
‘Hava kurşun gibi ağır! / Bağır / bağır / bağır / bağırıyorum’ demiş bir şair. Bir diğeri ‘dumanlı havayı kurt sevsin / asfalttan yürüsün Aralık / sevmem, netameli aydır’ demiş.
Hava basık, hava dumanlı ve hava kurşun gibi ağır, hem de nefes alınamayacak kadar. Ve dumanlı havayı kurt ve çakallar severmiş. Sadece şair dediği için değil, tarihten buyana tecrübelerden süzülüp geldiği ve tüm netameli işler karanlık ve dumanlı havalarda yol bulduğu için.
Herkes biliyor. Ağır ve sancıları kuşaktan kuşağa aktarılacak, doğan bebelerin kulaklarına usulca mırıldanılacak bir malwêranlık geliyor, hem de bağıra, bağıra. Binlerce insanın canına ve kanına mal olacak, elde ve avuçta ne varsa alıp götürecek bu felaketin kararını verenlerin ne canları yanacak ne de tek damla kanları akacak.
Ve ateş düştüğü yeri yakacak! Felaket ve yıkım Kürdistan’da yaşanacak, ölen ve can verense parti kimliklerine bakılmaksızın sadece ve sadece Kürtler olacak.
Ateş, parti kimliği tanımaz!
Ateş, çit ve sınırlarda durmaz!
Ateş, gümrüklerin ‘Dur!’ ihtarına uymaz!
Ateş, ilk kıvılcım hareketlendikten sonra yakanın kontrolünde de kalmaz!
Ve ateş, kibriti çakanı, ateşi tutuşturanı da yakar!
İlan edilerek, alıştıra alıştıra gelen, sadece bir kavga, bir birakûji değil, bile bile Kürt evinin Kürtler eliyle ateşe verilmesi, bu evde ikamet edenlerin diri diri yakılmasıdır. Bu işten hiçbir Kürt partisi, tek bir Kürt yurtseveri karlı çıkmayacaktır. İsterse karşı taraftan on bin Kürt katledilsin!
Yetmiyor mu Afrin’in, Kerkük’ün, Girê Sipî ve Serê Kaniyê’nin elden gittiği?
Sıranın Hewlêr, Silêmani, Duhok, Qamişlo, Haseke ve Dêrik’e gelmesini, buraların da elden gitmesini mi istiyoruz?
Peki kim karlı çıkar bu işten? Hangi parti, hangi Kürt?
Bu işten karlı çıkacaklar belli. Kürdistan’ı parçalayıp aralarında bölüşen, Kürt halkına katliam, sürgün ve acının her türünü yaşatan sömürgeci devletler. Maşaya ihtiyaç kalmadığında sıranın ateşi yakanlara geldiğine ise tarih tanık ve şahit.
Oysa bir farklı uyanmıştık Milenyuma, 2000’li yıllara. Ne diyordu tümü birden parti yöneticileri: 21. Yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacak, Kürt halkı bu yüzyılda kaderini eline alıp Kürt halkının çektiği bunca acı son bulacak!
İyi başladı Milenyum ve 2000’li yıllar. Önce Saddam alçağı gitti ve yaralarını sarmaya başladı Güney yakasındaki Kürt halkı. Tüm eksikliklerine rağmen kısa süre içinde bir vaha oluşturuldu Sahra’da; suyu bol, havası güzel ve saçları okşayan ince bir meltem.
Ardından Rojava durdu dilan ve govende. Kavuştu kolları on yıllar sonra Afrin, Kobanê ve Cizire adlı, birbirinden güzel üç nazlı fidanın.
İslam Devleti çakallarının tılsımını bozan ilk Kürtler oldu bu yakada, binlerce insanın kanı ve canı pahasına. Ve dünya tanıklık etti Kobanê direnişiyle bir kentin küllerinden doğmasına, yaşamın dal budak salmasına.
Bir rüya, bir fatamorganaymış meğer gördüğümüz. Sahilde kumlar üzerine yazılan ve ilk küçük dalgayla karizması çizilen ilanı aşkmış bizimkisi. Bu kadarmış öngörü ve vizyonumuz. Ne demeli!
Ve bugün 21. Yüzyılın beşte birinin son günleri. Bırakalım verdiğimiz sözleri gerçekleştirmeyi, ilk yirmi yılda yaka paça olduk, daha emeklerken.
Çakallarsa dört koldan saldırıda. Ne Başûr tam anlamıyla hakimiyetine kavuştu, ne de Rojavalı kardeşlerin kısa bir süre için kavuşan kolları tam anlamıyla kenetlenebildi birbiriyle.
Daha yolun başı ve gidilmesi gereken uzunca bir yol, başarılması gereken oldukça iş var Kürtlerin önünde. Şayet bugün tökezler, birbirimize çelme atarsak, ulaşamayız hiçbir zaman menzile.
Kürt halkı ve dünya bizden kavga değil birlik istiyor. Ama birlik, sabah akşam bunu tekrarlayarak sağlanmıyor hiçbir yerde. Bunun için çaba ve özveri gerekiyor; uzlaşıysa uzlaşı, ödünse ödün, gerektiğinde bir adım geri çekilmeyi ve bir de birbirimizin hak ve hukukuna saygı.
Düşmana karşı gösterdiğimiz hassasiyetin yüzde biriyle aşamayacağımız hiçbir sorun kalmaz, bunun bilinci ve ayırdında Kürt halkı.
Peki, ne yapmalı?
Yanıtı imkânsız gibi duran ve her tekrarlandığında soranın, okuyanın başına balyoz gibi inen bir soru.
Biz, sıradan her Kürdün cevabını bildiği bu soruya en iyi cevabı verecekler ise başat Kürt partilerinin yöneticileri.
Onların istirhamına sığınarak, olsa olsa şunu öneririm.
Gelin makarayı beş yıl geriye sarın ve 2015 yılı baharının son günlerine dönün.
O gün kek Cemil Bayık kek Mesud Barzani’yi ziyaret etmiş, bir uzlaşıya varmışlardı. Bugün de kek Mesud sıradan bir peşmerge olarak ve önceden gününü de duyurarak Kandil’e gidip kek Cemil’le görüşse ve “ne oluyor kek Cemil, neyimiz var ki paylaşamıyoruz” dese, bu gerilim ve basıncın havası alınır, tetikteki parmaklar çözülür, sıkılı yumruklar gevşer, kenetli çeneler biraz rahatlar.
Biliyorum, benim ki naiflik, saflık.
Duran saat de günde iki kez doğru zamanı gösterirmiş. Kaldı ki doğruyu hep aklı başında kâmil insanlar söylemez. Bebeklerin, benim gibi cahil insanların da dağarcıklarında meramlarını anlatmak için dile getirecekleri birkaç sözcük bulunur kimi zaman!
30.12.2020,