
Bir Türkçe deyimdir.
Bu deyimi, daha farklı kavramlarla da dile getirmek mümkün.
Nedense, ilk aklıma gelen bu beş kelime oldu.
Bir dildeki deyim ya da özlü sözler, o dile sahip olan milletlerin karakteristik özelliklerini yansıtırlar.
Adeta bir ayna işlevi görürler.
Yüzyıllar hatta binyıllar önce kullanılmış bir deyim ya da atasözünün değerinden hiçbir şey yitirmeksizin, günümüze kadar gelmiş olmalarının nedeni de budur.
Çünkü halk arasında kullanılan deyimler, hemen bir günde oluşmazlar, içerdikleri anlam, yıların tecrübeleriyle denenip, sınandıktan sonra hak ettikleri yeri alırlar.
Toplumbilimciler, bir milleti tanımanın en kısa yolun, o milletin sahip olduğu, kullandığı dildeki bu deyim ve özlü sözleri öğrenmekten geçtiğini söylerler.
Başlığa aldığım Türkçe deyim, her ne kadar Türklerin karakteristik yapısını yansıtsa da, bu yansıtma Türkiye’de yaşayan Kürtler için de geçerlidir.
Çünkü bugün Türkiye’de yaşayan Kürtlerin büyük bir çoğunluğu da, Türklerin kullandıkları dili konuşmaktalar.
O dildeki kavramların anlam ve sınırları çerçevesinde dünyayı kavrar ve yaşadıkları dünyada gelişen olaylara da yine o kavramların içerdikleri anlam sınırları çerçevesinde yaklaşırlar.
Mesela, Türkiye’de yaşayan ve siyasi olarak PKK dışında kendini konumlayan Kürtlerin büyük bir çoğunluğu, PKK’yi Türk Devleti’nin kurmuş olduğu bir “aparat”, yeri geldiğinde kullandığı bir “maşa” olarak görüp, değerlendirirler.
Buna rağmen, gerek devletin doğrudan doğruya Kürtlere karşı yapmış olduğu baskı ve zulmün ve gerekse PKK’nin kendisi dışındaki Kürtlere yönelik saldırılarının nedeni olarak sadece PKK’yi görürler.
Buna rağmen, her nedense „maşa“yı tutan eli bir türlü görmezler ya da görmezlikten gelirler. Sanki sahibinden bağımsız olarak hareket edebilme özelliğine sahipmişçesine, „maşa“ ile oyalanmaya, onunla adeta oyun oynamaya çalışıyorlar.
Kürdistan’ın Kuzeyinde bugüne kadar binlerce köy, onlarca kasaba ve şehir mi yakıldı, onlara göre suçlu, „maşa“.
Türk devleti on binlerce askeriyle, tankı ve topuyla Kürdistan’ın Güneyine yerleşti, savaş uçaklarıyla köyleri bombalayıp, sivil halkı mı katletti, tüm bu olup bitenlerin tek müsebbibi, „maşa“.
Türk devleti, Efrin başta olmak üzere, Azez, El Bab, Girê Spî ve Serê Kanîyêyî işgal edip Rojava’da bir güvenlik koridorunu mu oluşturdu, koridorun oluşmasına yol açan yine, „maşa“.
Rojava’da Kürtlerin birliği oluşamıyorsa, Güney’de referandum sonucu fiiliyata dönüşemiyorsa, haliyle suçlu olan yine kimin tuttuğu bir türlü görülmek istenmeyen „maşa“.
Peki bu „maşa“yı eliyle tutup, kullanan kim?
Adeta; „görmezlikten gelelim ki, kozda pişen kebapların kemiklerinden nasiplenelim“ misali bir ruh hali!
Oysa ileri sürdükleri temel argüman doğru ise…
PKK „maşa“, onu tutan el de devletin eli ise…
O el dört parça Kürdistan’ı adeta bir mangala dönüştürmüşse…
Mangalda yanan ateşi söndürmek için öncelikli görev, maşaya el uzatmak mı yoksa onu tutan ele müdahale etmek mi olmalıdır?
Birkaç gün önce Güney’de bir olay yaşandı.
PKK’li gerillaların bir peşmerge gücüne yönelik patlattıkları bir bombayla bir pêşmerge hayatını kaybetti, üç peşmerge de yaralandı.
Kürt kanını dökmeme üzerine yemin eden Mesûd Barzani’nin dirayetiyle, herhangi bir karşılık verilmeden, olayın PDK-PKK arası bir savaşa dönüşmesi, şimdilik engellenmiş oldu.
Ancak kimi Kuzeyli Kürtler, seyircisi olmayan sahneye atlamak için bu olayı da yine bir fırsata dönüştürdüler.
Sosyal medyada alt alta dizilmiş ünvanlı, unvansız binlerce isim.
Sözüm ona Barzani’nin soğutmaya çalıştığı ateşe su mu, odun mu taşıdıklarının farkında olmadan, müdahil olmaya çalışıyorlar.
Tabii uzaktan ve de tanımladıkları maşayı tutan elin gazabına uğramamayı da hesaba katarak.
Oysa dört parça Kürdistan’da yaşanan olaylara unvanlı-unvansız imzalarıyla müdahil olma adına, seyircisiz sahnede rol çalan bu insanlar, el ele tutuşmaları halinde, Rojhilat’tan Rojava’ya uzayabilecek bir insan zincirini oluşturabilecek sayıdalar.
Üstelik böylesi bir sivil itaatsizlik eylemiyle hem tanımladıkları maşayı hem de onu tutan eli etkisiz hale getirebilme ihtimali konusunda, bir şanslarının olduğu yönünde teorik olarak bir bilince de sahiplerken…
Buna rağmen, seyircisi olmayan bir sahnede yer almayı tercih ediyorlar.
Ufukta beliren bir karartı görünmese…
Alkışa dönüşebilecek bir ses duyulmasa da…
12.11.2020