlık eksenli ruhsal durum da eklenince, AKP topu kendi sahasında da rakip sahada da istediği gibi döndüren bir takım gücüne ulaşıyor.
Son bir buçuk yıldır pandeminin de yarattığı yalıtılmışlıktan kaynaklı derin bir yalnızlaşma ve yabancılaşma hali de eklenince, sanırım coğrafyanın cehenneme dönmesi için her şey yerli yerine oturmuş oluyor.
19.03.2021