
Eleonore Fourniau, Fransa’dan Türkiye’ye tarih okumaya gelmiş.
İstanbul’da Kürtleri, onların aracılığıyla Kürt müziğini tanımış. Müziğe olan ilgisi nedeniyle Kürt ve Türklerden oluşan bir müzik grubu kurmuş. Şimdi tek başına müzik yapan Eleonore Fourniau’nun repertuvarında Kürtçe parçalar da yer alıyor.
Hiç kuşkusuz bir yabancının Kürt diline ve müziğine ilgi duyması, hele ki o dilde müzik yapmış olması sevindirici bir durum.
Kürtlerin Eleonore Fourniau’nun Kürtçe müzik yapmış olmasından dolayı seviniyor olmaları da gayet doğal.
Ancak doğal olmayan, onu göklere çıkarmaları…
Ona yaptıkları övgünün %1’ini ömrünü Kürt müziğine adamış Kürt sanatçılardan esirgemeleri…
***
Choi Kwang, Güney Kore’nin Erbil Başkonsolosu.
Görevi, bulunduğu Kürt Federe Bölgesinde kendi devletini temsil etmek.
Görevi gereği Kürtleri daha iyi tanımak, onlarla daha iyi diyalog kurmak için Kürtçeyi öğrenmiş. Kürtlere ve Kürt diline duyduğu ilgiyi, Kürtçe konuşarak yansıtmış ve bu özelliği nedeniyle de Rûdaw TV’ye konuk olmuştu.
Kendi ülkesinde yaşayan ve anadilini konuşmaktan yoksun olan, öğrenmek için en ufak bir çaba göstermeyen Kürtler, “Koreli Diplomat Kürtçe öğrenmiş” diye onu günlerce övmüşlerdi, Türkçe kelime ve cümlelerle…
Oysa, Choi Kwang’ın Kürtçe öğrenmiş olmasından dolayı sevinilmesi gereken şey, aslında Kürtlerin eksik de olsa Güney Kürdistan’da sahip oldukları statü. Eğer bu statü olmamış olsaydı, ne Güney Kore’nin Erbil’de bir konsolosluğu olurdu, ne de Choi Kwang’ın Kürtçe’yi öğrenme gibi bir ihtiyacı…
***
Michiel Leezenberg, Amsterdam Üniversitesi’nde Akademisyen olan Hollandalı bir filozof.
Arkeloloji öğrencisiyken Türkiye ve Suriye’de yapılan arkeolojik kazı çalışmalarına katılmış. Türk, Kürt ve Arapları tanımış. Kürtlerin Türkler tarafından nasıl inkar edildiğine şahit olmuş. Bu nedenle Kürtleri araştırmış, bilgi edindikçe Kürtlere olan ilgisi artmış, Kürtçeyi öğrenmeye karar vermiş. Hatta bir süre Selahaddin Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak ders vermiş.
Kaç kaç gündür sosyal medya, Michiel Leezenberg ile yapılmış olan bir kısa videoyla çalkalanıyor: Hollandalı filozof Michiel Leezenberg Kürtçe öğrenmiş…
Ben de videoyu izleyip, Michiel Leezenberg’in o güzel Kürtçe konuşmasını dinleyince sevindim. Ancak sevindiğim kadar da utandım.
Kendimden…
Çevremdeki Kürtçe bilmeyen, ama Kürt olmayan birilerinin konuşmasından haz alan Kürtlerden…
Kürtçeyi bildiği halde, günlük yaşamında kullanmayan Kürt’ten…
Siyasi çalışmalarında kullanmayan Kürt siyasetçisinden…
Kürtçe yazamama eksikliğini, “Türkler, ne istediğimizi bilsinler” diye Türkçe yazıp kendisini avutan/kandıran Kürt yazar-çizerlerden utandım.
Çünkü, yapamadığı bir şeyin başkaları tarafından yapılmış olmasından haz almak, özgüvenden yoksun olmanın…
Ulusal, sosyal ya da sınıfsal konumundan dolayı baskılanmış ve hor görülmüş olmanın bir sonucudur.
Özgüvenini yitiren insanlar, ait oldukları herhangi bir mensubiyeti, korku ya da kendilerini küçük görmelerinden dolayı sahiplenmekten çekinirler.
O mensubiyeti yansıtan herhangi bir şeyi, yine benzer nedenlerden dolayı kullanma cesaretini gösteremezler.
Kendilerinden çok, kendilerini ezen, baskılayan, hor gören kesimlere özenir ve onlar gibi görünmeye çalışırlar.
Buna rağmen, dışarıdan birlerinin kendilerine ait herhangi bir şeyi sahiplendiklerinde ya da kullandıklarında, son derece mutlu olur ve müthiş bir haz alırlar.
Mesela, yabancı bir ülkeye giden ya da orada yaşayan Kürtler kendilerine, “nereden geliyorsun” sorusuna Kürdistan yerine, çoğunlukla Türkiye, İran, Irak ya da Suriye’den geldikleri cevabını verirler.
Özellikle Türkiye’de yaşayan Kürtler, anadilleri olan Kürtçeyi bilmediklerinden dolayı hiçbir eksiklik duymazlar.
Öğrenmek için herhangi bir çaba sarf etmezler.
Hatta bilenler, bildikleri halde, “duyduklarımı anlıyorum ama konuşamıyorum” demekle, horgörülmüşlükten, horgörme statüsüne sıçradıklarını, gururla yansıtmaya çalışırlar.
Mesela, Kürt müziğiyle adeta özdeşleşmiş Kürt müzisyenleri dinlemekle beraber, onları kolay kolay övmez, reklamlarını yapmaz ve yaptıkları işe de fazla değer biçmezler.
Ancak asimile olmuş ve kendisini Türk gören bir Kürdün, ya da herhangi bir etnisiteye mensup bir sanatçının kötü bir melodi ve bozuk bir telafuzle Kürtçe bir türkü söylemelerini göklere çıkartır, el üstünde tutarlar.
Sadece iyi bir sanatçı olduğunu söylemekle yetinmez, iyi bir Kürt ya da Kürt dostu olduğunun övgüsünü de yaparlar.
Her türlü baskıya ve engellemeye rağmen kendi anadilini günlük yaşamlarında, iş hayatlarında kullanan, hatta herhangi bir karşılık elde edemeyeceğini bile bile, salt dilin yaşaması için Kürtçe yazmayı iş edinen yazar, şair ve gazeteci Kürtleri görmez, ama işi ya da mesleği gereği az ya da çok Kürtçe öğrenmiş olan herhangi bir yabancıyı baş tacı ederler.
Bu nedenle bir türlü ‘kendileri olmayı’ beceremez, beceremedikçe de başkalarının kölesi olmaktan kurtulamazlar…
27.01.2021