
Türkiye garip bir ülke.
Türkiye’yi garip kılan ise, Kürtler ve Kürdistan sorunu.
Türk devleti yıllarca, söylemde inkârcı, resmî belgelerinde ise itirafçı bir Kürt siyasetini izledi.
Son dönemlerde ise, söylemde itirafçı, resmiyette inkârcı bir siyaset izliyor.
İktidarın da muhalefetin de ana gündemi; „Emperyalistlerin Büyük Kürdistan’ı kurma projesini nasıl engelleyebiliriz“ üzerine kurulu.
Kürt ve Kürdistan sorunu söz konusu olunca, Türkiye’de iktidar ve muhalefet ayırımını yapmak, abesle iştigal.
Aralarındaki tek fark, aynı anlama gelen iki farklı Arapça kelimeyle kendilerini tanımlıyor olmaları…
İktidar, İslamcı sosuyla süslediği milliyetçiliğine uygun olarak Cumhur kavramı ile, muhalefet ise, milliyetçiliğini gizleme adına sol jargonlu ulusalcılığına uygun olarak Millet kavramı ile kendini konumlandırıyor.
Her iki konumlanmanın dayanak noktasını ise, Kürt ve Kürdistan düşmanlığı oluşturuyor.
Arapça’dan Türkçe’ye geçen bu her iki kavram da, zaten aynı anlamda kullanılıyor.
TDK’ye göre; Cumhur kelimesinin anlamı, halk ya da topluluk…
Millet kelimesinin anlamı ise, ulus ya da topluluk.
Her iki kelime de, hem iktidarın hem de muhalefetin üzerine cuk diye oturuyor.
Her iki cephenin birbirilerinden tek farkı, birinin iktidar, diğerinin de muhalefet olarak Kürt düşmanlığı düzleminde konumlanışları…
Ki bu düşmanlıkları da salt Türkiye’nin resmi sınırları içerisinde yaşayan Kürtlerle sınırlı değil.
Güney, Doğu ve Batı Kürdistan’da, hatta yeryüzünün herhangi bir yerinde yaşayan tüm Kürtleri düşman görüyor ve her Kürd’ün en ufak başarısını bile kendi bekaları için bir tehlike addediyorlar.
Bu düşmanlıkları her ne kadar tehlikeli bir düşmanlık olsa da, bunu dile getiriş biçim ve söylemleriyle, bir süreden beri bozulmuş olan moralim düzeliyor.
Çünkü, gerçekten de bir beka sorunu yaşıyor ve bu kaygılarını bertaraf etmenin yollarını arıyorlar.
Bunun için dünya siyasetini takip ediyor, edindikleri bilgi ve belgelere dayanarak televizyonlarda, gazetelerde avazları çıktığı kadar, kendi kamuoylarını etkilemeye ve gördükleri tehlikeye karşı tedbir almaya çalışıyorlar.
Mesela Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denilen projenin kimler tarafından ortaya atıldığını, neye ve kime hizmet edebileceğini, kimlere yarar sağlayacağını, kimlere zarar vereceğini çok iyi biliyor…
BOP’un Kürt ayağı olarak 1992’de Kürdistan’ın güneyinde ortaya çıkan sürecin bir devamı olarak aynı sürecin Kürdistan’ın batısında başladığını, akabinde Kürdistan’ın doğu ve kuzeyinde de tekrarlanacağını, dolayısıyla sıranın bir gün mutlaka kendilerine de geleceğini gayet iyi okuyorlar.
Suriye, Libya, Kürdistan’ın batı ve güneyinde askeri konumlanışları ve operasyonel bir çalışma içerinde olmalarını da olası Birleşik bir Kürdistan’ın kurulmasını engellemeye yönelik olduğunu, yine açıkça ifade ediyorlar.
Farklı saiklerle de olsa, BOP ile ilgili aynı parametrelerde buluşuyor olmamız, bana büyük bir keyif veriyor.
Bu keyifle kanal değiştirip Kürt mahallesine dönünce, bilgi ve belgeden yoksun din kardeşliği, halkların kardeşliği, iyi komşuluk ilişkileri gibi hamasete dayalı ve içi boş söylemlerden oluşan manzarayla da keyfim tuz, buz oluyor.
Çünkü Kürt mahallesinde, ne bugüne yönelik bir durum tespiti, ne de geleceğe yönelik bilgi ve bulguya dayanan bir perspektif…
Görünen manzara, karşılıklı suçlamalar…
Sayın ile hain arasına sıkışmış gelgitlerden ibaret.
Bu nedenledir ki, Kürtler lehine oluşabilecek gelişmeleri engellemek ya da olabildiğince geciktirmek için Türklerin başvurdukları her yöntem, her Kürt gibi benim de içimi acıtıyor.
Ancak bekalarına yönelik tehlike olarak gördükleri Kürdistan’ın görünürlüğünü Kürtlerden daha net görüyor olmaları da, bir o kadar beni sevindiriyor.
Umarım tek taraflı ve de duygusal bir bağlılıktan hareketle tutum belirleyen Kürtler de kendileriyle ilgili olup bitenleri görür ve tek taraflı kardeşliğin de, komşuluğun da bir yanılsamadan ibaret olduğu gerçeği ile bir an önce yüzleşir ve doğru yolu bulurlar…
23.09.2020