
Sözün gücü, yerinde ve özüne uygun kullanılmasına bağlıdır.
Hele ki, o söz kayıt altına alınmışsa, söz uçsa da, gücü ve insanların zihninde bıraktığı etki günden güne artarak devam eder.
Bir ata sözüne dönüşür.
O sözü söyleyenin ne rengi, ne dili, ne de inancı artık bir önem arz etmez.
Taşıdığı güç ya da yarattığı etki, ciltler dolusu kitaplarla da anlatılamaz.
Çünkü o çekilen bir anın resmi, yaşanmış olan tarihi bir olayın canlı bir kaydı gibi ölümsüzleşir, ortak bir mirasa dönüşür.
Tıpkı Jomo Kenyatta’nın söylediği bu söz gibi.
“Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde de topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde de topraklarımız vardı.”
Sömürgecilerin adaletini bundan daha kısa ve özlü açıklayan bir söz var mı?
Sömürgecileri ve onların adaletini herhangi bir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde bu denli net izah eden bir teori var mı?
Ya da yere ve zamana göre değişebilme ihtimali…
Sanırım yok.
Onun Kenya özelinde söylediği şey, deniz aşırı sömürgeler için de, sömürgecileriyle iç içe yaşayan sömürgeler için de geçerli.
Mezopotamya’nın kadim halkı olan Kürtler için de, Amerika’nın gerçek sahipleri olan Kızılderililer için de geçerli.
Aradaki tek fark, verdikleri kitabın ve de ettirdikleri duaların farklı olmuş olmasıdır.
Türkler at sırtından bu topraklara geldiklerinde, ellerinde Kur’an vardı.
Din kardeşi olduğumuza dair Arapça duaları önümüze koydular.
Biz Arapça metinlerin okumasını sökmeye çalışırken, onlar mirasımıza ortak oldular.
Duaların hatmini kutlarken, onlar kütükteki kaydımızı silerek, geri kalan payımızın tapusunu da üzerlerine geçirdiler.
Hatim töreni sona erince, payımıza din kardeşliği edebiyatı düştü, onların payına da her şeyimizin tapusu…
Aradan bin yıl geçti.
Onlara din kardeşliğimizi hatırlattıkça, horlandık, gıyabımızda kestikleri faturalarla borçlandırıldık.
Belki bir işe yarar diye, kardeşliğin edebiyatını yaptıkça, mirastan tek arta kalan dilimizden de olduk.
Sömürgecilerin memurları bugün, kızlarımıza, kadınlarımıza, hatta erkek çocuklarımıza el attıklarında, onların diliyle, “adalet yerini bulsun” diye haykırıyoruz.
Hangi adalet?
“Yerini bulsun” dediğimiz adalet kimin adaleti?
Hala ganimet olduğumuzun farkında bile değilsek, sömürgecinin suçu ne?
Herhangi bir askerinin ya da memurunun, herhangi birimize karşı işlemiş olduğu suçtan dolayı, sömürgecimizden adaletli davranmasını talep etmek, ya sömürge ve sömürgeciliğin ne menem şeyler olduğunu bilmemektir, ya da sahte kardeşliğin oluşturduğu çukurda, bilerek ve de isteyerek debelenmeyle avunmaya çalışmaktır.
Çünkü sömürgecinin divanında, Zilan Deresi’nde, Dersim’de yapılan katliamların adı, sağ kalmayı becerebilenleri medenileştirmek…
Batman’da yapılan tecavüzün adı, tecavüze uğrayanı satılmış olmaktan kurtarmaktır.
Sömürgecinin adaleti budur…
Hala “adalet yerini bulsun” diyen Kürt varsa, haykırmaya devam etsin…
Kim bilir belki onun da payına bir şeyler düşer…
04.09.2020
firataras@navkurd.net